Dijitalde geleceğe dönüş: Nesnelerin interneti
Yeni medya ve iletişim stratejisti Yiğit Kalafatoğlu, bireyin dijital mecraları ve teknolojileri kullanımına ilişkin yolculuğunu ve yayıncılık sektörünün bu yolculuğa nasıl katılabileceğine illişkin öngörülerini paylaştı.
Dijital medya nedir, neye hizmet ediyor? Nasıl bir ekosistem yarattı? Bugünün koşullarında neleri mümkün kılıyor? İnternetin geçmişinden buraya nasıl geldik? Yakın gelecekteki teknoloji, bizi nereye evirecek? Sosyal medyadan neler beklemeliyiz?
İnsanlar, ilk ortaya çıktığında internete, önce büyük bir heyecan ve romantizmle, sonra da özgürlük ve demokratikleşme rüzgârıyla akın etmişti. Ancak, her mecranın başına gelen, internetin de başına geldi. Zaman geçtikçe, internet de ana akım bir medya haline dönüşmeye başladı. Hatta, bugün sosyal medyaya bakıldığında, temelde ana akım medyanın güdümündeki içeriğin yer aldığını ve büyük yayın kuruluşlarının içerik sağlayıcı olarak kullandığı platformlara dönüştüğünü görebiliriz.
1996’da başlayan ve 2010’lara kadar süren, “romantik dönem” olarak adlandırdığım bir süreç vardı. 2010’dan itibaren bu romantik dönem sona erdi. Facebook, Google ve Twitter gibi birçok platform finans-kapitale kapılarını açtı ve böylece, içerik değil, içeriğe yatırım yapanın ön planda olduğu bir yapı ortaya çıktı.
Bu noktaya gelişimizin bir nedeni de, 50 yılda bir gerçekleşen teknolojik devrimler yerine, hayatımıza yeni bir şeylerin beş altı yılda bir girivermesi. Örneğin, bundan 10-15 yıl önce Facebook ya da Twitter yoktu, oysa artık pek çok şey var. Ama asıl değişim, bu teknolojilere yatırım yapılmasıyla başladı.
Teknolojiye doğan dijital yerliler
Özellikle akademide, internetle birlikte yaşadığımız bu devrim, “sosyal bir çağ” olarak adlandırılıyor. Evet sosyal, ama bir tezat da var ortada. Eskiden birey, var olduğu ortam olan kırsalda ve doğada daha geniş bir alana dokunabiliyorken, kırsaldan kente göçle ve sanayi toplumunun oluşmasıyla birlikte daha dar bir yapıda, ailede ve apartmanlarda var olmaya başladı. Bu endüstri düzeni, metropolde büyüyen, kendi kendine de yetebileceğini düşünen ve ekranlar aracılığıyla sosyalleşmeyi yeterli bulan bireyler istiyor. Dahası, bu bireyler yeni tüketici olarak sunuluyor. Bu tüketici modeli, 2000 sonrasında teknolojiye doğan ve “dijital yerli” dediğimiz bireylerdir.
Facebook, Twitter, Instagram, Snapchat vb. platformlara yalnızca birer internet sitesi ya da dijital yerli çocukların girip çıktığı sosyal ağlar olarak bakmak yanıltabilir. Her sosyal ağın kendine özgü yaşam biçimi, alışkanlıkları ve değerleri var; birinde gösterdiğiniz davranış, diğerine benzeyemez. Bu alanları kullanan markalar ve tekil kullanıcılar, bunun farkında olmalı, her mecranın kendine özgü normlarına hâkim olmalı.
Instagram’da Kürk Mantolu Madonna’yı okumak!
Sabahattin Ali’nin çok okunan romanlarından biri olan Kürk Mantolu Madonna’ya bakalım: Instagram’da şu anda, kitap hakkında 40 binden fazla içerik paylaşılmış. Bu kadar fazla içeriğin en temel nedeni, sosyal medyanın bir çeşit kendini ifade ediş biçimi olmasıdır. Sosyal medya ve yeni medya bireye şunu öğretti: Ne olduğun değil, nasıl gözüktüğün önemli; ne düşündüğün değil, neyi düşündürttüğün önemli. Bir edebiyat metnini ya da yazarını okumaktan bağımsız olarak, onu yorumlayıp paylaşım yaparak bireyin kendine aidiyet alanı yaratması, ilk bakışta kötü gelebilir. Ama bir gencin, Sabahattin Ali gibi bir yazarla bu yolla tanışması sağlanıyorsa, kafasında yeni kapılar açılabiliyorsa, yayıncılık sektörü de yazara ve esere yaptığı yatırımın uzun vadede geri dönüşünü alabilir.
Gençler, gerçekten sosyal medyada mı?
Gençler, sosyal medyada değiller aslında. Artık Facebook ve Twitter’dan kaçıyorlar. Çünkü, hepimizin çocukluğunda yaptığı gibi, anne ve babanın bulunduğu yerde olmak istemiyorlar. Bir genç, ailesi ya da tanıdıklarının da içinde olduğu 40 milyon Facebook kullanıcısı içinde değil; “odasına kapanıp” arkadaşlarıyla konuşmak istiyor. Bunun için de dünyada en çok büyüyen ağları, “derin sosyal medya” olarak adlandırılan Messenger ve WhatsApp gibi birebir mesajlaşma platformlarını kullanıyor.
Derin sosyal medya platformları, daha az takip edilebilen, marka ve kurumların içeride ne olup bittiğini bilmediği, ama gerçekten üretimin ve önemli içeriğin paylaşıldığı alanlar. Medya devleri artık bu alanlara yatırım yapmaya başladı. CNN gibi ekonomisini haber üzerine oluşturan bir kurum bile insanlara ilgi alanları doğrultusunda, kişiselleştirilmiş mesajlar göndererek haberi ulaştırmayı hedefliyor.
Bir diğer yanılgı da, sosyal medyanın çoluk çocuk işi olduğu görüşü. Son üç yılın verilerinde, sosyal medyada en fazla büyüme gösteren demografinin 45 yaş üstü kullanıcılar olduğu görülüyor. Türkiye’de, özellikle 2013’teki Gezi Parkı olayları sonrasında, bu yaş grubunun haberin kaynağına, yani Twitter ve Facebook’a eğilimi artmıştı. Toplumsal olayların yükselmesi ve teknoloji kullanımının giderek basitleşmesiyle bu artış devam etti.
Bir zamanlar, “piyasaya ne çıkarsam satar” diyen pazarlama felsefesi, “tüketiciyi, okuru tanırsam, istediğini ulaştırmak için kolaylık sağlarım”a dönüşmüştü. Bugün yeni kuşak, daha değer odaklı, çevresini ve dünyayı önemseyen, teknolojiden yararlanırken insancıl değerleri de ön planda tutan ve işbirliğine açık olduğunu ifade eden marka ve kurumlara sıcak bakıyor. Bu nedenle, sosyal medyadan korkmadan, ona doğru yaklaşmak, uzlaşmak ve oradaki potansiyelin nasıl kullanılacağına kafa yormak gerekiyor.
Nesnelerin interneti!
Buradan hareketle, sosyal medyanın algoritmalarını ölçen, anlayan, bu ortamları istediği gibi kullanabilecek şekilde uzmanlık geliştiren şirketler ortaya çıktı. Dijital pazarlama ve reklam ajansları da bu noktada devreye giriyor. Sosyal medyaya yaklaşmak, buralardaki bilgiden ve teknolojik yaklaşımdan faydalanmak isteyen her iş kolu gibi, yayıncılık sektörü de uzmanlarla çalışmalı.
Tüm gelişmelere rağmen, dijital dünyada hâlâ en önemli şey, içerik. İçeriği de yayıncılar kadar iyi kimse üretemez. Özellikle, konu edebiyat ya da kültür sanatsa, hiçbir reklam ya da halkla ilişkiler ajansı, yayıncılar kadar içeriğe hâkim olamaz. Ajanslar ise içeriğin, hangi formatta, zamanda ve koşulda ilgili kişiye ulaşması gerektiği konusunda yol gösterebilir.
Başlarken sözünü ettiğim 10 yıl önceki romantik dönemde şirketler insanlardan daha güçlüydü. Sosyal medyanın gelişiyle, insanlar şirketlerden daha güçlü hale geldi. Önümüzdeki gelecekte ise “nesnelerin interneti” var. İnternet, elektrik gibi temel ve yaşamsal bir şeye dönüşürken, hemen her eşya 7/24 internete bağlı olacak ve nesneler birbiriyle bilgi paylaşacak. Paylaşıma sokulan bilginin ve verinin peşine düşen firmalar, artık yapay zekâ üretimine ve bu yapay zekânın edebiyat ya da sanat ürünü üretip üretemeyeceğine kafa yoruyor.
Makinelerin bilgiyi işleyip üretebildiği bir dünyada, entelektüel birikimi olan yayıncılık gibi bir sektörün, ortadaki bilgiyi yarar amaçlı kullanabileceği bir potansiyel var. İnsanlar bir araya gelip, birbirleriyle konuşarak bilgiyi nasıl faydaya dönüştüreceklerini bulmak zorundalar.
Doğru kişiye, doğru zamanda, doğru şeyi ulaştırmak önemli. Instagram sayfasında, Kürk Mantolu Madonna içeriği paylaşan gence ulaşmak gibi, başka birçok okura ulaşmak, hatta iyi edebiyatı sunmak, yeni ufuklara doğru zamanda, doğru biçimde ve doğru okumayla yelken açmasını sağlamak mümkün.
“Z Kuşağı” olarak adlandırılan yeni nesil çok rasyonel. “Ne olmadan yaşayamazsın?” diye sorulduğunda, kullanırken para ödediği Netflix ya da Spotify cevabını veriyor. Madem öyle, düzenli ödeme sistemiyle kullanılacak bir e-yayıncılık platformu neden olmasın? Üstelik bu kuşak, reklam izlemeye de karşı değil. Reklamın kendi iyiliği için olduğunun ve önce kendine yarar sağladığının farkında. Doğallıkla edebiyat ve sanat ürünleri, böyle bir düzen için çok ideal. Dijital mecraların yayıncıya, okura iyi ve nitelikli edebiyatı gösterme fırsatı sunduğunu unutmamalı.