Edebiyatla Köprüler Kurmak

İlk yazdıkları gençlik romanları Köprü Kitaplar koleksiyonunda yer bulan çağdaş edebiyatımızın iki ödüllü öykücüsü Murat Yalçın (YKY editörü) ve Berna Durmaz (sınıf öğretmeni), editör Müren Beykan’ın (Günışığı Kitaplığı) sorularını yanıtlıyor. 2010 Mehmet Fuat Yayıncılık Ödülü’yle taçlanan Köprü Kitaplar koleksiyonunun iki yeni yazarı, gençler için yazma deneyimleri ve edebiyat yaklaşımları üzerine söyleşiyor.

Müren Beykan: Günışığı Kitaplığı’nı kurarken en büyük hayalimiz çocuklara, gençlere en yetkin kitapları ulaştırmaktı; dili yetkin, kurgusu yetkin, desenleri şahane kitaplar… 25 yıldır bu hayalimizden ödün vermeden yürüme gayretindeyiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çeşitli koleksiyonlarımızın arasında özellikle birini duymayan yoktur: Köprü Kitaplar. Bu koleksiyonda bugüne dek 23 yazarı ağırladık. Farklı lezzetlerde, farklı üsluplarda kitaplar çıktı ortaya. Büyük çoğunluğunu roman ve öykü kitapları oluşturuyor.

Nasıl başladık, neden “köprü”de ısrar ettik?

Çocukları ve gençleri, dilimizi ustaca kullanmasıyla ve edebi yetkinliğiyle tanınan her kuşaktan yazarla buluşturmak, onları gelecekte okuyacakları ustaların dil evrenine yakınlaştırmak, yetişkinlerin edebiyat dünyasıyla köprüler kurmalarına teşvik etmek gibi zorlu bir hedefimiz vardı. Bir yandan da usta edebiyatçılarımıza, “Çocukları, gençleri düşünerek yazmaz mısınız?” diyerek, onları -deyim yerindeyse- kendilerini sınamaya davet etmek, onların farklı yaştan okurlarla edebi köprüler kurmalarına vesile olmak istedik.

Bu iki amaçlı hayalimizi, deneyimli yayıncı, yazar Semih Gümüş’le paylaşmaya karar verdiğimizde yıl 2008’di. “Nitelikli her edebiyat kitabı gözümüz kulağımız gibidir. Bize yeni dünyalar açar,” diyerek hayalimize coşkuyla katılan Gümüş, çocukların, mutlaka yetişkinlerin edebi evrenine hazırlanmasının önemine inandı; bize destek verdi. Sonunda sağlam bir temel oluştu ve Köprü Kitaplar benzersiz bir dizi halinde gitgide çoğaldı. Semih Gümüş her kitabın girişine, o yazarın genel verimiyle ve özelde de o “köprü” kitabıyla ilgili birer sunuş kaleme alıyor. Bu değerlendirme yazıları yalnızca çocuklar ve gençler için değil, hepimiz için ufuk açıcı. Yazarı tanımada, onu kendi yazarlarımız arasına katmada etkili.

Koleksiyonun ilk kitabı, Türkçe’nin büyük ustası Necati Tosuner’in Keleş Osman’ı 2008’de yayımlandı. Her yazarın yalnızca bir kitabına yer verdiğimiz koleksiyonda Ömer Seyfettin, Ayhan Bozfırat, Azra Erhat ve Fakir Baykurt eserlerini yayımladığımızı göremediler. Oktay Akbal ve Tarık Dursun K. da ne yazık ki kitaplarının hazırlık aşamasında veda edince, onları okurlarıyla yüz yüze buluşturamadık. Sevgili Kadri Öztopçu ise, geçen yıl erkencecik aramızdan ayrılıverdi… Hepsine bin selam olsun.

Memet Fuat Yayıncılık Ödülü’ne değer görülen bu eşsiz koleksiyona en son katılan iki edebiyatçımız da Murat Yalçın ve Berna Durmaz. Sevgili Murat, koleksiyonumuza bir ilkgençlik romanı olan Oralı Olmamak’la katıldın. Davetimizi kabul ederken ve yazım aşamasında neler düşündün?

Çocuklara yazmak, ciddi bir yazma deneyimidir.

Murat Yalçın: 2019’da Semih Gümüş ve seninle yaptığımız görüşmede işin ciddiyetini kavramıştım. İtiraf edeyim, o gün “acaba” bulutları üşüşmüştü zihnime. Bugüne kadar 10 kitap yazdım, 30 yıldır yayıncıyım ve kitapların dünyasındayım, ama çocuk ya da gençlik kitabı yazmak çok başka bir deneyim. Daha önce hiç tecrübe etmediğim bir şey. Belli bir yaş aralığındaki okuru gözeterek yazmak, bir yayınevinin koleksiyonu için benden bekleneni verebilmek… Bunlar, bana başka bir sorumluluk, hatta bir sınava giriyormuşum hissi verdi.

Okuyan ve yazan insanlar bilir, yazmaya başladıktan sonra kimin için yazdığınızın pek önemi kalmaz. Ancak çocuk ve gençlik edebiyatında, okur grubunuzu göz önünde bulundurmalısınız. Kitabın satırları, genci bir ip gibi kendine bağlamalıdır. Önemli olan genç okurun kitapla iyi bir iletişim kurmasını sağlamak, sayfaları çevirtecek bir dil ve anlatım yakalamaktır. Gencin, anlatılanı benimsemesini sağlamak gerekiyor. Tüm bunlar, yazmaya başlarken önemli sorumluluklar yükledi bana. Oralı Olmamak’ı yazmaya böyle duygular eşliğinde başladım.

Müren Beykan: Haklısın; çocuklara yazmak, çok ciddi bir yazma deneyimi, hafife alınacak bir yanı yok tabii. Anadilin ustalığı yetmiyor; imgeler, düşünceler, felsefe, kurgunun okuru sürükleyecek katmanları önemli. Bu koleksiyonda ustaları ağırlarken biraz da bunları hatırlatmak istiyoruz aslında. Kitabı okuyan çocuğun yaşına yakın tasarlanan kahramanlar lazım. Yaşanan olayın, maceranın yaşama dokunuş dozu; felsefenin, imgelerin ve düşüncelerin dozu iyi düşünülmeli. Bu nedenle çocuğa yazmak sorumluluk yüklüyor yazara. Günümüz dünyasının karışık algılar, yargılar evreninde iyi bir okur yetişmesini tohumlayacak bir kitap yazmaya soyunmak, sağlam bir edebi altyapı kadar, dünyayı kucaklayan hümanist bir yaşam felsefesine de mesnetlenirse, tadından yenmez.

Sevgili Berna, Ağaçlı Gül ve Hayal adlı kitabınla katıldın koleksiyona. 23 yıldır ilkokul öğretmenliği yapan bir yazar olarak, senin koleksiyona katılım sürecin, motivasyonun nasıldı?

Çalkantılı bir yaş grubu…

Berna Durmaz: Öncelikle, Köprü Kitaplar’da usta yazarlarımız, severek okuduğum yazar dostlarım var. Bu nedenle heyecanım büyüktü. Aslında köprünün iki ayağı var. Biri, yani yayınevi ayağı çok sağlam, onda kuşku yok. Köprünün diğer ayağında okurlar duruyor. Çocukluktan henüz çıkmış, düşüncelerini ve tercihlerini yeni yeni şekillendirmeye başlayan bir genç grubu var karşımızda. Hepimizin içinden geçtiği çalkantılı bir yaş grubundan söz ediyoruz.

Yazdığımız kitaplarla, bizler de o çalkantılı denizin, o dalgaların içine dalıyoruz. O dalgalarla benim de boğuşmam gerekiyordu. Dalgaların içinde yolunu bulamayan gençlere, kitaplar aracılığıyla el uzatmak eşsiz bir duygu. Bu amacı hissederek, benimseyerek katıldım koleksiyona. Köprü Kitaplar’ın ortaya çıkışında amaçlayıp ilke edindiğiniz şeyler benim için de çok önemli.

Elbette bu kadar büyük amaçlar düşündüğünüzde, kitabınıza karşı da bir sorumluluk duymanız gerekiyor. Bir kitap, bu kadar büyük amaçları kaldıramayabilir. Slogan kokan bir söylemle yola çıkarsanız, kitap okunur olmaktan uzaklaşabilir. Dolayısıyla, kitabıma olan sorumluluğumdan dolayı da güçlü bir hikâye, sağlam bir anlatım kurmak ve geliştirmek; gençlere tutunabilecekleri bir hikâye, bir biçimle ulaşmak zorundaydım. Umarım, bu sorumluluğumu yerine getirebilmişimdir.

Bir müjde olarak “ağaç insanlar”…

Müren Beykan: Sevgili Berna, kitabında, köyde okula gitme şansı kaybolan Hayal kızı anlatıyorsun. Hayal, ninesine bakması için İstanbul’daki amcasının yanına gönderiliyor, ama orada da çeşitli nedenlerle okuma şansı bulamıyor. Amcası bir gecekondu mahallesinde oturuyor. Hayal’in doğayı duyma yeteneği, besbelli ninesinden miras ona. Bu arada megakentte doğa hunharca katledilmekte. Kitap, esas olarak bu katledilişin sesini duyan Hayal’in peşinde, bir sürprize doğru yol aldırıyor okuruna. Sen öğretmenlik mesleğinin de getirdiği disiplinle ayrıntıları çok önemseyen bir yazarsın. Çocuklara doğrudan seslenmedin, hayallerle gerçekleri aynı tezgâhta iç içe dokudun. Okuruna neler sunmak istedin?

Berna Durmaz: Yolumun Köprü Kitaplar’la kesişmesi benim açımdan çok doğru bir zamanlamaymış. Bunu kitabı yazdıktan sonra daha iyi fark ettim. Ben, yetişkin öykülerimde de zaten şehir hayatının sıkışıklığını anlatıyordum. Şehirdeki insanların yaşadıkları zorluklar, oradan kaçma istekleri öykülerimde sıklıkla işlediğim temalardı, ama çıkış yolunu bulamamış, gösterememiştim. Öte yandan diğer kitaplarımda, bu durumların sadece yetişkinler üzerindeki etkilerini anlatmıştım. Çocukları ve gençleri anlatmamış, konuşmamıştım. Konu olarak bile düşünmemiştim. Ama asıl anlatılması gereken çocuklar ve gençlerdi. Çünkü çözüm onlarda. Onlarla birlikte hareket edip, bu yolda birlikte yürümemiz gerekiyor. Bu nedenle, yetişkin öykülerimdeki doğaya özlem duyan insanı Ağaçlı Gül ve Hayal’de sıkışmışlığından çıkardım. Tam zamanıymış benim için de.

Şehir; kaçtığımız, bunaldığımız, boğulduğumuz yer. Ormana kaçmak istiyoruz, ama bir hayal kırıklığıyla karşılaşıyoruz. Orman da artık bizim bildiğimiz, çocukluğumuzdaki orman değil. Şehrin ormanı, kentin kıyısındaki orman… Yıkılmış, ağaçları kesilmiş, ölmek üzere olan bir orman. Bu benim için de hayal kırıklığıydı. Çünkü ben çıkışı orada bulmak istiyordum ve böyle bir ormanla karşılaştım. O yüzden yeni bir çıkış bulmam gerekiyordu. Ormanı, bu sefer hep beraber, o mahalledeki çocuklarla kurtarmamız gerekiyordu. Onların ormanın sesini duyduğunu düşündükçe, o sesi ben de duydum. Ben de çocuklarla birlik olmaya karar verdim ve ne yapmamız gerekiyorsa onlarla birlikte yapmaya başladık. Bunu söyleşilerde çocuklarla da konuşuyoruz. Etrafımızda neler olup bittiğine çocuklarla birlikte bakıyoruz.

Müren Beykan: Bir söyleşinde, “Bir müjde olarak yazdım ağaç insanları,” diyorsun. Çok hoşuma gitti benim. Kitabın bütün duygusunu veren bu cümleni çok sevdim.

Sevgili Murat, senin Oralı Olmamak’taki deneyimin de hem benzer hem de bambaşka. Bir trafik kazasıyla yitirilmiş babanın ardından yaşama tutunmuş bir aileyi anlatıyorsun. Okur, Sarp’ı bağrına basıyor, çok sevecen bir karakter. Tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş annesi, üniversiteli ablası ve onlara kol kanat geren amca… Hepsi de çok kanlı canlı karakterler. Üstelik bir de Gülin var ki, Sarp’ın okul hayatını epeyce çıkmaza sokuyor. Öte yandan dramatik algılanabilecek bir konuyu, okurunu üzmeden, kırmadan biçimlemişsin. Kederlenmeden ama empati kurarak okuyor çocuklar. Berna’nın doğayla kurduğu bağı, o derin bağdaki hissi senin de insan ilişkilerinde, o hasar almış ailenin katmanlarında kurduğunu düşünüyorum. Bütün bunları en başta, özellikle mi tasarlamıştın?

   

Yazmak, bir mesafe koyma biçimidir.

Murat Yalçın: Romanıma dönüp baktığımda, ben de bazı kavramların öne çıktığını görüyorum. Hep yitirildiğinden yakınılan şefkat, merhamet, sadakat, fedakârlık, umut, iyilik, yaşama sevinci gibi erdemler, değerler bunlar. Elbette hiçbir edebiyat kitabının işlevi öğreticilik değildir. Edebiyat metni, daha dolaylı yoldan eğiticidir. Doğrudan iletişim yoluyla değil, söz sanatlarıyla dolaylı yollardan aktarır aktaracağını. Oralı Olmamak’a sadece bir gençlik kitabı değil, gençlerin de ilgi duyabileceği uzun bir hikâye olarak bakıyorum. Roman türü, geniş karakter kadrosuyla ve geniş zaman dilimlerine yayılmasıyla –eski tabirle– biraz da uzun hikâyedir bir anlamda.

Romandaki geçmişe dönüşlerle, annenin anı defteri ve babanın ses kaydıyla 40-50 yıla uzanan geniş bir zaman kesitini öne çıkarmış oldum. Sadece genç karakterlerinkine değil, onların ebeveynlerinin de çocukluk ve gençliklerine uzanan bir kesit. Türkiye’de, hem sosyal hem bireysel hem de aile ilişkilerimizde değişen durumları ortaya çıkaran bir yolculuk. İlk kez kâğıt üzerinde bir aile kurdum; isimlerini, kimliklerini, ilişkilerini, yaşlarını planladım. Ancak kitabın asıl nirengi noktası, “istemediğimiz şeyler başımıza gelebilir” duygusuydu. Hayat akarken makaslar kimine göre kapanır kimine göre açılır, uçurumlar oluşur. Hepimiz hayatta tuttuğumuz, tutunduğumuz yerle varız, o kadarız aslında. Bu var olma hali içinde dayanışmanın, anlayışlı olmanın, olguları olgunlukla karşılamanın, birbirimiz için fedakârlıkta bulunmanın önemini göstermeye çalıştım.

Yazmak, bir mesafe koyma biçimidir. Yazarak, yaşadıklarımızla ve hayatla aramıza bir mesafe koyarız. Okur da aynı şeyi yapar, bir kitabı eline aldığında hayatla arasına bir mesafe koyar, o andan uzaklaşır. Yazarsa anlatmaya başladığında, yaşadığı ve bildiği olaylardan uzaklaşmış olur ve kendiliğinden yeni bir bakış açısı edinir. Okumayı ve yazmayı değerli kılan da budur. Bu kitapta, gençlerin bocalamalarını gösterirken, yetişkinlerin de onlara bakışını sorgulamaya çalıştım. Trajedi yaşamış bir ailenin güçlü yanlarını da görmek, göstermek istedim.

Müren Beykan: Hepimizin ihtiyacı var böyle kitaplara. Bizim için iki kitabı da çocuklarla buluşturmanın önemi ayrı. Çünkü her ikisi de belli noktalarda birbirine tutunuyor, ikisi de bir çıkmazın içinde yaşayan çocuklara ve gençlere bir gelecek işaret ediyor.

Doğanın dilini anlayanlar, ağaçların sesini duyabilenler gerçekten de köylerde, kırsalda, ülkenin her köşesinde doğayı savunuyorlar, var olsunlar. Sevgili Berna, gençlere bunları da konuşma olanağı sunuyorsun kitabınla. Kitapların getirdiği bir büyü gibi. Bir öğretmen olarak, sınıftaki öğrencilerinle paylaşımlarının ve deneyimlerinin katkısı oldu mu romanına?

Bu çağın çocukları hakikatleri duymak istiyor.

Berna Durmaz: Öğretmen olarak gözlemlerimle başlayayım. Ne yazık ki eğitim sistemimizdeki aksaklıklardan dolayı, aktardığımız bilgiler, çocukların zihninin hiçbir yerine dokunmadan geçip gidebiliyor. Çünkü bir bilginin ya da öğrenilen şeyin insanda kalması için ondaki duyguyla eşleşmesi gerekiyor. Ancak o zaman bilgi, “benim bilgim, benim bildiğim, benim öğrendiğim” olabiliyor. Sınıfta anlatılan birçok şey uçup gidebilir, ama biz o bilgiyi, o duyguyu ancak bir kitapta birleştirebiliyoruz. Okurken üzülüyoruz, seviniyoruz, kızıyoruz, öfkeleniyoruz, heyecanlanıyoruz; duygularımız harekete geçiyor. Harekete geçen duygular, öğrenilen şeyin kalıcılığını sağladığı gibi, bir davranışa da dönüşüyor. O artık, “benim duygum, benim düşüncem, benim öfkem”… Öfkem beni harekete geçirdiği için, edindiğim de havada kalmış bir bilgi olmaktan çıkıyor.

Dediğiniz gibi, bu bir büyü. Çocuklarla, gençlerle ortak bir birliği yakaladığınızda, onları sahici yazabildiğinizde büyü yakalanıyor. Bu çağın çocukları hakikatleri duymak istiyor. Hepsinin zihninde birçok soru var ve ancak mantıklı cevaplar duyduklarında rahatlıyorlar. Bizim onlara hakikatlerle gitmemiz gerekiyor. Bir söyleşide, “Ben kurmaca okuyamıyorum, çünkü yazılanlar bana saçma geliyor. Gerçek hayatta böyle şeyler olmaz diyorum, kitabı elimden bırakıyor, okuyamıyorum,” diyen bir öğrenci, ilk kez Ağaçlı Gül ve Hayal’i sonuna kadar okuduğunu söylemişti. Kitaptaki gerçeküstü öğeleri benimseyebildiği ve gerçekliği hissedebildiği için sonuna kadar okuyabilmişti. Bir kitap hakikati gösteriyorsa, inandırıcı bir dille aktarıyor ve inandırıyorsa, kendi gerçekliğini sağlam bir biçimde kurmuşsa, o büyüyü sonuna kadar okuma isteğini veriyor çocuklara, gençlere.

 Müren Beykan: Yıllardır eğitim öğretimde çocuklarla olmanın getirdiği deneyimin seni derinden biçimlediğini düşünüyorum. Beslendiğin yığınla birikim ve gözlem, metnin nasılına dair seni daha da yaratıcı kılıyor olmalı Berna.

Murat, sen de profesyonel uğraşını, yayınevindeki görevini, genç edebiyatçıların fark edilmesi için muazzam bir emekle değerlendiriyorsun. Ustalar kadar genç yazarları da izleyen bir edebiyatçısın, ancak kitabın Oralı Olmamak sayesinde bu kez farklı bir yolla genç okurlarla da buluştun. Yazarın okuruyla ortak bir dil kurabilmesinde senin deneyimin nasıl oldu?

 Yazmak, bir çeşit arkadaşlık kazandırıyor insana.

 Murat Yalçın: Genç okurun bazı tercihleri var bugün. “Ben şiir okumam, sevmem,” diyenler var. Bunu açıkça söylüyor ve ilgilenmiyorlar. Öykü sevenler, sırf roman okuyanlar, hatta sadece polisiye ya da fantastik romanları sevenler var. Takip ettikleri türler gibi, diziler, koleksiyonlar ve yayınevleri de var. Aslında bütününe bakıldığında edebiyat, insanın gizemli yanlarına, yaşamın gölgeli bölgelerine sokulmaya eğilimlidir.

Yazarlar genellikle nasıl yazacaklarına yoğunlaşırlar. Okursa –özellikle genç, yeni okursa, “ne anlatıyor” diye bakar hep. Bu iki farklı bakış arasında bir uzaklık vardır ve kitaplar, bu iki nokta arasındaki mesafeyi kapatmaya çalışan emektarlardır diye düşünüyorum. Okurla yazar arasındaki, uzak gibi görünen bu mesafeyi kitaplar kapatabilir.

Hayat, inanmadığımız, bize saçma gelen, sebebini anlayamadığımız pek çok şeyle doludur, ama onu böyle yaşarız. Gençlerle söyleşilerde fark ettiğim şey de bu, onlar da kitaplara böyle bakabiliyor. Biz yetişkinler okurken çok sorgularız, kitapta mantıksızlıklar ya da birtakım uyumsuzluklar buluruz. Oysa okurken kitaplara da hayatı yaşar gibi bakmalıyız. Orada da boşluklar, çelişki gibi görünen şeyler vardır, ama önemli olan bütünündeki, anlatımındaki, dilindeki güzelliktir; ne demek istediğidir.

Oralı Olmamaktaki karakterin yaşındayken ben de günlük tutmaya başlamıştım. Sadece kendim için yazıyordum, bir gün yazdıklarımı başkalarının okuyacağını düşünmezdim. Yaza yaza kitaplar yayımlamaya başladım. Yazmanın insana, bir çeşit dostluk, arkadaşlık kazandırdığını gördüm. Bazı kitaplardaki bazı cümleler sevdiğimiz bir arkadaş kadar yakın olabilir bize; elini omuzumuza koyduğunu hissederiz. Kitabın içinde kendimizi buluruz. Ben de bu kitapla, birkaç gencin omuzuna elimi koyabildiysem ne büyük mutluluk.

Müren Beykan: Ne güzel söyledin. Yazdıklarınız biz yetişkinleri de çok etkiliyor. Dil, edebiyatta çok önemli. Sözcükleri salt arka arkaya dizmek değil, bir ses oluşturmak da gerekiyor. Megakentte sürekli kentin sesini duyuyoruz, ama bir de yeşilin sesi, doğanın sesi var. İşte o ses edebiyattan, sayfaların arasından yankılanıyor bize. Sanıyorum, edebiyat büyüsü deyince asla tek bir şeyden değil, bütün bunların karışımından söz ediyoruz. Biz de, Mars’a inen aracın evrene ilettiği mesajı hep hatırlayalım: Muhteşem şeylere cesaret edelim.