İçinde insan olan hikâyeler
Kozan’daki ortaokullarla gerçekleştirilen uygulamalarda, Necati Güngör’ün Bir Hikâye Yaz İçinde İnsan Olsun adlı öykü kitabından yola çıkılarak değerler, koruma, iletişim ve sorumluluk gibi temalar işleniyor.
5, 6 ve 7. sınıflardaki yaklaşık 70 öğrenciyle gerçekleştirdiğimiz uygulama 10 hafta sürdü. Necati Güngör’ün Bir Hikâye Yaz İçinde İnsan Olsun adlı öykü kitabıyla çalışmak istememizin nedeni; okullarda hırs, bencillik ve başarı hikâyelerinin yazılmasına karşın insanlık hikâyelerinin unutulduğunun dikkatimizi çekmesiydi. Güngör’ün kitabını okuyunca, okullarda insanlık hikâyeleri yazmanın bu kitaptaki öykülerle mümkün olabileceğini düşündük.
Öğrencilere, iyiliğin, dayanışmanın, yardımlaşmanın büyük fedakârlıklar gerektirmeden de yapılabileceğini, küçücük iyiliklerin bile büyük değişimlere neden olabileceğini fark ettirmek istedik. Farklı sosyal çevrelerden insanların yaşamlarının yalın bir dille öyküleştirilmesi; doğaya, hayvanlara ve çevreye karşı duyarlılığı artırma niteliği de kitapla çalışma motivasyonumuzu sağlamlaştırdı. Öyküler, geçmiş ve günümüzdeki toplumsal değerlerin karşılaştırılmasına da olanak sağlıyordu.
Bazı öyküleri, etkinliğini yaptıktan sonra, bazısını etkinlik sırasında okuduk. İlk çalışmamızda, “Bir Hikâye Yaz İçinde İnsan Olsun” adlı öyküden yola çıktık. Oluşturduğumuz “İyilik Kutusu”nda biriken önerilerin çoğu, birine oyuncak ya da para vermek, birisi için marketten alışveriş yapmak gibi maddi değere dayalı iyiliklerdi.
Yaşlı insanlarla, kendilerine yapılan ya da onların yaptığı iyilikler üzerine konuşmalarını istedik. Çocukların ortak yanıtı, “Hiç olur mu, yapılan iyilik anlatılır mı?” oldu. Onlara, “İyilik yap denize at, balık bilmezse Halik bilir,” atasözünü hatırlattık. Duydukları ya da kendi yaptıkları iyilikleri, kâğıtlara yazıp “İyilik Kutusu”na attılar. Kutuya kâğıt atmak için, bir kediye sevgi göstererek, temizlik görevlisine günaydın diyerek, yaşlı bir insana yardım ederek sürece katıldılar.
Öyküdeki karakterlerden biri, hayvansever bir hanımdı. Ondan aldığımız ilhamla kedi evleri oluşturduk, sokak hayvanlarına yiyecek dağıttık. O güne dek bir hayvana dokunmamış çocuklar bile, köpeklerle haşır neşir oldular, mama kaplarını bizzat kendileri değiştirdiler.
Kitaba adını veren “Bir Hikâye Yaz İçinde İnsan Olsun” öyküsüyle ilgili son adımımızda, çöpten topladığımız kâğıtların geri dönüşümünü sağladık. Öğrenciler bu kâğıtlara, duydukları ya da deneyimledikleri iyilik öykülerini yazdı. Sonunda, atık kâğıtlardan oluşturduğumuz bu özel “kitabı”, yazarımız Necati Güngör’e hediye ettik.
“Sanki bu öyküleri biz yazdık!”
Geçmişe ve geçmiş yaşantılara duyulan özlem ve saygı duygusunu, öğrencilerle yaptığımız radyo tiyatrosu etkinliğimizle işledik. Kozan’daki yerel bir radyoyu ziyaret ettik ve radyo tiyatrosu kaydı yaptık. Eski türküler, şarkılar ve şiirler üzerine bir etkinliği de, “Bu Ev Senin” öyküsü üzerine düşündük. Öğrenciler, bugün bildikleri çoğu şarkının sözlerini tam olarak hatırlayamadıklarını, pek çoğunun sözlerine dikkat etmediklerini fark ettiler. Klasik Türk Müziği parçaları dinlettiğimizde, iki dönem arasındaki duygu değişimini algılamayı, şarkı sözlerinin yarattığı etkileşimi deneyimlediler. Öyküdeki dede karakterinin, bağlama ustasına olan hayranlığından esinlenerek, öğrencileri bir âşıkla buluşturduk. Özlem duygusunu, müzelerde yaratıcı drama etkinlikleriyle de işlemeye devam ettik.
“Dördüncü Gün” adlı öyküde işlenen “emanet” kavramına yönelik çalışmalarda, öğrenciler tornetler (tahta araba) ürettiler ve bunları, tanımadıkları başka çocuklara emanet edip edemeyeceklerini tartıştılar. Birine güvenmeyi seçmekle önyargılı olmayı seçmek arasındaki duygu farkını hissetmelerini istemiştik. Sonuçta, tornetlerini başka okuldan bir gruba oynamaları için emanet ettiler. Yaratıcı dramalarla da desteklenen bu çalışma sayesinde, empati duygularının geliştiğini gözlemledik.
“İnsanlık Gelip Çalar Kapınızı” adlı öykü, eskimiş bir paltonun ağzından anlatılıyordu. Öğrenciler, kullanılmayan süs malzemesi ve kâğıtlardan birçok kostüm hazırladı. Kullandıkları malzemenin aslında “çöp” olmasıyla, giyilebilen bir kostüm olarak değerlendirilmesi arasında değişen duygularını uzun uzun tartıştılar.
Uygulamanın sonunda öğrencilerimizden biri, “Bu öyküleri biz okumadık, sanki hepsini biz yazdık,” dedi. Öykülerde aktarılan duyguları her etkinliğimizde bire bir deneyimledikleri için bu cümle, hedeflediğimiz noktadan çok daha ötesine ulaştığımızı işaret etti.