Neden yayımla(ya)mıyoruz?

Yayıncılığımızın deneyimli editörlerinden Sevengül Sönmez, Sel Yayıncılık’ın Genel Yayın Yönetmeni İrfan Sancı ile Türkiye Yayıncılar Birliği Genel Sekreteri ve YKY Satış Pazarlama Müdürü Özgür Akın Kalyoncu, giderek daha az yayımlanan yazınsal türleri ve bu durumun, yayınevi, piyasa ve okur açısından gerekçelerini büyüteç altına aldılar.

Sevengül Sönmez: Neden yayımlamıyoruz, neden yayımlayamıyoruz? Bir okur olarak kitapçıya girdiğimizde neyle karşılaşıyoruz? Bize sunulan şey ne? Yeni çıkanlar ya da çok satanlar rafında bizi neler bekliyor? Kitapçılarda, benzer türlerin ya da yazarların, hatta benzer adı taşıyan kitapların yığıldığını görüyoruz. Aradığımız kitabı bulamadığımız ya da bulmak için bir kitapçıdan diğerine geçtiğimiz bir alışveriş serüveni bu.

Peki, birbirinin benzeri kitapları bu mağazalara kim getiriyor, bu yığılma nereden kaynaklanıyor? Romanın baskın ve öne çıkan bir tür olduğunu görüyoruz. Peki, öyküye, şiire, tiyatroya, anıya, denemeye, gezi yazısına, otobiyografiye ne oldu? Yıllıkları, armağan kitapları, antolojileri, süreli yayınları ne yaptık? Bütün bunlardan piyasa koşulları nedeniyle mi, yoksa editöryal gerekçelerle mi vazgeçtik? Öncelikle, neyi, ne kadar yayımladığımızı tespit edelim.

Özgür Kalyoncu Akın: Kitap piyasamız her yıl büyüyor. 2008’den bu yana ürettiğimiz kitap başlık adedi (çeşidi) iki katına çıktı. Bazı türlerde sıkışma ve yığılma olduğu doğru. Ama pazarın büyümesinin en önemli nedenlerinden biri de okura roman türünde çok farklı yazarları ve başlıkları sunabilmemiz. Roman hepsi içinde en önde, ama yayıncıların öyküyü ve şiiri desteklediğini, halen bir artış içinde olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan, ölmeye yüz tutmuş türler de var; tiyatro, senaryo, mektup ve antoloji gibi.

Kitap yaraları da iyileştirirdi.

SS: İrfan Bey, piyasa koşullarının yanı sıra, Türkiye için sektörün olanaklarının ve olanaksızlıklarının arasında, Sel Yayıncılık neyi değiştirdi? Yayıncılık anlayışınız nasıl şekillendi?

İrfan Sancı: Yayınevini kurduğumuz 1990, Türkiye’de kitabın daha çok okunduğu bir dönemdi. 1980 darbesi sonrasındaki o günler, kitapların bugünkü gibi sadece entelektüel birikim ya da faaliyet adına okunduğu zamanlar değildi. Kitaplar, yaralanmış bedenlerimizi iyileştirmede kullandığımız, sığındığımız, toplumsal travmayı atlatmamıza yardım eden şeylerdi. İlkin, gazetecilerin kitaplarını yayımladık, ikinci yıla gelmeden edebiyat kitaplarına başladık. Sonrasında, yayıncılığı çeşitlendirerek, belli kalıplara ve başlıklara bağlı kalmadan, roman dışında edebiyatın farklı disiplinlerine de yönelerek, konu başlıklarını bilinçli şekilde çoğalttık.

SS: Yıllık ISBN (Uluslararası Standart Kitap Numarası) verilerine bakıldığında, yetişkin kurgu edebiyat yayınlarında, “altkategorisi belli olmayan” kitaplar, üretimin %38’ini oluşturuyor. Bir yayıncı, altkategorisi belli olmayan bir kitabı nasıl yayımlar? Okura nasıl sunabilir?

ÖKA: Bu genelde deneme türünün başına gelen bir şey. Uygun bir kategori bulamayan, düşünmemeyi tercih eden yayıncılar, altkategori doldurmaya gerek duymadan ISBN alabileceklerini biliyor ve uğraşmıyorlar bununla.

İS: Bandrol ya da ISBN altyapısındaki yetersizliklerden ötürü pek çok deneme bandrolü alınabiliyor. Oysa aslında Türkiye’de deneme yayıncılığı diye bir şey yok.

Kimse okumaz mı sahiden?

SS: Bu da bir yayıncılık problemi. Yayımladığımız kitapları okura ulaştırırken yeni altbaşlıklar açmalıyız. Biraz inatla ve ısrarla, yeni ya da unuttuğumuz türleri de okurla buluşturabiliriz.

Bu alandaki en iyi örneklerden biri; Mina Urgan’ın, anılarını yazmaya heves etmesi; “Yazıyorum, ama kimse okumaz,” dediği halde, basıldığında bir anı kitabının Türkiye’de en çok satan kitaplar arasına girmesidir. Bu durum o kitabın, anı türünün çarpıcı örneklerinden biri olmasıyla mı, yoksa Mina Urgan’ın hayatının çok ilginç olmasıyla mı açıklanır? Her ne olursa olsun, bir anı kitabı da insanların gündeminde yer alabildi. Türkiye yayıncılığı böyle ilginç örneklerle dolu.

Bu noktada, yayınevlerine gelen dosya başvurularının türleri de aynı oranda daraldı mı? Sizlere basılması için gönderilen gezi yazısı, anı ya da tiyatro dosyası yok mu? Mitos Boyut ve BGST’nin ısrarları olmasa tiyatro kitabı yayımlanmayacak gibi. Hiçkimse tiyatro yayımlamak istemiyor mu, ya da yayıncı nasıl refleksler veriyor dosya başvurularının seçiminde?

İS: Önceleri roman dosyaları ağırlıktaydı; son yıllarda Melisa Kesmez ve Türker Ayyıldız gibi genç öykücüler çoğaldıkça, öyküleri ilgi gördükçe, öykü dosyalarının ağırlığı arttı. Öykü dosyalarında, Türk öykücülüğünün en başarılı olduğu 60-70’li yılların anlatısına uygun bir damar var; bir de çok deneysel metinler yazdığını iddia edenler var. Kendi üslubunu ve dilini oluşturmadan bu deneyselliği –her zaman olumsuz olmasa da– tercih edenlerin çok başarılı olduğunu söyleyemem.

Gelen başvuruları mümkün olduğunca değerlendirip, nasıl olabileceğini, neden olamayacağını anlatıyoruz. Yaklaşımımızda, piyasada satıp satmayacağına dair bir politikamız hiç olmadı. Yayımlamakta bir anlam varsa, mutlaka yayımlamak istiyoruz. Hatta, “Ne yapalım, biz yayımlarız; okumazsa, okur kaybeder,” diyerek esprisini bile yapıyoruz. Böyle bir gücümüz olduğunun da farkındayız. Madem bağımsız yayıncılık yapıyoruz, çok satan ve ilgi gören kitaplarımızın yanında, çok satması öngörülmeyen kitapları da basmak ve denge yaratmak istiyoruz.

“Şiir satmıyor” değil!

ÖKA: Bizde de hemen hemen benzer bir durum var. Yayınevimize günde 20-30 dosya başvurusu geliyor. Şaşırtıcı olan şu ki, bunlar romandan çok anı dosyası. Hani şu “yayımlamadığımız” türlerden… İnsanlar son zamanlarda anılarını kurgusal halde ya da yalın anlatı halinde yayımlamak istiyorlar. Maalesef, hiçbir şekilde emek verilmemiş, üzerinde çalışılmamış, edebi lezzeti olmayan dosyalar oldukları için de yayımlamıyoruz.

Son dönemde öykü dosyalarının artması bizde de görülen bir durum. Bir dönem çok gönderilen şiir dosyaları giderek azaldı. Aslında şöyle bir durum da var; şiir yayımlamayan yayınevine şiir dosyası gönderiliyor. Yapı Kredi Yayınları’nın yayın yelpazesi çok geniş; ama örneğin güncel politika kitapları yayımlamıyoruz. Buna rağmen, bu tür kitaplarla başvuran çok oluyor. Dosyalara baktığınızda, iyi şeyler de, hatta ne yayınlayacağınızı belirleyen işler de bulabiliyorsunuz.

İS: Sel’de şiir türünü arada sırada yayımlıyoruz. Az yayımlamamızın nedeni, “şiir satmıyor” görüşü değil. Şiir editörlüğü çok değerli ve ender bulunuyor. Şiir edebi türlerin atası ve çok kıymetli. Ama böyle bir istihdamımız olmadığı için de şiiri, denk geldiğinde yayımlayabiliyoruz.

Devrim beklerken dergi çıkarmak

SS: Yayınevlerinin istihdam politikaları ve açabildiği alanlarla yayıncılığa yön verebilme özelliği de böylece açığa çıkmaya başlıyor. Bu noktada, Memet Fuat’ın De Yayınları’nda yaptıklarına bakılmalı. Onunla çalışma fırsatı bulan yayıncılar, kitaplarıyla büyüyen bir nesil var. Oradan süzülen, dergilerin ve kitapların oluşturduğu entelektüel birikimden ve edebiyat kültüründen söz edebiliriz. Varlık dergisinin de hem dergi, hem yayınevi olarak benzer bir katkısı var. Yayıncılığımız süreli yayınlardan uzaklaşıyorsa, dergiler eskisi kadar ilgi görmüyorsa kaybeden edebiyat olmuyor mu?

İS: Dergi yayıncılığı edebiyat alanımız için çok önemli. Gelen başvurularda; sırf ailesi ve arkadaşları beğendiği için yazdığı 50 şiirin hemen kitaplaşmasını isteyenler var. Bire bir görüşmeye gelenlere anlatma gereği duyuyorum. Yazdıklarından bir iki tanesini seçmelerini ve şiir-öykü yayımlayan mecralara göndermelerini öneriyorum. Geçmişte de böyle olmuş. Bugün hâlâ okunan birçok usta şair, şiirlerini önce dergilerde yayımlatmışlardı. Adını duyurabilmenin ve ilk okurlarını edinmenin birçok yolu varken, dosyaları getirip önümüze koyuveriyorlar.

Edebiyat dergilerimiz sayısal olarak azalsa da Notos gibi iyi dergilerimiz hâlâ var. Sel Yayınları olarak bir zamanlar çıkardığımız Gece Yazısı dergisinin adı da, hikâyesi de Yazı dergisine göndermeydi. Enis Batur’un, 1975-76 Ankara’sında, ülkede her an devrim beklenen ve toplumsal muhalefetin yüksek olduğu bir ortamda Yazı’yı çıkarmasından çok etkilenmiştim. Çeşitli sebeplerle kapatılan dergisini hep kafasında taşıdığını söylemişti. Yeniden yapalım önerisini getirdiğimde çok heyecanlandı ve adını değiştirerek Gece Yazısı’nı çıkarmaya başladık.

Okurunu yaratanlar

SS: Bu gibi dergilerin kendi okurunu yaratması da söz konusu. Dünya yayıncılığının geçmişinde böyle bir birikim var. Türkiye’de de 1960-70’li yıllarda bazı yayınevleri dergi üzerinden okuruna ulaşıyor ve böylelikle yeni yayınlar çıkarabiliyordu.

Bugün yetişkinden çocuğa ve gençliğe doğru gelişen, alanını genişleten bir yayıncılık anlayışı da izleniyor. Günışığı Kitaplığı’nın genç ve yetişkin markası ON8 ile Semih Gümüş’ün hazırladığı, usta yazarların çocuklarla ve gençlerle buluştuğu, Memet Fuat Yayıncılık Ödülü’yle taçlanan Köprü Kitaplar dizisi buna iyi birer örnek. Köprü Kitaplar, yeni okur kazandırabilmek adına önemli bir proje.

Dahası, bir yazarın en çok tanınan eserini yayımladıktan sonra, onun az bilinen diğer eserlerini de yayımlamak ve o yazar üzerinde okur yaratmak gibi bir akım var. Neredeyse unuttuğumuz Doğan Kardeş’in yeniden ortaya çıkışı, Sabahattin Ali’nin romanlarının yanı sıra diğer türlerdeki eserleriyle de çok okunan bir yazar haline gelmesi öne çıkan örnekler. Bir yayıncı, yeni okuru nerede bulur, nasıl oluşturur?

ÖKA: Yapı Kredi Yayınları, 1945’te Doğan Kardeş adlı çocuk dergisiyle yayın hayatına başlamış bir yayınevi. Sonraları yönetimsel kararlarla, editör istihdamı ve insan kaynakları politikalarıyla çocuk edebiyatından uzaklaşılmamış, ama daha az ilgilenilmiş. Ağırlıklı olarak yetişkin edebiyatı kitapları yayımlıyoruz, ama bu alanda da yetiştirmemiz, geliştirmemiz gereken ciddi bir okurumuz var.

Edebiyat yayıncılığında, bir tarafta maddi kaygılar, bir tarafta da yaratıcılık var. İkisi arasında denge sağlanamazsa, işimiz yayıncılık olmaktan çıkıyor; okurun ilgisini çekmeyen, birbirini tekrar eden kitaplar basmaktan öteye gitmiyor. Yapmış olmaktan önce, nitelikli buluşmayı sağlamak gerekiyor. Örneğin, tiyatro türünde kitap yayımlayamıyoruz, çünkü böyle bir editör istihdam etmiyoruz. Çok özel bir iş bu ve Mitos Boyut bu işi iyi yapıyor. “Bu ürün satmıyor ya da piyasa karşılığı yok” anlayışıyla geri durmuyoruz. Çizgi romandan mektuba kadar birçok türde yayıncılık yapmaya çalışıyoruz.

Yurtdışındaki örneklere bakıldığında, sanatsal ve edebi ağırlığı olan özel türlerin kitaplarını yayımlamak için özel yayınevleri kurulduğunu görüyoruz. Bunun nedeni, kitaplardan maddi bir beklenti olması değil. Zaten bu yayınevleri kendi finansmanlarıyla dönemeyen, dışarıdan desteklenen kurumlar. Okurun ihtiyaçlarını karşılayan, satıyor/satmıyor diye kitapları sınıflandırmayan ve kendi edebiyat okurunu oluşturan bir yayıncılığa ancak bu sayede ulaşılabilir.

Yapı Kredi Yayınları’nın 1997’de Sabahattin Ali kitapları yayımlamaya başlaması da bu bağlamda bir örnek. Pek çok arşiv çalışması, sergi ve araştırma yapıldı. Sabahattin Ali gibi bir edebiyatçının Türkiye’de okunması, külliyatını yayımlama sorumluluğu, eşi ve kızıyla mektuplaşmalarını yayımlama, yazarı ve yazarın edebiyatını anlatmak, satış odaklı bir yolculuk değildi. Tüm örnekler Kürk Mantolu Madonna kitabı gibi olmaz. Ama böyle bir girişimle bir okur yaratıyorsunuz, yazarın bütün dünyasını okura sunabiliyorsunuz.

İnat ve arzuyla yayıncılık yapmak

SS: “Neden yayımla(ya)mıyoruz?” sorusuna pek çok yayıncı maddi koşullardan türetilen cevaplar verebilir. Oysa, çeşitli dillerde ve türlerde yayıncılık yapmak isteyenleri, genç ve yeni yayıncıları destekleyen fonlar da var. Siren Yayınları’nın Etgar Keret gibi bir öykücünün eserlerini çeviri destek fonlarıyla Türkçe’ye kazandırabilmesi iyi örneklerden biri. Yayımlayıp yayımlamama tercihlerini yaparken, bu gibi çözümleri de düşünmek gerekiyor. Her şeye rağmen inat ve arzuyla yayıncılık yapmak gerekiyor.

İS: Sel Yayıncılık’ı kurduğumuz 1990’dan bu yana yaptığımız bütün işlerin, tüm zorluklara inat bir serüven olduğunu düşünüyorum. Sadece yapma isteğimiz vardı, başka bir şeyimiz yoktu.

ÖKA: Yayımlamama tercihlerinde her şeyin satış odaklı olmadığını ve farklı türlerin yayımlanmamasında, hem editör, hem akademisyen, hem de bu türlerde eser verecek nitelikli insan kaynağı sıkıntısı yaşandığını vurgulamamız gerek. Örneğin, yakında Fransızca’dan çeviri yapacak bir çevirmen ya da bu çeviriyi çalışacak editör bulamayacağımızdan endişe ediyorum.

SS: Özetle, yayıncıların kendi sektörlerine dönüp bir kez daha bakması, nitelikli iş gücü oluşturabilmek adına projeler üretmeleri gerekiyor. Dergi yayıncılığına sahip çıkmak, yeni yazarlar ve yeni editörler yetiştirmek kadar, yeni okur kitlesi yaratabilmek de bizim ödevimiz.