“Öykülerle, değişik insan fotoğrafları çekiyorum.”

“Öykülerle, değişik insan fotoğrafları çekiyorum.”

Edebiyatımızın Haldun Taner Öykü Ödülü sahibi, üretken isimlerinden Neslihan Önderoğlu, iki haftada bir ON8 Blog’daki Cin Atı adlı köşesinde öyküler biriktiriyor. Bir yaşını dolduran bu özel köşenin izini sürdük ve Önderoğlu ile gençlikten dijitale, öykülerden hayata kadar uzun bir koridorda yürüdük.

Söyleşi: Halil Türkden

Hayatı, biri kız biri erkek olmak üzere iki gençle yaşayan, genç ve yetişkin okura hitap eden, üretken bir yazarsınız. “Genç” ve “gençlik” kavramlarıyla başlayalım.

Gençliğin yaşla ilgili bir şey olduğunu düşünmüyorum. X, Y, Z diye kategorilenmiş kuşakların tanımlandığı gibi işlediğini de düşünmüyorum. Örneğin, oğlumun da içinde olduğu Y kuşağının bir hareketi olarak görülen Gezi Direnişi’nde, Z kuşağından kızım da olmak istedi. X kuşağından ben de oradaydım.

Gençlik hep tukaka… Nereye kadar bu olumsuzlama?

Özellikle Gezi’ye kadar, ben de umudu kesmiştim gençlikten. Turgut Özal zamanının köşeyi dönme politikasından bolca nasibini almış, kısa yoldan yükselmek isteyen ve bilgisayar başında oturan bir gençlik sanıyordum. Ama onları Gezi’de izlerken, aslında hiç de öyle olmadıklarını, o bireyselliklerinin ve yalnızlıklarının ardında nasıl bir bilinçlenme yaşadıklarını gördüm. Hepimiz tanık olduk buna.

Gezi, yalnız bende değil, toplumda da gelecek ve genç umudunu, pes etmeme hissini uyandırdı.

Net bir tanım vardı benim gençliğimde: Ya politiksin ya da apolitik. Gezi’ye dahil olanlar, son derece bireysel takılan çocuklardı. “Apolitik” olarak nitelendirilmelerine rağmen, sisteme başkaldırdılar. İki ağacı savunmaktan bambaşka yerlere, otoriteye başkaldırmaya kadar gittiler. Çok değerli deneyimlerdi bunlar, onlar için de, bizim için de.

Evdeki gençler, yazar kimliğinizi ve üretiminizi ne yönde etkiledi?

İki gençle birlikte yaşamak, insanın olaylara kesinlikle farklı yönlerden bakmasını sağlıyor. Bazen kırıp dökerek, bazen de tartışarak. Onların çok önemsediği bir şeye yabancılık duygusu hissedebiliyor ve gereken değeri veremeyebiliyorum. Bunun tam tersini onlar da yapıyor.

Oğlum Y kuşağına ait. Lise çağlarında sosyal medyayı çok kullanmasına rağmen, şu an üniversitede ve sosyal medyadan tamamen uzak. Hepsine zinhar karşı. Hiçbir mecrada hesabı yok. Mesela bu, büyük bir değişimin örneği. Z kuşağına ait olan kızım ise cep telefonuna yapışık yaşıyor; hiç bilmediğim, adını telaffuz edemediğim mecralarda var.

Gelecek onlara neler getirecek, nasıl ve ne yöne evrilecekler, çok merak ediyorum. Dolayısıyla, onları anlamaya ve neresinde duracağımı belirlemeye çalışıyorum. Yazmaya katkısı anlamında ise neleri dert ediyorlar, neyi düşünüyor, ne ilgilerini çekiyor; bu konuda net bir fikrim oluştuğunu söyleyebilirim. Bizim kuşağın ilgi alanlarıyla karşılaştırdığımda çok büyük farklar var.

Ve blog. ON8 Blog, Cin Atı, iki haftada bir öykü… 31 Mayıs’ta tam bir yıl, 30’a yakın öykü… Belli bir ritim içinde yazıyor olmak nasıl bir deneyim?

Bir şeyin parçası olmak, bir şeye ait olmak, insan olarak en sevdiğimiz şeylerden. ON8 Blog’dan ve orada yazmaktan çok keyif alıyorum. Orada yazan diğer insanlar da çok değer verdiğim, keyifle okuduğum isimler.

Yazma ritmine bakarsak, aslında ne yaparsam yapayım bir disiplin içinde yapmaya alışkınım. Evde pirinç varsa bile, markete gittiğimde iki paket daha alıp kenara koymak beni rahat hissettiriyor. Böylece hiçbir şey bitmiyor hayatımda. Blogdaki öykülerin karakterleri üzerine bir anlatı kurmak için bolca gözlem yapmak gerekiyor. Okur kitlesi neyi seviyor, ilgilerini ne çekiyor; bunları araştırmak ve gözlemek önemli. ON8 Blog okurları sosyal medyadan geri dönüşler yapıyorlar, yorumlarını iletiyorlar. Bunlar değerli bir motivasyon kaynağı benim için.

Kitap için öykü yazmak ve biriktirmekle, blog için öykü biriktirmek arasında nasıl bir ayrım yaşadınız?

Başlarda, blog yazılarımın okunurluğunu gözeterek belli bir sözcük ve karakter sayısı sınırı koymuştuk. Ama son zamanlarda giderek buna alışmaya ya da bunu ortadan kaldırmaya başladım. Bu, makale yazarken uyulabilecek bir şey belki; ancak öykü yazarken, sözcük sayısına uymaya çalışmak çok zorlayıcı. Bunu aşmak çok mutlu etti beni.

ON8 Blog’daki öyküler kime, nasıl ulaşıyor?

Öykülerle, değişik insan fotoğrafları çekiyorum. Yetişkinler için yazdığım öykü kitaplarından farkı yok ON8 Blog’daki öykülerimin. Beş yıldızlı bir otelde temizlikçi olarak çalışan bir kızın hayatıyla, kendisine sürpriz doğum günü hazırlanan kızın hayatı eşit derecede ilgilendiriyor beni. İkisi de tanık olduğum hayatlar.

Gençlere şunu söylemek istiyorum bu öykülerle: Bakın böyle hayatlar da var. Kimini biliyorsunuz, kimine çok yabancısınız, kiminin yanında duruyorsunuz. Bu fotoğrafların içinde siz de varsınız. O fotoğrafın içindeki diğer insanları tanımak sizi de zenginleştirecek. Bir insan empati kurabildiği kadar, başkası gibi düşünebildiği kadar ilerleyebilir. Benim hayatım başkalarından geçer. Biri tarafından anlaşıldığını hissetmek, okuru yakalayan nokta. Ben de bu nedenle empatiyi kurmaya çalışıyorum, ama insanın içindeki duygusal nehre kapılmadan, o duyguyu yaşayanın gözlerinden gözlemleyerek. “Tam da bunu hissetmiştim” duygusunu yakalamak, ON8 Blog’daki öykülerimde tutturmaya çalıştığım bir şey.

Sürekli her konuya uyarlanan bir kavram var artık: dijital. Ama “dijital” yalnızca biçimi mi değiştiriyor? Düşünce, yaratıcılık, üretme ve yazma eylemini nasıl dönüştürdü?

Mutlaka bir şeyleri etkiliyor ve değiştiriyordur. En sık kullandığım mecra Facebook ve orayı sokağa çıkmak gibi görüyorum. Zaten evimden çok zor çıkan bir insanım; benim bir tür sosyalleşme aracım. En büyük baskılar da sosyal medya üzerinden geliyor aslında. Sansürlenmesi, yavaşlatılması ya da kısıtlanması gereken bir özgürlük olduğunda bu da sosyal medyadan geliyor.

Çok iyi kullanamamakla birlikte beni iyi yönde etkilediğini hissediyorum sosyal medyanın. Facebook arkadaşlarımdan oluşan bir klanda yaşasaydım ya da onların hepsi mahallemde otursaydı diye düşünüyorum.

Ya kitaplarınızı okuyan gençler… Okul etkinliklerinde onlarla bir araya geliyorsunuz. Bu buluşmalar nasıl geçiyor?

Bu işin en keyif veren anlarından biri gençlerle buluşmak. Beni çok olumlu yönde etkileyen buluşmalar. Okur olmanın öneminden konuşuyoruz bol bol. Kitaplarımdan önce, okur olmanın onları nerelere götürebileceğini konuşu
yoruz. Son dönemde gözlemlediğim en önemli nokta, “son görme”ye çok alışmış olmaları. Kitaplarda mutlaka son görmek istiyorlar. “Sonra ne oldu?” diye soruyorlar sürekli.

Buluşmalarda sizi şaşırtan, dikkatinizi çeken, unutamadığınız bir anekdot var mı?

Yakın zamanda bir kolejdeki etkinlikte, Köprü Kitaplar’daki Bana Sesini Bırak adlı romanımla ilgili çalışmalarını paylaştılar. Şiirler yazmışlar, oradaki bir sahneyi canlandırıp resimler yapmışlar. Benim denemediğim ve fikir olarak yakın olduğum reçel tarifleri vardı; o reçellerden yapan, kavanozlara koyup getirenler vardı. Hepsi şu an evde ve neredeyse Haldun Taner Öykü Ödülü’nden bile daha önemliler benim için. Beni şaşırtan diğer bir nokta da, gençlerin kitaplarda çok önemli olmayan, ama ayrıntıların işlendiği ve duygu kopuşlarının yaşandığı sahneleri seçip resmetmeleri ve hiç unutmamaları.

Bugün liseli ve iyi bir edebiyat okuru Z kuşağı genci olsanız… Nerede, ne okur, ne yapıyor olurdunuz?

Mevcut düzene başkaldırırdım. Dayatılmaya çalışılan şeylere karşı durdum. Çok okurdum. Yine Sait Faik’le, Dostoyevski ile çıkardım yola. Klasikleri okurdum. Olabildiğince, kendi dünyamdan çıkar, etrafta nasıl gerçeklikler yaşanıyor, bunu algılamaya çalışırdım. Diyarbakır’a, Antep’e giderdim. Anlamaya ve algılamaya çalışırdım. Gerçeklik, sadece bizi sınırlayan insanlardan ve çevreden ibaret değil. Bunu görebildiğimiz ölçüde, çok boyutlu insanlar olabiliriz. Başka hayatları tanımanın en iyi yollarından biri edebiyat. Bu nedenle, yeniden genç olsam, yine edebiyatla ilgilenirdim. Yine öykü yazardım. Yine iyi bir okur olurdum.

GENÇ SÖZLÜK
Neslihan Önderoğlu

Gençlik Umut
Sosyal medya Kandırmaca
Kedi Sevgi
Öykü Dışavurum
Ödül Gelip geçici
ON8 Gelecek
Ergenlik Sancı
Blog Haberleşme
İstanbul Karmaşa
Cin Atı Mesaj
Annelik Fırsat
Ay Dolandı Değişim