Özgür Çocuk Edebiyatı Mümkün mü?
Yazar ve yayıncı Mine Soysal, uzman klinik psikolog, pedagog İnci Vural ve blogcuanne.com adlı bloğuyla tanınan ebeveyn, yazar Elif Doğan, çocuk edebiyatı ve okurlarının özgürleşme olasılıklarını tartışıyor.
Mine Soysal: Yazar ve yayıncı kimliğimle, öncelikle vurgulamak istediğim birkaç temel nokta var.
Birincisi; edebiyat kitaplarıyla eğitsel amaçlı kitapların birbiriyle karıştırılmaması gerektiği. Bizim konumuz, çocuk ve gençlik edebiyatı kitapları, yani edebiyat kitapları. Bir yayınevi, hem edebiyat kitapları, hem de eğitsel amaçlı kitaplar yayımlayabilir. Hatta eğitsel amaçlı kitapları, hikâye kitabı formatında da olabilir. Ama sadece format, bu amaçlı, kurgudışı yayınların edebiyat kitapları olduğu anlamına gelmez. Eğitsel amaçlı kitaplar, bambaşka bir uzman yayıncılık alanıdır.
İkincisi; sözlü edebiyat geleneğinin günümüze taşıdığı önemli bir yazın türü olan masallar. Geçmişte, bazen evlerde ateş başında, bazen bir meydanda toplanmış, aralarında çocukların da bulunduğu yetişkin topluluklara, çoğunlukla müzik eşliğinde dillendirilen büyülü öykülerdir masallar ve çocuklar için anlatılmamıştır. Bu nedenle masalların yetişkin mi, yoksa çocuk okurlar için mi yayımlanacağı belirleyicidir. Eğer çocuklar için yayımlanacaksa, “çocuğa görelik” ilkesiyle yeniden yazılması ve çocuk edebiyatında uzmanlaşmış editörler tarafından kitaplaşması gerekir. Çoğu fantastik öğelerle kurgulanan her masalın, her çocuk tarafından okunabilir olmadığı açıktır.
Üçüncü önemli nokta yaş gruplarıdır. Çocuk edebiyatı deyince; 3-8 yaş, 8-12 yaş, 12+ ve 15+ yaşlar olarak dört ana kulvardan söz ediyoruz. Bu yaş gruplarının okuma becerileri ve ihtiyaçları birbirlerinden çok farklıdır. Yetkin bir yazar, aynı konuyu 5-8 yaş küçükler için de, 12+ yaş ergen okurlar için de kaleme alabilir. Ancak kurgu ve karakterlerden sözcük seçimlerine dek, farklı evrenler yaratmak ve mutlaka uzman bir editörle birlikte çalışmak durumundadır.
Edebiyat okurken neler oluyor bize ?
İnci Vural: Çocuğun en çok yalnız kalabildiği zamanlar, okuduğu anlardır. Zihinsel anlamda anne babasından uzaklaşabildiği, özgür ve yaratıcı bir faaliyetin içinde bulunabildiği anlar. Ancak ebeveynler bu anlarda da pek rahat duramıyor. Aslında anne babanın müdahale etmek isteyip de ayağına dolanan, genellikle edebiyatın özgürlüğü değil, çocuğunun duygularıyla ilgili özgürlüğüdür.
Çoğu ebeveynin görüşü, çocuklar her şeyi yapmakta özgür olsunlar, ama hissetmekte özgür olmasınlar biçimindedir. Birçok ebeveynin çocuk yetiştirme pratiği şöyle: “Çocuğum öğretmene kafa tutabilir, arkadaşına vurabilir, her şeyi yapabilir; ama korkmamalı, kendini ezik hissetmemeli, hiç kötü hissetmemeli. Eğer böyle bir durum olacaksa da, ben onu zaten beş adım önceden düşünmeli ve onu öyle bir yönlendirmeliyim ki, böyle bir durum hiç yaşanmasın.”
Bir anne, çocuğunun hırsızlardan korktuğunu ve bunun okunan bir kitapla başladığını iddia ediyordu. “Ben kitabı aldım baktım, içinde ‘hırsız’ vardı. Çocuğumun korkacağını bildiğim için, hırsızlı kısmı hep değiştirerek okuyordum ona. Ama bir gece ben yokken, aynı kitabı bakıcı okudu,” dedi. Tembih etmeyi unuttuğu için bakıcı, çocuğa kitabı hiç değiştirmeden okumuş. Anne kahrolmuştu; bakıcı kitabı gerçek haliyle okuyunca, çocuğunun hırsızdan korkmaya başladığını anlattı. Çünkü çocuk o güne kadar, annesinin bu kısmı atladığını fark etmiş ve bundan korkması gerektiğini düşünmüştü. Aslında anne hiç farkında olmadan, kendi korkularını bir şekilde çocuğuna geçiren ince bir mekanizma kurmuştu. O duyguyu oraya kendi koymuştu ve koyduğu yerde de bulmak istiyordu. Ne yazık ki, çocuğu gerçekten korkuyor, hatta psikologlara taşınıyorlardı.
Edebiyatın soyut oyun alanı ve canavarlar !
Edebiyatta da özgürlük çok önemli. Çocuk edebiyatı, gerçekle fantezi arasında bir yerde duruyor – ki bu nokta, aslında ebeveynin de durması gereken yerdir. Canavar, hırsız gibi hepimizin zihninde var olabilen şeylerin, çocuğun aklında, gerçekle fantezi arasında bir yerde tutunabilmesi olağandır. Oysa günümüzün ebeveyni gerçeklikte aşırı ısrarcı. Her şeyi gerçeğe çekmeye çalışır, örnekteki anne gibi, kitabı bile değiştirerek okur. Oysa kendi fantezisindeki korkuları, sadece mantıklı açıklamalarla gidermeye çalışır ve fanteziyi öldürüp hepten somuta bağlarsak, çocuğun fobilerini pekiştirmiş oluruz. Sonuçta, fobik anksiyete sorunlu çok çocuk çıkar ortaya.
Ursula K. Le Guin’in bir sözü var: “Canavarlara inanmayanlar, bir gün canavarlar tarafından yutulmaya mahkûmdur.” Gerçekten de edebiyatın soyut oyun alanında, çocukla birlikte canavarlara da inanmak gerekir. Bu yaklaşım, tüm dikkat, konsantrasyon, bilişsel gelişim vb çabalardan bin kat kıymetlidir. Anne baba da çocuk edebiyatını okursa, o da fantezi dünyasına girebilir. Aynı zihinsel aktivitenin içinde ebeveynle birlikte ulaşılan ara gerçeklik önemlidir. Çünkü ruh sağlığının temeli, tam da bu ara gerçekliktir.
Edebiyattaki özgürlükle çocuk ruhundaki özgürlük farklı düşünülmelidir. Çocuklar davranışlarında özgür olmamalı, ama duygularında, hissettiklerinde özgür olmalı ve bunu ifade edebilmelidir.
Bir edebiyat kitabı çocuğa gerçekten zarar verebilir mi ?
MS: Hazırlık çalışmalarımızda, “Ebeveynler, çocuklarının soyutlama becerilerini köreltmemeli,” demiştiniz. Uçan halılara açıklama getirmesinler; çocuklarına, “Evdeki halılarımız aslında uçmuyor !” falan demesinler istiyorsunuz. Yoksa, Binbir Gece Masalları gibi klasikleşmiş eserleri de silip atmak gerekebilir ! Peki, üç evlat annesi sevgili Elif Doğan, size göre bir edebiyat kitabı çocuğa gerçekten zarar verebilir mi ?
Elif Doğan: Dokuz on yıl önce bu soruya olumlu yanıt verir, “Edebiyat kitabı çocuğa zarar verebilir,” diyebilirdim. Anneliğimin ilk yıllarında, bize bir Andersen Masalları kitabı hediye geldi. Okuduğumda – çocukluğumda hiç masal dinlememişim gibi – koruma refleksiyle hareket ettim ve, “Bunları çocuğuma okuyamam,” dedim. Anlatılanlar çok korkunçtu, adeta çocuğumu mahvedecek şeylerdi ! Ben Uyuyan Güzel ’lerle, Pamuk Prenses’lerle, Disney klasikleriyle büyümüştüm. Dolayısıyla çok yanlış geldi bana. Biz ebeveynlerin de okur olmayı öğrenmemiz gerektiğini daha sonra anladım.
Çağımızın ebeveynleri olarak çok korumacıyız. Anne baba refleksiyle birçok şeyi planlamaya çalışıyor, çocuğumuz her şeyi tatsın, ama duyguları etkilenmesin istiyoruz. Korkmasın, korkunç şeylerle karşılaşmasın, ürkmesin diyerek çocuklarımızı neredeyse kapatmaya çalışıyoruz. Sonraları o masalları çocuklarımla birlikte okudum; başkalarını da okuduk. Artık kendileri seçip okuyorlar. Her okudukları, onlara bir şeyler katıyor. En önemlisi, onlarla iletişim kapısını açık bırakmak, korktuklarında konuşabileceklerini, sorabileceklerini bilmelerini sağlamak. Çünkü okur olmak da öğrenilen bir şey.
Hayal gücü gerektiren oyunlarda pek iyi değilim. Yaratıcı oyunlar kurgulayamam belki, ama ben de çocuklarımla sokaklarda gezer, parka gider, kitap okurum. Bu düşünceyle evde bir kitaplık oluşturmaya başlamıştım. Her yıl kitap fuarına gidiyor, yayınevi stantlarını geziyoruz. Önlerine sadece kitap koymayı değil, kitapların dünyasını sergilemeyi de önemsiyorum. Onlara, “Şunu oku, bunu oku,” demektense, seçenekleri sunup özgürlük tanımanın, seçim yapmalarını sağlamanın iyi hissettirdiğini, beni de kibrimden arındırdığını gördüm. Bir insana ne okuyacağını dikte etmek işe yaramıyor.
Yazar özgürlüğü, yayıncı uzmanlığı, okur hakkı…
MS: Edebiyat kitaplarını okumak, eleştirel gözle değerlendirmek, zihnimizde izler yaratmasını sağlamak çok değerli bir entelektüel faaliyet. Oysa toplumsal eğilimimiz, derinlemesine düşünmemekten yana. Sorgulamak yerine hemen suçlamaya yöneliyoruz; kulaktan dolma da olsa her şeyi bildiğimizi sanıyor, her konuda rahatça fikir yürütüyoruz. Dolayısıyla şimdi ben de, yazarın özgürlüğü, yayıncının uzmanlığı ve okurun hakları gibi üç temel noktaya değinmek istiyorum.
Yayıncının uzmanlığı çok önemli, yazarın özgürlüğü kadar önemli. Yazar her şeyi yazabilir. Yaratı sürecinde hayal ettiği, kurguladığı karakterleri, mekân ve zamanı, olayları dilediğince yazar. Yazdığının hangi yaş grubuyla en yüksek başarıyla buluşabileceğini, nasıl kitaplaşması gerektiğini belirleyecek olan, çocuk ve gençlik edebiyatında uzmanlaşmış editörüdür. Çocuk edebiyatında, editörü olmayan bir kitap kadar, uzman editörleri olmayan bir yayınevinin varlığı da mümkün değildir. Edebiyat kitaplarının künye sayfalarını incelememiz, yazarı, varsa çizeri ve/ya da çevirmeni bilmemiz gerektiği gibi, kitabı hangi editörün ve ekibinin yaptığına dikkat etmek de doğrudur.
En önemli üçüncü güç, okurlardır. Hangi yaşta olursa olsun, hakları ve özgürlükleri tanımlanmış ve sunulmuş olması gereken okurlarımız. Günümüz çocuklarının ve gençlerinin okuma ihtiyaçlarını, kendi çocukluğumuzla kıyaslayarak organize edebileceğimizi sanıyorsak çok aldanıyoruz. Bugün kırsal temalı bir kitabı, farklı dil ve anlatım teknikleriyle özel bir kurgu ve şaşırtıcı bir yazınsallıkla sunmadan, büyük kentlerde yaşayan gençlerle buluşturmak çok zordur. Çünkü onların elinde bambaşka olanaklar ve araçlar var. Çocukların ve gençlerin okuma hak ve özgürlüklerine kafa yormak, anlamaya çalışmak önemli. Bu noktada aile ve eğitimci ne yapmalı ?
ED: Bence büyükler, hem haddini bilecek hem de gücünün farkında olacak. Bu çağda çocuk yetiştirmeye çalışmak çok tedirginlik verici. Birçok konuda temeli sağlam tutup, sonrasını çocuğa bırakmanın doğru olduğuna inanıyorum. Haddini bilmekten kastım bu. Her an her yerde olmamız mümkün değil. En iyisi, açık iletişim ve çocuğa sorumluluk vermek.
Eğitim sistemimizde gücünün farkına varmak kolay değil. Bizim önce devlet okulu tecrübemiz oldu, sonra özel okula geçtik. Başlangıçta, çocuğumun beynini yıkarlar mı, istemediğim şeyler öğretirler mi, diyerek çok tedirgin oluyordum. Zamanla gördüm ki arada afallasa bile, aslında benim verdiğim temelden çok da uzağa düşmüyor. Çocuğumu bambaşka bir şeye dönüştürecek güç, eğitim sisteminde de yok. (Elbette dışa kapalı yurtlar vb için geçerli değil bu.) Bu nedenle, bir okur olarak, edebiyatın çocuğu olumsuz etkileyeceğini düşünmüyorum; o kadar korkmamalı. Her şeyi kontrol edemeyeceğimizi bileceğiz, ama bu hiç kontrol edemeyeceğimiz anlamına da gelmiyor.
Çocuk kitap okuyarak travma geçirir mi ?
İV: Çocuğa güvenmek, bizde az rastlanan bir durum. Ebeveynler sadece çocuklarına güvenmemekle kalmıyor, aslında kendilerine de güvenmiyorlar. Anne babalara, kendi çocuklarının eksiklerini bulmaya ve onları düzeltmeye çalışmak yerine, kendilerine dönmelerini tavsiye ediyorum. Çünkü kendi durumlarıyla yüzleşebilirlerse, kör noktalarının farkına varırlarsa işler kolaylaşacak. Görmek istemediğimiz taraflarımız da, fazlasıyla hassas olduğumuz noktalarımız da, çocuklarımızda ortaya çıkıyor. Bunu fark edince, kendimizdekini düzeltmek yerine ondakini düzeltmeye çalışıyoruz. Çocuğu bir uzantı gibi düşünüp, kendimizde onaramadığımız şeyleri onda onarmak için, çaresizce ve sonuçsuzca çabalayarak aslında çocukları ziyan edebiliyoruz.
Çocuk edebiyatı ve özgürlük konusu da böyle. Anne babaların, çocuklarının edebiyat duygusunu da özgür bırakabilmesi için, önce kendilerinin içsel özgürlüklerini kazanması, kendi kör noktalarını görmesi lazım. Hastalarım arasında, okuduğu kitaplardan ötürü travma geçirmiş biri yok. Çocuk bir kitap okuyarak travmatize olmaz.
“Canavarlar” her çocuğun kafasında vardır. Eğer ondan rahatça söz edemezsek, asıl o zaman canavarlar tarafından yenilip yutuluruz. Çocuk, “canavarı” ebeveyninden duyarsa, “Benim bildiğimi annem babam da biliyor. Demek ki, kötü bir şey değil,” diyerek kendini yalnız hissetmeyecektir. Çocuğu olumsuz duygulara ve durumlara bizim yanımızdayken ufak ufak alıştırmak gerek. Aşı da öyle değil midir; bebeği annesi tutar, bedenine azıcık mikrop verilir. Çocuk nasılsa “canavarı” birinden duyacak, bari sizin yanınızda, üstelik bir hikâyeden duysun. Dahası, günümüzde çoğu çocuk televizyonda katliamları, felaketleri izliyor. Edebiyatın çocuğa etkisi, travmatik derecede değildir.
“Çocuğuma bu kitabı nasıl okutursunuz ?”
MS: Gelelim öğretmenlere… Bugün edebiyatsever öğretmenlerin önerdiği birçok çağdaş yapıt var. Ebeveynin okumadığı, ama çocuğun zevkle okuduğu kitaplar. Bu kitapları bazen öğretmen kendi sınıfına öneriyor; bazen okulun bütün şubelerinde okunabiliyor.
Derken bir gün okula veli geliyor ve çocuğunun okuduğu kitapta, kendisince uygun olmayan bir karakterin bulunduğunu, beğenmediği sözler sarf edildiğini gördüğünü söylüyor. “Çocuğuma bu kitabı nasıl okutursunuz ?” diye hesap soruyor. Aslında veli, çoğumuzun çocuklukta aklına takılan, komik fanteziler kurmamıza neden olabilen bir duygu ya da durumu, tüm dünyanın beğeniyle okuduğu bir çocuk ve gençlik edebiyatı yazarının, kitabında ustalıkla işlemiş olmasına kızıyor. “Çocuğum sadece benim söylediğim şeyleri yapabilir, istediklerimi hayal edebilir,” diye düşünüyor. Sorun yine güven meselesinde. Peki, öğretmen bu veliye nasıl davranacak ?
İV: Böyle velilerle iletişimde, savunmaya geçmek işe yaramıyor. Her şeyi dışsallaştıran, her şeyin kusurunu “dışarda” arayan, dönüp kendilerine bakmayan ebeveynler gibi düşünülebilirler. Öncelikle dinlemeye, anlamaya çalışmalı. Belki o velinin, çocuğuna karşı ciddi bir öfke sorunu ya da çocuğuyla ilgili çok ciddi sıkıntıları vardır. Örneğin ölüm, ülkemizdeki pek çok insan için konuşulası bir şey değildir. Bunun nedeni, maalesef Türkiye’de ölümlerin sıralı yaşanmaması olabilir. İsveç çocuk edebiyatında, ölümden bahseden çok kitap yazılabilir. Ama ülkemizde kaza kurşununa kurban gidebilirsin, kafana tabela düşebilir, trafik kazasında ölebilirsin, şehit olabilirsin… Ölüm o kadar hayatımızın içinde ve beklenmedik acı şekillerle gerçekleşiyor ki, aileler de haklı olarak çok hassas bu konuda.
“Çocuğumun felsefe okumasını istemiyorum!”
ED: Bu sadece ölüm gibi zor bir konuda yaşanmıyor. İlkokulda çocuğumun çok iyi bir öğretmeni vardı. Veliler el ele verdik ve bir sınıf kitaplığı oluşturduk. Ben “Çıtır Çıtır Felsefe” dizisini de almayı önerdim. Bir veli, “Hayır, ben çocuğumun felsefe okumasını istemiyorum !” dedi. İlk kez böyle bir şeyle karşılaşmıştım, çok şaşırdım. Önce, felsefenin ne olduğunu bilmiyor, diye düşündüm. Bana göre, “Çıtır Çıtır Felsefe”ye karşı çıkmak mümkün değildi. Öyle bir dizi ki, bence dünyada okumayan kalmasa, tüm savaşlar sona erebilirdi. Çok üzülmüştüm; o velinin çocuğu adına da çok üzülmüştüm.
İnsanların bakış açısını değiştirmek, alışkanlıklarından koparmak kolay değil. Öğretmen için daha da zor. Özellikle özel okullarda ebeveyn hemen hesap sorabiliyor. Konuyu idareye taşıma, WhatsApp gruplarında yayıp ortalığı ayağa kaldırma çok yaygın.
İV: Anne babalar belirsizlikten korkuyor. Edebiyat belirsiz bir şey, öyle başlayıp böyle bitebilir. Çocuklarıyla ilişkilerinde de belirsizlikten korkuyorlar. Başlangıçta ne yapılacağını bilmelerine rağmen, sonra her şey kontrolden çıkacak sanıyorlar. Kitaptaki herhangi bir şeyin beğenilmemesi de bundan. Oysa, farklı duyguların, sözlerin bir aradalığıdır değerli olan.
ED: Ebeveynler de, eğitimciler de çocukların ne okuması, ne okumaması gerektiğini konuşuyor. Bunlar hep çocukların gıyabında konuşuluyor. Oğlum okumaya, “Kaptan Düşükdon’un Maceraları” dizisiyle başlamıştı. Dizi inanılmaz komikti, evde ağzına alamadığı bir sürü sözcük vardı ve elbette, öğretmeninin yasaklı kitaplar listesindeydi. “Saftirik Greg’in Günlüğü” de öyleydi. Öğretmenler çocuklara kitap yasaklamakta daha dikkatli, daha ketum olmalı bence. Onlar da bu gücü kendilerinde görmemeli.
Okur hakları da çok önemli. Roman Gibi (Daniel Pennac) adlı kitabı yeni okudum ve etkilendim, kendime güvenim arttı. Kitabı yarım bırakma hakkı, tekrar tekrar okuma hakkı, çöplenme hakkı… böyle haklar varmış ! Çocuklarıma, “Sürekli çizgi roman okuyorsunuz !” diye söylenip duruyordum. Çocukları özgür bırakmak, kitapları erişilir kılmak, her yerde bulunmasını sağlamak değerli. Küçüklükten itibaren çantada, başucunda bulundurulan, hayatın içine yedirilen kitaplar, çocuğu da hayatın içine katıyor.
MS: Velinin öğretmeni dinlemesi, çocuğuna da, öğretmenine de güvenmesi çok önemli… Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2017 sonunda açıkladığı verilere göre, Türkiye’de 990 bine yakın öğretmen çalışıyor. Bu sayının %56,9’u kadın. Devasa bir nüfus bu; Türkiye’nin en büyük örgütü diyebiliriz. Entelektüel donanıma sahip olması beklenen, özel bir meslek grubundan söz ediyoruz. Doğallıkla edebiyatı takip etmek, bilmek, okumak zorundalar. Çünkü, ülkenin her ânında ve geleceğinde doğrudan etkili ve belirleyici konumdalar. Beğenelim beğenmeyelim, resmi eğitim stratejilerinin doğrudan uygulayıcısı onlar. Ya mesleklerinin gerektirdiği donanıma uygun davranıyorlar ya da pek bir şey yapmıyorlar. Aile, sahip olduğu kültürel dokusu ve değerleriyle çocuğunun neyi okuyup neyi okumayacağını belirleyebilir, ahlaki gelişimini biçimleyebilir.Ancak, çocuğun entelektüel gelişiminden sorumlu olan öğretmendir. Ailenin ve öğretmenlerin müthiş bir dengeyle birlikte yürümesi gerekir. Bunu yaparken, kendimizi otosansür canavarından da korumamız kaçınılmaz önemdedir.
Sanat ve edebiyatın, denetimin değil, eleştirinin konusu olduğunu anlamakta zorlanıyoruz. Konu, sanat ve edebiyatsa, denetlenebilir, yasaklanabilir bir alanda değiliz; ancak eleştirebiliriz. Ama eleştirinin de bir adabı olması gerektiğini ve en etkili eleştirinin, bir yazarı, bir kitabı rafta bırakmak, okumamak, önermemek olduğu unutulmamalıdır.
Edebiyat okuyarak özgürleşmek, mümkün mü ?
İV: Öğretmenin çocukta geliştireceği en yararlı özellik meraktır. Çocuk, ancak merak ederse kitap okuyacak ya da kendisi bir şeyler yazmak isteyecektir. Bunun için kısıtlayıcı olmamak, yine temel noktadır. Çocuk aklındakini ifade edebildiğinde ve biz de ondan etkilenmeye açık olabildiğimizde, “Bende ilginç bir şey var, yoksa bile ilerde olabilir,” diyerek daha güvenli bir düşünce mekanizması kurabilir.
Edebiyat okumak hepimizi özgürleştiren, duygularımızla buluşturan en önemli fırsatları sunar. Bu içsel özgürlük, kendi duygularının farkına varmayı, kendine güvenebilmeyi sağlar. Bu gücü kullanabilmek, insanı en ağır dış etkenlerin bulunduğu ortamlarda bile ruhen koruyabilir. Kendi terapi yöntemini geliştirmiş önemli bir psikiyatrist olan Viktor E. Frankl, Nazi kamplarından en az ruhsal travmayla kurtulabilen biri. Frankl, insanın içsel gücü sayesinde, dış dünyadaki her türlü baskıya, zorluğa rağmen sağlam kalabileceğinin kanıtıdır. İçinde bulunduğumuz zor zamanlarda okuyarak, çocuklarımıza ilgileri doğrultusunda daha çok kitap okutarak özgürleşmek, çıkış yolumuz olabilir.
MS: Çocuk edebiyatının özgürleşmesi için sorumluluklar üç aktörde toplanıyor: Yaratıcı yazarların yüksek verimi, uzman yayınevlerinin nitelikli kitaplar yayımlaması ve entelektüel buluşturucular. Sorumluluğu en büyük buluşturucular; öğretmenler, kütüphaneciler, kitapçılar, üniversiteler ve medya.
Çocuk okurun özgürleşmesi için sorumluluklarımız neler ? En önceliklisi, merak duygusunu harlamak, merak eden, soru soran çocuktan korkmamak. Okuyan çocuğa, sürekli yeni ve nitelikli seçenekler sunmalıyız – ki bunu yapabilmek için biz de biliyor olmalıyız. Daha önce okuduğu, sevdiği bir yazarın yeni kitabı çıktığında bunu ona biz müjdelemeliyiz.
Okumaya direnen çocuğun başına ne geldiğini anlamaya çalışmalıyız. Son 25 yılım, okumaya direnen çocuklarla geçti. Ülkenin her noktasında ve başka ülkelerde, böyle çocuklarla bir araya geliyorum. En merak ettiğim, onlarla en çok konuşmaya çalıştığım bu: Başına ne geldi ki, daha bu yaşında okumaya bu kadar direniyor ? Çocuklara zorla bir şeyler okutmaya çalışmak ya da onlardan vazgeçmek yerine, onlara ne olduğunu anlamalıyız. Edebiyattan korkmadan, daha çok kitabı keyifle birlikte okuyabilmenin, kendi kitaplarımızı özgürce arayıp bulmanın yolunu açmak bizim elimizde.