Yaşam İçin Eğitim: Niçin ve Nasıl ?
Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Direktörü, eğitim uzmanı, analist Batuhan Aydagül, 20 yılı aşkın deneyimiyle, eğitim sistemimizin bugününe ve yarınına ışık tutacak gözlem ve görüşlerini paylaşıyor.
“İyi insan yetiştirmek” ifadesinin altını çizerek başlamak istiyorum. Çünkü, insanlık 20. yüzyılın sonuna geldiğinde, çok önemli bir soruyu net olarak cevaplayamadığını fark etti. “Çocuklarımızı niçin okula gönderiyoruz, niçin eğitim istiyoruz ?” sorusuydu bu. Özünde, ekonomik ve siyasi bir tasarım olan eğitim, 1950’lerden sonra insan hakları çerçevesinde güçlü bir şekilde gündeme getirilmiş, bireyin ve çocuğun öne çıkmasıyla da pusulasını biraz şaşırmıştı. Eğitim Reformu Girişimi’nde (ERG) bu soruya, “eğitim yaşam için” diyerek cevap veriyoruz.
Peki, 21. yüzyıl becerileri bu soruya nereden yaklaşıyor ? 21. yüzyıl becerileri diyerek somutlaştırdığımız ve popülerleştirdiğimiz yaklaşım bize bir yol sunarken, acaba riskler de getiriyor mu ? Bu risklerle mücadele etmemiz için nasıl bir yol izlemeliyiz ?
Eğitim Reformu Girişimi (ERG) neden kuruldu ?
ERG’nin kuruluş amacı, aslında çok açık ve netti. Türkiye’nin genç bir nüfusu vardı ve bu nüfusun bir avantaj olabilmesi için, nitelikli eğitim alması gerekiyordu. Dahası, nitelikli eğitim gereksinimi, 2000’lerin başında kamuya bırakılamayacak kadar önemli bir meseleydi. O halde, kamu ve kamu dışı aktörlerin bir araya gelmesi, veriler ve araştırmalar ışığında, katılımcı bir süreçte birlikte çalışması önemliydi.
Yola çıkarken, “nitelikli eğitim” dedik. Ancak, “nitelik” sözcüğünü nasıl tanımladığınıza göre, hedefiniz de çok değişebiliyor. Biz niteliği, günümüzde de geçerli olacak biçimde, “aktif yurttaş” olarak belirledik. 18 yaşında, temel eğitimini bitirmiş bütün gençlerin, yaşama, yaşamaya aktif birer yurttaş olarak katılmasını hayal ettik.
Aktif bir yurttaşın sahip olmasını arzu ettiğimiz en belirgin özellik, insan haklarının ve kendi haklarının bilincinde olması ve gerektiğinde savunmasını bilmesi, ama bununla yetinmeyip, yanındakinin de hakkını saygı duyarak koruyabilmesidir. Aktif yurttaş, gazetede bir haber çıktığında, onu eleştirel okuma süzgecinden geçiren, arkasındaki argümanı ve delilleri sorgulayabilendir. Herkesin, özellikle de otoritenin her söylediğine körü körüne inanmayan bireydir.
“Buradayım ve çözüm için bir şey yapabilirim.”
Aktif yurttaş, tanımadığından korkmuyor; aksine, tanımadığını tanıma cesareti var. Aktif yurttaş, “yapabilirim” hissini kaybetmemiş, kendi derdine bir başkasından çözüm beklemeyen, “Evet, ben de buradayım ve çözüm için bir şey yapabilirim,” hissini taşıyan bireydir.
21. yüzyıl becerileri ile aktif yurttaş arasındaki ilişki nasıl ? İnsanlık, çok sayıda ülkenin eğitim anlamında geride olduğuna, 1990 ve sonrası yıllarda uyandı. Bunun üzerine, 1990 yılında Tayland’da düzenlenen “Herkes İçin Eğitim” başlıklı konferansta, geri kalan ülkelerin, çok yakın dönemde eğitim hedeflerini tutturarak ilerlemesi için hedef kondu. Türkiye de bu kervana katıldı. 1997’deki eğitim reformu öncesinde, temel eğitimin beş yıldan sekiz yıla çıkması için gereken ivme o dönemde kazanıldı.
1995’te, gelişmekte olan ülkeler de konuya uyandı. Uluslararası alanda öğrencilerin matematik ve fen başarısını ölçen TIMSS (The Trends in International Mathematics and Science Study) adlı sınav ilk kez 1995’te yapıldı. 1999’da, bu kez OECD (Organisation for Economic Co-operation and Development – Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü ) üyesi zengin ülkeler de uyandı ve ilk PISA (Programme for International Student Assessment – Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) ölçümü 1999’da gerçekleştirildi.
PISA neden yapıldı ve niye OECD tarafından yapıldı ? Dünyanın kalkınmış ülkeleri şu soruyu sormaya başladılar: Elimizdeki eğitim, uzun vadede dünyanın değişimine uygun nitelikli insan gücü verebilecek mi, veremeyecek mi ? Hemen peşinden 2001’de ilk PIRLS (Progress in International Reading Literacy Study – Uluslararası Okuma Becerilerinde Gelişim Çalışması) düzenlendi. Amaç, eğitimin uluslararası okuma yazma becerisini ölçmekti.
Eğitimde 21. yüzyıl becerileri
İnsanlık, 21. yüzyılın gereksinim duyacağı becerileri, 1990’ların sonlarında, 2000’lere girdiğinde konuşmaya başlamıştı. 800 ülke ve 400 akademisyenin bir araya gelerek yarattığı, bu becerilerin öğretilmesi ve ölçülmesi girişimi gerçekten de çok önemli. Bir eğitimci, öğretmek istediği şeyi ölçmeli. Çünkü, ancak ölçebildiği bir beceriyi daha iyi öğretebilir. 21. yüzyıl becerilerinin tek başına bize ışık olması yetmiyor, onu nasıl öğretebileceğimizi ve ölçebileceğimizi de tartışmak gerekiyor.
Söz konusu becerilerin, eleştirel düşünme, problem çözme ve karar alma gibi, aktif yurttaşlığı hatırlatan bir çerçevesi var. Bu noktada, yerel ve küresel yurttaşlık, kişisel ve sosyal sorumluluk, kültürel farklılık ve etkinlik ön plana çıkıyor. Türkiye gibi, zaten var olan Anadolu kültür mozaiğinin yanı sıra göçmenlerle, sığınmacılarla yaşamaya da alışmış bir ülke için bu kültürel etkenler çok önemli.
21. yüzyıl becerilerinin çerçevesi, gerisinde Dünya Ekonomi Forumu’nun bulunduğunu gösteriyor. Haliyle, ekonomik argümanların arkasındaki itici güçten yararlanıyor. Bu bağlamda, iki şey daha önem kazanıyor: Azim ve uyum. Sert ekonomik getiriler için kullanacağımız beceri setlerinin dışında, arka plandaki beceri setleri de var. Bu biraz da endişe verici bir durum. Çünkü bu setler, “süper insan” reçetesi dışında bir şey ifade etmiyor. Dahası, bu becerilerin hepsine sahip olmak ve hepsinde iyi olmak da çok zor.
Bahçıvan mı, marangoz mu?
Alison Gopnik, bir psikoloji ve felsefe profesörü. The Gardener and The Carpenter (Bahçıvan ve Marangoz) adlı kitabında, güncel ebeveynlik yaklaşımlarını eleştiriyor. Gopnik, ebeveynlerin geldiği noktanın, marangozluğa benzediğini belirtiyor. Üretim hazırlığında, tahtaları ve çivileri bir araya getirmeye çalışan, şekil vermeye, yontmaya çalışan bir marangoza… Bahçıvan ise, sadece toprağıyla ilgili, sulamak ve bakımını yapmak gibi minimum gereklilikleri yerine getirir. Gerisi; etkileşim, fotosentez, rüzgâr, yağmur, hava durumu gibi, kontrol edemediği etkenlere bağlıdır.
Gopnik ebeveynlere, “Marangoz değil, bahçıvansınız,” diyor. Çocukların güvende olması ve sevgiyi alması yeterli; gerisi onların rahat bırakılması gereken alandır. Genelde dünyanın eğitime bakış açısı da artık bu yönde.
Ebeveynlerin çoğu, çocuklarıyla ilişkisinin ötesinde, eşya tarif eder gibi insan tarif ediyor. İşte o zaman, öğretimin dışında eğitimi de düşünmelidir. Bu noktada, “Niye eğitim ?” diye sorulduğunda, “Eğitim, yaşam için ve eğitimi yaşatabilmemiz için,” demeliyiz.
Platon, “Kalbi eğitmeyen, sadece aklı eğiten eğitim eksiktir, yetersizdir,” diyor. Edebiyatın devreye girdiği yer tam da burasıdır. Kalplerimizi eğitmeye eskisinden daha çok ihtiyacımız var. Çünkü, insanlığın eline geçen araçlar giderek güçleniyor ve o araçları kullanacak bireylerin, dünyayı ne kadar tanıdığı ve anladığı da önem kazanıyor.
Hayata tutunacak anlamı olmak
David Lewis’in Dürtü (Impulse) adlı kitabı, bir insanın iç motivasyonunun güçlü olması için gereken üç özellikten söz ediyor. Birincisi; otonomi, özerlik, yani “yapabilirim” hissi. İkincisi, uzmanlık. Yaşamda asgari düzeyde var olabilme becerisi denilebilir. Üçüncüsü, amaç ve anlam ki, benim için çok önemli. İlginçtir, 21. yüzyıl becerilerinin de hissettirdiği gibi, çok fazla mutluluk odaklı olmaya başladık. Mutlu olmamız, mutlu yaşamak, mutlaka mutluluğumuz esas hale geldi. Soykırımdan kurtulan Avusturyalı nörolog ve psikiyatrist Viktor Emil Frankl, Hayatın Anlamı ve Psikoterapi adlı kitabında, Toplama kampında, hayata tutunacak bir anlamı olanlar yaşadı,” diyor. Mutluluk, almakla ilgiliyse, anlam da daha çok vermekle ilgilidir. Oysa insanlık bugün sadece almak ve tüketmek istediği bir dünyanın peşinde.
Geçtiğimiz günlerde lise öğrencileri için düzenlenen bir kariyer gününde onlara, “Hayatta ne yapmak istersiniz ?” diye sordum. Çok şey yapmak istiyorlardı; iyi şeyler, mutlu edecek şeyler, güzel şeyler… Ancak bunları, yapmak istedikleri şeyin ardındaki anlamın yeşermediği bir zeminde istiyorlar.
Bugün artık heterojen sınıflara ve okullara ihtiyacımız var. Birbirine benzeyen öğretmenler ve öğrencilerin bir okul çatısı altında öğrenim görmesi, uzun vadede uygulamaya çalıştığımız “yaşam için eğitim” amacı açısından çok dezavantajlı. Dahası, eğitim ve öğretimin değişmesi bir zorunluluksa, asıl soru ne yapılacağı değil, nasıl yapılacağıdır.
Öğretmene gücünü iade etmek, daha da güçlenmesini sağlamak !
Eğitim ve öğretimi, artık sadece okul yapsın istiyoruz. Okul bu yükün altından kalkamayınca da onu günah keçisi ilan ediyoruz. Bütün bunların içinde, öğretmene dönüp, Sen eksiksin !” diyerek parmak sallamak mümkün değil, anlamsız da. Yoksa Türkiye’nin eğitim sistemi, Titanik gibi çoktan batmıştı. Eğer eğitim sistemimiz bugün hâlâ batmamışsa, işe, öğretmenlerimize hak ettikleri değeri vermekle başlayabiliriz.
Öte yandan, tepeden inme çözümlerle bu işin olamayacağını da kabul etmeliyiz. Sosyal medyada ya da basında, “Aileler şunu yapsın, öğrenciler bunu yapsın !” diyerek reçete oluşturan ve nefretle konuşup yazanlar var. Oysa öncelikle, “yapabilirmiş” hissiyle insanlara kendi reçetelerini yazdırabilmemiz gerekiyor.
ERG’nin Öğretmen Ağı, öğretmenlerin bireysel ve mesleki gelişimleri için beslendikleri ve besledikleri bir etkileşim ortamıdır. Bu ağ, öğretmenlerin bireysel ve mesleki gelişim yolculuğunda aktif ve yaratıcı birer katılımcı olmaları ihtiyacından doğmuştur.
Çünkü reçete oluşturarak ve tepeden bakarak değil, ancak öğretmene gücünü iade ederek, güçlenmesini sağlayarak ilerleyebiliriz.
Eğitim yaşam içinse ve yaşamın içinde aktif olacaksa; aktif yurttaşların yetişmesi için birlikte çalışacaksak, önce aktif yurttaşlardan beklediğimiz bütün özellikleri ve becerileri sahiplenmeliyiz. Ardından da hep beraber çalışmalıyız. Eylem içindeysek, eylemin, umudu da getirdiğini unutmamalıyız. O zaman, belki herkesin şikâyet etmek kadar, “yapabilirim” hissiyle tekrar barışıp eyleme geçmesi ve eylemle umudu yaşatması mümkün olabilir. Unutmayalım, umut en son ölür.