“Çocukların soruları dünyayı değiştirebilir.”
34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı kapsamında, yazar Müge İplikçi, reklamcı ve yazar Tolga Gümüşay, Günışığı Kitaplığı Genel Yayın Yönetmeni ve yazar Mine Soysal,“Her Yaşa Edebiyat” başlıklı panelde bir araya geldiler.
Hem çocuklar, hem gençler, hem de yetişkinler için kitaplar yazan üç yazarı buluşturan, 7 Kasım’daki “Her Yaşa Edebiyat” başlıklı panelin yöneticiliğini yapan Soysal, panelistlerden, önce kişisel yazarlık deneyimlerini anlatmalarını istedi.
Türkiye gibi bir ülkede yaşamanın yanı sıra kalem kâğıtla ilgili olmanın, yazar olmak için başlı başına bir çıkış noktası olduğunu belirten yazar Müge İplikçi yazarlık motivasyonunu şöyle vurguladı: “Sanırım yaşamla bir derdim var, kalem ve kâğıtla kurduğum ilişkinin arka planında yaşama kendini oturtma çabası ve biten her kitapta, ‘Yine olmadı, başka bir kitap daha yazmalıyım,’ noktası beni fişekliyor. Çok soru ve sorun var, ama aynı oranda da o soruların cevabını bulma enerjisi var. Edebiyatçı olmak, 2015’in Türkiye’sinde en yapılacak iştir. Biz yazarlara, bir şeyleri tekrar tekrar, hatta yüz defa anlatmak rolü düşüyor. Bu rol, Tanzimat’tan bu yana hepimizin sırtında.”
“Bu karanlık bitecek!”
Yetişkinler için yazan biriyken, çocuklar için yazdığı ilk kitap olan Uçan Salı’yla çocuklara da seslenmeye başladığını belirten İplikçi, çocukluk ve gençlik yıllarındaki kitap ve kitap fuarı deneyimini aktardı: “Çocukluk ve gençlik yıllarımı düşündükçe, 12 Eylül’ü hatırlıyorum. Karanlık, ama gençliğin heyecanını yaşadığımız dönemlerdi. Kitap fuarı Tepebaşı’nda, ilk açıldığında, ‘İşte şimdi değişecek, bu karanlık bitecek! Kitaplar öne geçiyor. Kültür hayatı, bu erozyona uğramış, bu bahtsız coğrafyanın farklı bir noktaya varması için bir adım olacak,’ diye düşünmüştüm. Fuardaki o kalabalık, o otobüs kuyruğunu hatırlatan havasız ortam, bana inanılmaz bir keyif sunmuştu. O gençlik, kitaplarla güzeldi; yazar olacağımı hayal etmekse çok daha güzeldi.”
Genç karakterlerin hikâyelerini işlediği kitaplarıyla tanınan yazar Tolga Gümüşay, her yaş için yazabilmesini edebiyatın doğasına bağladı: “Milan Kundera, ‘Romancı, var oluşun kâşifidir,’ der. Yazarlık da insanın var oluşunu ve şiirselliğini keşfetme süreci, yolculuğudur. Bu yolculukta edebiyat, var oluşumuza neresinden, hangi yaştan, nasıl bakacağımıza ilişkin bir özgürlük tanıyor. Bu nedenle edebiyat, var oluşu gereği, her yaşa uygundur.”
Yazar Mine Soysal da, her yaşa yazabilmenin yazara etkisini şu sözlerle özetledi: “Çocukluğumu ve ilkgençlik yıllarımı çok hatırlayan biriyim. Yazarken, çalışırken, sürekli, ‘Böyle bir durumda bir çocuk, ergen ya da genç ne düşünür, zihnini nasıl çalıştırır?’ diye düşünüyorum. Zamanında kafasının dikine giden çocuğun, bir gün değişecek olan dünyasını kurma sürecinde, aslında ne gibi kısıtlılıklar, önyargılar, aymazlıklar içinde debelenmekte olduğunu hatırlamak yazarın kalemini çok etkiliyor, hızlandırıyor, bazen de hiçbir şey yazdırmıyor.”
Nasıl bir okur?
Tolga Gümüşay, farklı yaşlara yazan bir yazarın nasıl bir okur düşleyeceğini cevaplarken, çocuklar ve gençler için yazmadığını, çocuklar ve gençler hakkında yazdığını vurguladı: “Ne okuru ne de yazar olarak kendimi düşünüyorum. Öncelikle karaktere odaklanıyorum, onun gözünden anlamaya çalışıyorum evreni.” Gümüşay, çocuğun metinle özdeşleşmesi için de “onlar hakkında” yazmaya çalıştığını; karşı tarafı düşünmenin, reklamcılıkta işine yaradığını, ancak bu yöntemin edebiyatta büyüyü bozabileceğini belirtti.
“Farkındalığımızı artıran bir serüven aslında yazmak,” diyen Mine Soysal, asıl mesleği olan arkeolojiden örnek verdi. Arkeolojide buluntuların çok önemli olduğunu, ama kendisinin buluntu yerine, hep onun anlattığı öyküyü merak eden biri olduğunu söyledi. “Bir insanın kötü ya da iyi olması beni ilgilendirmezdi, neden kötü ya da neden iyi olduğu ilgilendirirdi. Çocukların soruları –eğer sormalarına izin verilirse– yetişkinlerin önyargıyla kurdukları dünyayı değiştirebilir. Öncelik her zaman çocukların isteklerinde, sorularında, hayallerinde ve umutlarında olmalı. Edebiyat eğer bir işe yarayacaksa, önce çocukların ihtiyacını karşılamak zorundadır.”
Okurunu arayan yazarlar listesinde olduğunu söyleyen ve Oğuz Atay’ın, “Ben buradayım, sen neredesin ey okur!” alıntısını hatırlatan Müge İplikçi, kendi açmazlarından ürkmeyen, kendine iyi davranan, kaybetmekten korkmayan,kendini aşma hayalini içinde barındıran, düşünceyi yaratıcılıkla bütünleştirebilen, hayal etmenin pek çok gerçekle buluşmak anlamına gelebileceğini ve dünyanın katı gerçeklerinin hayallerle değişebileceğini umut eden bir okur beklediğini anlattı.
Okur kimliği ve önyargılar…
Mine Soysal, “Edebiyatı tüketecek bir çocuğun ve gencin okur kimliğini kurabilmesi için, özgürlüklere, özgürce kitapları karıştırmaya, seçimler ve denemeler yapmaya, bazen de yalnız kalmaya ihtiyacı var,” cümleleriyle, yazar kadar çocuk ve genç okurun da sahip olması gereken özgürlüğün altını çizdi.
Panelistler, Soysal’ın, “Çocuk ve gençlik edebiyatı kitaplarını yetişkinlerin okumayacağı yönünde bir önyargı, büyük bir yanılsama var. Oysa çocuk ve gençlik edebiyatı kitapları, küçüklerin de büyüklerin de okuyabilecekleri kitaplar anlamına geliyor. Bu noktada önyargılarımızdan ciddi anlamda geri durmamız, aklımızı değiştirmemiz gerekiyor,” cümlelerinde hemfikir olarak oturumu sonlandırdılar.