Çocuklukta edebiyatın kazanımları

“Bir kitap, korkulara sahip olan ya da bedenimden, hayatımdan, ailemden, ülkemden ve içinde bulunduğum durumdan rahatsız olan tek kişinin ben olmadığımı bana söyleyebilir. Bu, yalnızlıkla mücadele etmenin en iyi yoludur.”

Size kitaplarla, özellikle de çocuk ve gençlik kitaplarıyla ilgili deneyimimden söz etmek istiyorum. Günümüzde otosansür denilen bir risk var. Otosansürle neyi kastediyoruz? Yalnızca editörlerin değil, yazarların da ebeveynleri, öğretmenleri, eğitimcileri ve diğer yetişkinleri memnun ettiklerinden emin olmak için, yazdıklarına getirdikleri birtakım sınırlamalardan bahsediyoruz. Bunu kesinlikle asıl okur kitlelerini oluşturan çocukları ve gençleri düşünerek yapmıyorlar.

Kitabın yarısını yazar, yarısını da okurlar yazar.

Günümüzde kitaplar genellikle, sözde bir mesaj etrafında yazılıyor. Bunlar, hiç hoşlanmadığım ve genellikle de yazmamaya çalıştığım türden kitaplar. Bu tür kitaplar hemen kendini belli eder. Önceliği mesaja verdikleri için bu kitapları hemen tanıyabilirsiniz, ama bu yanlıştır. Kitabın önceliği, hikâye ve karakterler olmalıdır. O zaman, mesaj değil ama içerik kendiliğinden gelir. Okumayı sevdiğim ve umarım yazmayı da becerdiğim kitaplar, bir mesaj değil bir hikâye etrafında dönen kitaplardır.

Bir mesaj vermek uğruna kitap yazarsanız, okurlarınızı geçici bir süreliğine manipüle edebilirsiniz, onlara bazı şeyler öğretebilirsiniz. Hikâyeden başlamanızsa oldukça farklıdır, çünkü bir kitap önceden belirlenmiş bir mesaj vermemelidir. İyi bir hikâye, okuru, hikâyeden beğendiği şeyleri seçme konusunda özgür bırakmalıdır; çünkü bunu ancak okurun kendisi yapabilir. “Genelde, kitabın yarısını yazar, yarısını da okurlar yazar,” derim. Bu nedenle, çocuklarımızı kitaplarda arayıp bulabilmeleri için özgür bırakmalıyız.

Okullarda kitapları kullanıyoruz ve bu çok iyi, çünkü böylece okumak bir tür alışkanlık haline gelebilir. Ancak en azından benim ülkemde ve bildiğim kadarıyla diğer ülkelerde, belki sizin ülkenizde de, okulda okutulan kitaplara yönelik şöyle bir eğilim var: İtalya’da çocukların kitabı okuduktan sonra “Yazarı kim?”, “Kitabın ana teması ne?”, “Lütfen kısa bir özet yazın,”, “Ana karakterler kim?”, “İkincil karakterler kim?” ve benzeri sorular içeren bir sınav kâğıdı doldurması isteniyor. Dürüst olmak gerekirse, okuma tutkusunu öldürmenin en iyi yolunun bu olduğunu düşünüyorum.

Düşünün ki, bir arkadaşınızla sinemaya gidiyorsunuz, heyecanla beklediğiniz bir filmi izliyorsunuz ve sinemadan çıktığınızda biri size, “Lütfen bu formu doldurun. Yönetmen kim? Oyuncuların isimleri nedir? Bu filmin anafikri nedir?” diye soruyor. Ben olsam, “Tamam, tamam, böyle bir iş yapmam gerekiyorsa bir daha asla sinemaya gitmem,” derdim.

Öğrencilerle yeni ve farklı yollar denemek…

Eğitimcilerin ve öğretmenlerin, öğrencilerin kitabı gerçekten okuyup okumadıklarını ve hikâyeyi anlayıp anlamadıklarını kontrol etmeleri gerektiğini biliyorum. Böyle bir ihtiyaç olduğunun farkındayım, ama bunu test etmenin yeni ve farklı yolları var. Örneğin, “Okuma Kulüpleri”nin gücünü bir düşünün. Bu kulüpler birçok İtalyan okulunda var ve oldukça etkililer. Bir kitabı tartışmak için gençleri bir araya getirmenin bir yolu… Bu şekilde, bir öğretmen kitabın okunup okunmadığını, anlaşılıp anlaşılmadığını görebilir. Ve birçok kez şahit olduğum bir gerçek var: Kitabı okumayanlar tartışmaya katılamadıkları için çok üzülüyorlar. Demek ki okullarda, bir kitap ya da öykü üzerinde farklı şekillerde de çalışabiliriz.

Kitap kapağını yeniden tasarlamayı düşünün mesela… Elimizdeki kitap kapağı, milyonlarca olasılıktan sadece biri. Bu nedenle, gençlerin yeni bir kapak hazırlaması çok ilginç ve eğlenceli olabilir. Ayrıca kitabın sonunu yeniden yazabilirler, değiştirebilirler. Hikâye için ne istediklerini düşünebilirler. Hatta onlara kitabın devamını yazdırabiliriz, bir iki sayfalık bir şey olabilir; bir roman olmasına gerek yok. Sadece birkaç sayfa boyunca hayal güçlerini harekete geçirebilir ve hikâyenin devamında olacakları düşünebilirler. Kitap ismini değiştirmek için de çalışma yapılabilir.

Kitabın ismi de yine milyonlarca olasılıktan yalnızca biridir. Ve inanın bana, çocuklar kitap adı bulma konusunda çok yaratıcıdırlar; bazen iyi kitap adını bulmada editörler ve yazarlardan daha başarılıdırlar. Gördüğünüz gibi, bir kitap üzerinde çalışmanın, okunup okunmadığını anlamanın daha katılımcı yolları var.

Kötü karakterlerden korkmamalıyız!

Çocukları okur yapmak çok önemli. Kitaplar çok özeldir; bir kitap bana bu dünyada yalnız olmadığımı öğretebilir. Bana bir arkadaşın ihanetinden dolayı tek acı çekenin ben olmadığımı gösterebilir. Bir kitap, kötü giden bir aşktan mustarip tek kişinin ben olmadığımı bana hissettirebilir. Bir kitap, korkulara sahip olan ya da bedenimden, hayatımdan, ailemden, ülkemden ve içinde bulunduğum durumdan rahatsız olan tek kişinin ben olmadığımı bana söyleyebilir. Yani, yalnızlıkla mücadele etmenin en iyi yoludur. Ve bazen kitaplarda kişisel sorunlarınıza bazı olası çözümler bulabilirsiniz. Bu çözümün sizin için iyi veya geçerli ya da sevdiğiniz bir çözüm olup olmadığına okur olarak siz karar vermelisiniz.

Benim ülkemde yetişkinler, “negatif” dediğimiz kötü karakterlerden çok çok korkarlar. Bense onlardan korkmamız gerektiğini düşünmüyorum. Her zaman genç okurlarımızın yargısına güvenmeliyiz. Gençler coşkulu yargıçlardır ve bazen onlarla konuştuğumuzda, korktuğumuz gibi kötü karakterleri örnek alıp, onlar gibi davranmaya özenmek yerine, tam aksine onlar gibi olmak istemediklerini söylediklerini görürüz. Birçoğu, “O adam gibi olmak istemiyorum,” veya “Ben farklı olmak istiyorum,” der. Üstelik hikâyeler, gençlere kurban veya suçlu olmanın ya da zengin veya fakir olmanın ne demek olduğunu gösterebilir.

İtalyan yazar Umberto Eco’nun çok sevdiğim bir sözü var: “Okumayan yalnızca bir hayat yaşar. Okuyansa 5000 hayat yaşar.” Neden? Çünkü okudukları hikâyelerdeki tüm karakterlerin hayatlarını deneyimliyorlar. Yani dünyayı keşfettiğimiz, kendimizi keşfettiğimiz bir dönemde, değişen bir beden üzerinden gerçekliği ve başkalarını keşfettiğimiz yaşlarda bu deneyimler çok önemli.

Çocuklar okumaz diyoruz; bu doğru değil.

Bedenimizin de değiştiği bir dönemde, özellikle gençler için şu çok büyük bir soru: Kendi bedenimle ve değişim içinde olan diğer bedenlerle ilgili ne yapmalıyım? Yani bu, ilişkilerle ve dünyadaki yerimizle alakalı bir soru. Öyleyse, çocuklara pedagojik veya kesin bir ders içeren kitaplar değil, onların düşünmelerini sağlayan iyi hikâyeler sunmalıyız. Ve gidecekleri yolu seçerkenki muhakemelerine ve çözüm bulma yeteneklerine güvenmeliyiz. Artık onlara yol gösterirken yanlarındayız, ne arkalarında ne de önlerinde… Kendilerini ve dünyayı keşfederken onlara samimi arkadaşlığımızı sunabiliriz.

Bunlar kitapların önemi hakkında sadece bazı düşüncelerim, ama son bir noktaya daha değinmeme izin verin. Çocuklar okumaz diyoruz; aslında bu doğru değil. Onlar iyi okurlardır; biz yetişkinlerse değiliz. Bu yüzden sadece yeni nesli değil, yetişkinleri de iyi okurlar olarak yetiştirmek için bir şeyler yapmalıyız. Çünkü gençlerin kitaplara ilgi duymasının en iyi yolu, yakınlarında kitaplardan keyif alan başka bir insana sahip olmaktır. Bu bazen onların ebeveyni olabilir ya da olmayabilir. Öğretmenleri ya da eğitimcileri de olabilir. Bu nedenle, eğitimciler ve öğretmenler olarak size tavsiyem yeni ve çağdaş literatürü okumanız ve bilmenizdir.

Klasikler çok iyidir ve biz onlarla büyüdük, ama yalnızca onlara bağlı kalmamalıyız. Çağdaş edebiyatın daha farklı, daha taze bir dili olduğunu anlamamız gerekiyor. Hem daha ilgi çekici hem de gerçek hayattan konulara değinir, onları tasvir eder. Hikâyeyi farklı yollardan ve farklı bir ritimde anlatır. Daha büyük bir hevesle ve kolayca okunabilirler. Kolay, sıradan anlamına gelmez. Kolay, bir hikâyeyle bütünleşmek ve ondan zevk almak konusunda kendimi rahat hissettiğim anlamına gelir. Dolayısıyla çağdaş kitaplar, gençlerin, kitapların arkadaş olabileceğini keşfetmelerine yardımcı olur…