Kitapları, çocuğun boyuna, huyuna, karakterine göre seçmeli.

Kitapları, çocuğun boyuna, huyuna, karakterine göre seçmeli.

“Biz öğretmenler okuduğumuzu öneriyorsak, önce o kitaba güveneceğiz. Kitapla ilgili karşımıza çıkacak soruları, sorunları önceden tespit ederek, onu savunabileceğiz. En olumsuz koşulda bile önerdiğimiz kitabı, yayınevini, editörünü, belki çizerini savunabilir, veliden gelecek herhangi bir tepkiyi göğüsleyebiliriz.”

Mine Soysal: Burdur Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Ortaokulu Türkçe öğretmeni, sevgili eğitimci arkadaşım Osman Yetkin Özkan ile birlikteyiz. Okullar kitap listeleri kullanıyor ve birçok öğretmen, öğrencilerine kitaplar önermeye çalışıyor. Öncelikle okullar, edebiyat (kurgu) kitaplarıyla, kurgu dışı (bilgilendirici, didaktik) kitaplar arasında ciddi bir ayrım olduğunu ve bu iki grubun yayıncılığın çok önemli bambaşka alanları olduğunun farkındalar mı?

Osman Yetkin Özkan: Bence eğitimciler bu iki tür arasındaki farkı tam bilmiyorlar ve çoğunlukla kurgu dışı, didaktik kitapları tercih ediyorlar. Didaktik kitaplar bazı zamanlarda çocuklara yön vermek, bir şeyler öğretmek adına okutulmalı tabii. Ama tercihler sadece didaktik kitaplardan yana olursa başka sorunlar ortaya çıkabiliyor. Çocuklar kitapları tek bir açıdan okuyor, farklı bakış açıları ve eleştirel yaklaşım kazanamıyorlar.

Didaktik kitaplarla yetinmeden ve çok da geç kalmadan çocukları edebiyat kitaplarıyla tanıştırmalıyız. Çünkü kurgu kitaplar öncelikle çocukların hayal kurma becerilerini geliştiriyor. Hayal edebilen çocuklar düşünmeye de başlıyorlar. Günümüzde çocuklar bilgiyi her yerden edinebiliyorlar. Einstein, “Bilginin sınırı vardır, ama hayal etmenin sınırı yoktur,” diyor. Bilgiyi didaktik kitaplarla öğretiriz, ancak hayalleri sınırlandıramayız. Bu anlamda, çocukları erkenden edebiyat kitaplarıyla, kurgu kitaplarla tanıştırmalıyız.

“Bizler birer tur rehberi gibiyiz.”

MS: Okullarda önerilen edebiyat kitapları hangi yöntemlerle belirleniyor? Bizim bildiğimiz, ya Eğitim Bakanlığı’nın seçimleri dikkate alınıyor ya da zümreler kitapları inceliyor, okuyor, kendileri karar veriyor. Meslektaşlarından edindiği hazır öneri listelerine güvenenlerin sayısı da hayli çok ülkemizde. Kendi gözlemim, öğrencileri için bağımsız önerilerini belirleyebilen öğretmenlerin sayısının hâlâ çok az olduğu yönünde. Siz hangi yöntemi, neden tercih ediyorsunuz?

OYÖ: Saydığınız hazır kaynaklara, sosyal medyada dolanan “Şu 10 kitap mutlaka okunmalı” gibi listeleri de eklemeliyim. Öğretmenlerin çoğu, bazen yazarların bazen başka alanlardan bilinen isimlerin belirlediği bu gibi listeleri yeterli buluyor.

Ben öneri kitaplarımı belirlemeden önce, özellikle yaz tatili başlarken çeşitli yayınevleriyle görüşüyorum. Yeni basılan kitaplarını alıp okuyorum, hangi konular nasıl işlenmiş, kitabın yer verdiği dertler ne, öğreniyorum. Sonra kendime göre bir sınıflandırma yapıyorum. Biz öğretmenler birer mihmandar olmalıyız; çocuklarımızı tanıştıracağımız kahramanları önceden tanımalı, gideceğimiz yeri önceden gezip görmeliyiz diye düşünüyorum. Bizler birer tur rehberi gibiyiz. Misafirlerinizi tarihi, doğal güzellikleri olan bir yere götüreceksiniz, ama orayı siz de ilk kez misafirlerinizle birlikte geziyorsunuz. Nerede ne yenir, bilmiyorsunuz; nereler mutlaka görülmeli, bilmiyorsunuz. Siz de o gün sorup öğrenmeye, keşfetmeye çalışıyorsunuz. Doğru yöntem bu değil. Çocuklarımıza –yani misafirlerimize– onlara göre kitaplar sunmak için, kitap listelerimizi önceden okuyarak belirlemeliyiz.

Yıllarca paylaşılan aynı eskimiş listeler…

MS: Sanıyorum bu okuma listeleri genellikle iki çeşit oluyor: Akademik yıla dağıtılan zorunlu okuma kitapları ve yarıyıl ya da yaz tatili için öneri kitap listeleri. Siz bu zorunlu listelerle, öneri kitap listelerini nasıl değerlendiriyorsunuz ve nasıl kullanıyorsunuz?

OYÖ: Ben zorunlu olan her şeye karşıyım. Çocuklara kitap okumanın zorunlu olduğunu hissettirmemek gerekiyor. Öğretmenlerin çoğu maalesef uzun zamandır değişmeyen kitap listelerini elden ele dolaştırıyor. Yazıldığı kâğıt bile eskimiş 20 kitaplık bir liste, fotokopi yoluyla çoğaltılıp yıllarca dolaşımda kalabiliyor. Çok öğretmen bu gibi kitap listelerini kullanıyor, başkasının gömleğini kendi öğrencilerine giydirmeye çalışıyor. Oysa bu yaklaşım çocuklara hiç iyi gelmiyor.

Ben de kitap okuma listeleri oluşturuyorum. Ancak ben kitapları, okumaya zorunlu tutmak ya da dönem sonunda yazılı yapmak için seçmiyorum. Çocuklara, sözünü ettiğim rehber yöntemimle ürkütmeden yaklaşıyorum. Onların “kitap rehberi” olarak, önce farklı “coğrafyaları” gezip görüyorum. Listelerimi, hangi öğrencilerim duygusal kitapları sever, hangi öğrencilerim spor temalı kitapları seçer, hangi öğrencilerim bilimle ilgili kitapları ister diye düşünerek belirliyorum.

Sınıfa girip, “Çocuklarım, bugün hanginiz benimle birlikte Dünya’nın merkezine yolculuk etmek ister?” diye sorduğumda, bütün eller aynı anda havaya kalkıyor. “Kimler benimle birlikte Japonya’ya gitmek ve küçük Sadako’nun hikâyesini okumak ister?” diye soruyorum; yine aynı heyecanla katılıyor, merak ediyorlar. Ya da, “6. sınıfa giden Yağız’ın yüksek binaların arasında kalakalmış bahçeli bir evde dedesi ve zerdali ağacıyla kurduğu dostluğun hikâyesini kimler okumak ister?” diye söze başladığımda, hep birlikte okumaya heves duyuyorlar.

İşin kolayına kaçarken zoru başlatıyoruz!

MS: Kitap listelerinin sürekliliği meselesi beni çok düşündürüyor. Hayat bu kadar hızlanmışken her yıl aynı listeleri kullanmak, sanki sorunlar yaratabilir gibi geliyor bana. Listelere yeni ekler yapmak, yeni önerilerle geliştirmek, farklı etkinlikler kurgulamak eğitimciye artı bir yük mü getiriyor? Yaşayan, canlı listelerin öğrenci açısından yararları neler?

OYÖ: Hangi yılımız geçen yılla aynı? Üst üste gelen hangi iki kış aynı? Türlü etkenlerle her yıl farklılıklar yaşanabiliyor. Bizler de her çalışmamızdaki gibi kitap listelerinde de sıradanı, alıştığımızı sürdürmemeliyiz. Şanlıurfa’daki bir öğrencinin kitap listesiyle, Burdur’daki bir öğrencinin kitap listesi ya da İstanbul’daki bir öğrencininkiyle Artvin’deki öğrencinin kitap listesi aynı olmamalı. Şanlıurfa’daki öğrencinin gelenek görenekleri, çevre şartları, bizim Burdur’daki öğrenciyle aynı değil. Bu anlamda kitaplar da doğallıkla farklılıklar göstermelidir. Hatta aynı okuldaki bütün 5. sınıf düzeyindeki kitap listeleri bile birbirinin aynısı olmamalı. Çünkü sınıflar arasında da dinamikler farklılaşabilir. 5A sınıfındaki çocuklar müzikle ilgili kitaplar okumayı sevecekler belki, ama 5C sınıfı futbolla ilgili kitapları sevecek.

Böyle canlı kitap listeleri işe, “Eyvah, bir de liste hazırlamak zorundayım!” diye başlarsak, evet, yük gelebilir. Sözünü ettiğim süreci yönetmek tabii ki zor. Kolay olan, “Hocam sizde bir liste vardı, onu Whatsapp’tan gönderebilir misiniz, ben de paylaşayım,” ya da “Falanca yazarın öneri listelerini çok beğeniyorum. Çok başarılı biri, kesin iyi kitaplar öneriyordur,” demek.

Ancak bir Türkçe öğretmeni olarak şunu söyleyebilirim: İşin kolayına kaçarken aslında zoru başlatıyoruz. Değer verdiğimiz o yazarın kitap listelerini hiç düşünmeden çocuklarımıza edindiriyoruz. Başkalarının kıyafetlerini, kendi çocuğumuza giydirmeye çalışıyoruz. Oysa bizim çocuğumuz belki renkli kıyafetlerden hoşlanacak, kimisi kısa kimisi uzun gömlek giymek isteyecek. Hayal ettiklerini değil, bambaşka kıyafetleri giymek zorunda kalacaklar. Kitaplar için de benzer durumlar yaşandıkça, çocuklar okumaktan uzaklaşabilir.

Eğitimci kitap önerirken önceliği öğrencileri mi velileri mi olmalı?

Çocuk kitap okumaktan uzaklaştıkça başka sorunlar ortaya çıkıyor. Bizim LGS ve YKS gibi sınav gerçeklerimiz var. Biliyoruz ki, bu sınavlarda çocukların en büyük sorunu okuduğunu anlamamak. Bu sefer, “Eyvah, çocuğum okuduğunu anlamıyor, ona biraz daha fazla soru çözdüreyim!” ya da, “Bir öğretmen daha tutayım!” diyoruz. Çocuğun üstündeki yük daha da artıyor. Bu sorunun temelinde de zorunlu kitap listeleri yatıyor. Çocuk daha fazla soru çözdükçe yalnızlaşıyor, yalnızlaşan çocuk kitap okumadığı için iletişim gücünü kaybediyor, kendini ifade etmekte zorluk çekiyor, yavaş yavaş kabuğuna çekiliyor. Değişen, güncellenen kitap listeleri artı yük olabilir, ama bütün bunları düşününce taşınası bir yük bu. Ben, çocuğumuzun boyuna, huyuna, karakterine göre kitap seçerim. Doğrusu bu bence.

MS: Şimdi biraz hassas bir konuda soru sormak istiyorum. Okul ya da eğitimci kitap önerirken önceliği ne olacak? Öğrencileri mi velileri mi?

OYÖ: Öğretmenin önceliği kesinlikle öğrencisi olmalı. Hangi kitabı okuyacağını bilemeyen, kitapçıdaki yüzlerce kitaptan hangisini seçeceğini bilemeyen bir öğrenciye yardımcı olmalıyız. Böylelikle, “Benim çocuğum kitap okumuyor,” diyen anne babaya da yardımcı olacağız. Eğer bizler kılavuzluk yöntemini kullanarak okuduğumuzu öneriyorsak önce o kitaba güveneceğiz. Kitapla ilgili karşımıza çıkacak soruları, sorunları önceden tespit ederek onu savunabileceğiz. En olumsuz koşulda bile önerdiğimiz kitabı, yayınevini, editörünü, belki çizerini savunabilir, veliden gelecek herhangi bir tepkiyi göğüsleyebiliriz.

Kitapların arkasında durmalıyız.

MS: Ülkemizdeki siyasi kutuplaşma öyle bir boyuta vardı ki, güçlenen sansürün yanı sıra otosansür de toplumun bütün kesimlerinde yaygınlaştı. Artık okul yönetimi ya da eğitimci okutmak istese bile, merkezi otorite okuma listelerinden ciddi eksiltmeler yapabiliyor. Çok sevilen, yüreğimizi titreten eserlerin, okul ya da halk kütüphanelerinden çekildiğini, erişimden kaldırıldığını duymak çok üzücü.

Kitabın önerildiği sınıf seviyesine bile bakılmadan bazen bir sözcük, bir deyiş, bazen desendeki bir ayrıntı, bazen dillendirilen duygular ya da gencin, çocuğun olağan arayışları, soruları şikâyet konusu oluyor. Yetişkinler kitaplarda herhangi bir şeyden rahatsızlık duydu mu, derhal yasaklama, yok etme yoluna gidiliyor. Biz bu korkuları nasıl aşacağız? Yani edebiyat eserinin bütünlüğüne, insanın her yaştaki eleştirel aklına güvenmek, bir gün ülkemizde de mümkün olabilecek mi sizce?

OYÖ: Bir umuttur yaşatan insanı, diyelim. Bu benim de hassas olduğum bir nokta. Çoğu evde televizyonlar yedi yirmi dört açık ve çocuklar sürekli acıklı, vurdulu kırdılı birçok programı, kendi kültürümüzle ve gerçek hayatla ilintisiz dizileri rahatlıkla izliyorlar. Bunu olağan bulan veli, bir kitapta aklına yatmayan en ufak şeyi görür görmez yeri göğü inletiyor, işi şikâyet etmeye vardırıyor. Bir kitabın şöyle olması, böyle olmamasına ilişkin konuşabiliyor. Aslında bizim toplumumuzda kitaplara bu bakış açısı da kitaplardan korkmak da yeni bir şey değil.

Okuduklarından dolayı canı yanmış bir babanın oğlu olarak bence kitapları olabildiğince savunmamız gerekiyor. Önceden kitaplarımızı okuyacak ve gardımızı alacağız. “Yayınevinin bu kitabını şundan dolayı tercih ettim,” diyebilmeliyiz. Önerdiğimiz kitaplar için, “Nasıl okutulur, çıkarın listenizden!” deme cüreti gösterenlere, bize dil uzatanlara en iyi cevabımız bu olmalı; dik durmak ve kitapları anlatmak. Onlara, “Siz kitabı okudunuz mu? Cımbızladığınız o kelimenin, o görselin kitabın bütünündeki yerini, işlevini okuyup anladınız mı?” diye sormalıyız. Kitapların arkasında durmalıyız. Listelerden kitap azaltmak yerine her yeni kitabı yurdumuzun dört bir yanına ulaştırmalıyız.

Yaratıcı okuma uygulamaları, kitabı hissetmek demek.

MS: Yaratıcı okuma uygulamalarının önemini, kazanımlarını yıllardır anlatıyor, örnekliyoruz. Oluşturduğumuz gunisigiYOU.com veritabanında, kitaplarımız için yaratıcı etkinlikler öneriyor, derinlemesine düşündüren tartışma noktalarına dikkat çekiyoruz. Yaratıcı okuma uygulamaları, resmi programın dayattığı zorunlu konuların arasında, eğitimcinin özgün, entelektüel donanımını kullanarak öğrencisine özgür bir zihinsel ortam sunması ayrıcalığıdır. Biz bu olanağın farklılaştırıcı ve zenginleştirici yönüne inanıyor, bu çalışmaların müthiş örneklerini izliyoruz.

Öğretmen-öğrenci iletişiminde çağdaş edebiyatın sunduğu kültürel çeşitlilik de, zihinsel gelişim sürecini sürekli test etme olanağı sağlaması da çok kıymetli. Üstelik birbirini dinleme, anlama, empati ve tartışma adabının gelişmesinin yararları özellikle bizimki gibi ülkelerde tartışılmaz. Nefret söyleminden ve ayrımcılıktan uzaklaşmak; anlık duyguları, özellikle öfkeyi kontrol edebilmek; farklılıklara saygı göstermek gibi ülkemiz insanı için çok hayati kazanımlar söz konusu.

Sizinle buluşmamızı sağlayan da öğrencilerinizle sürdürdüğünüz etkileyici çalışmalardı. Yaratıcı etkinlikleriniz sınıftan okula, okulunuzdan diğer okullara taştı. Burdur’u adeta bir “okuma odasına” çevirdiniz. Deneyimlerinizden yola çıkarak meslektaşlarınıza yaratıcı okuma uygulamalarını nasıl tanımlarsınız? Bu çalışmalar için eğitimcilerin neye ihtiyacı var, başlamak için ne yapmalılar?

OYÖ: Yaratıcı okuma uygulamaları, kitabı hissetmek demek. Kitabın tüm ayrıntılarını, her zerresini hissetmek demek. Diyelim ki kitabı 30 kişilik bir sınıfta okuduk. Bu 30 kişinin yarısı, “Güzeldi,” diyerek kitabı bir kenara bırakabilir. Ama o kitaba ilişkin yaratıcı okuma uygulamaları yaparsak, 30 öğrencinin hepsi birden kitabın içine giriyor ve etkinliklerden keyif alıyor, hatta kitabı seviyor. Yaratıcı çalışmaları, bir kitabın insanı nerelere götürebileceğini hissetmeleri için tüm öğretmen arkadaşlarıma öneriyorum. Muhteşem başlangıçlar için yeni kitaplar yetebilir. Herkes bir kitap seçip peşinden giderek, çocuklarıyla yepyeni çalışmalar deneyimleyebilir.

Bir kitap sayesinde muhteşem şeylere cesaret etmek!

Yaptığım ilk yaratıcı uygulamaları, Günışığı Kitaplığı’nın 2021’de çevrimiçi düzenlediği 14. Eğitimde Edebiyat Semineri’nde sunmuştum. Gülsevin Kıral’ın Umut Sokağı Çocukları adlı romanı üzerinde çalışmıştık. Başlarken öğrencilerime, “Bir kitap sizi uzaya, yerin yedi kat altına ya da olmayan bir ülkeye götürebilir. Ama bir kitap sizin, dilini hiç bilmediğiniz, hiç görmediğiniz, yemek kültürünü tanımadığınız, aynı ortamda hiç bulunmadığınız biriyle dost olmanızı sağlayabilir mi?” diye sormuştum. Elimizdeki, işte tam da bunu sağlayabilen bir kitaptı. Şehrimizdeki göçmen çocuklarla kendi öğrencilerimin arkadaş olabileceğini hayal etmiştim. Tabii bu bir anda olmadı.

Somalili öğrencim vardı, sonra başka okullardaki Suriyeli ve Afgan öğrencilere ulaştım. Büyüklerin yaptıkları yüzünden “ceza görenler” olarak nitelendirdiğim bu göçmen çocukların çoğu, “Acaba beni kabul edecekler mi?” endişesi içindeydi. Ben de öğrencilerim de farklı nedenlerle yurdumuza gelen bu çocukların Burdur’da yalnızlık çekmesini dert edindik. Ancak, iki tarafın da önyargıları vardı. Önyargıları, kitabımız Umut Sokağı Çocukları yıktı.

NASA’nın Mars’a gönderdiği keşif aracı Perseverance’a, “Muhteşem şeylere cesaret et!” ifadesi yazılmıştı. Biz de bunu yaptık. Perseverance hiç bilinmeyen bir yere gitti; Dünya’ya fotoğraflar, belgeler gönderdi, bize Mars’ı tanıttı. Umut Sokağı Çocukları da bizim muhteşem şeylere cesaret etmemizi sağladı, önyargılarımızı ortadan kaldırdı.

Okuma zevki çoğul değil, tekil işleyen bir olgu.

MS: Bizimki gibi okuma kültürü yeterince gelişmemiş ülkelerde okuma zevki kazandırmada öğretmenin rolü çok önemli. Anne babası, büyükleri kitap okumayan, kitaplığı olmayan evlerde büyüyen milyonlarca çocuğumuz var. Bu çocukların büyük çoğunluğunun kitaplarla, edebiyatla, farklı dünyalarla buluşmasının biricik olanağı öğretmenleri belki de. Bu kadar belirleyici bir sorumluluğu üstlenen eğitimcinin entelektüel donanımı, felsefi altyapısı, düşünsel birikimi çok önemli. Çünkü eğitimcinin bu donanımı, hem öğrencisine hem kitaplara yaklaşımını belirliyor.

Okuma zevki çoğul değil, tekil işleyen bir olgu. Bu gerçeği iyi anlamalıyız. Okullarımızı, sınıflarımızı “çoğul” görüyoruz, iyi niyetle çok çocuğu birden kucaklamaya gayret ediyoruz. Oysa okuma dediğimiz, bireysel gelişen bir zevk. Öğretmenin sınıfındaki her öğrencinin okuma ihtiyacını, okuma becerisini, meraklarını, ilgi alanlarını anlamaya, bilmeye çalışması kaçınılmaz. Siz tam da bu sırra vakıf olmuş bir eğitimcisiniz. Son yıllarda bu çalışmaları yoğunlaştırdınız, birçok yayınevinin çok sayıda kitabını kullanıyor, yazarlarını öğrencilerinizle tanıştırıyorsunuz. Yaptığınız uygulamaları kısaca anlatır mısınız?

OYÖ: Ben, çocuklarımın elinden kitap nasıl düşmez, bunu dert edindim. “Haydi çocuklar, kitaplarınızı açın okuyalım!” ya da, “Kütüphaneden bir kitap al gel,” yaklaşımının havanda su dövmek olduğunu düşünerek farklı çalışmalar yapıyorum. Bunların ilki olan “Kendi Kütüphanemi Oluşturuyorum” projesi, çocuklarımızın kitapları sahiplenmesine yönelik. Okuyacağımız farklı konulardaki kitapları sınıf olarak satın alıyor ve belli bir sırayla okuyoruz. Her çocuğuma, “Bu artık senin kitabın. Bu kitaplarla yavaş yavaş kendi kütüphaneni kur. Kütüphanenin bir adı olsun, bir kütüphane kaşen olsun, kitaplarına onu basarsın,” diyorum. Projenin maddi bir boyutu olduğu için çalışmayı velilere de anlatıyorum. Çocuklar kendi kütüphanelerini oluştururken kitapları koydukları yerler yetmemeye başlıyor.

Yaratıcı etkinliklerle uzakları yakın etmek.

Çocuklar her an her yerde kitap okumalı fikrinden yola çıktığım bir başka proje, “Arkadaşımda Okuyorum”. Haftanın bir günü, 7 ve 8. sınıf öğrencilerimden birinin evinde 25-30 kişi misafir oluyoruz. Veliler de katılıyor. Bir salon dolusu insan, önce yarım saat aynı kitabı okuyoruz, sonraki yarım saat de okuduğumuz üzerine konuşuyoruz. Çocuklar bu arada, arkadaşlarının odasını, kardeşini görüyor, okula hep takım elbiseyle gelen öğretmenlerini –beni– spor, renkli gömleklerimle görüyor, arkadaşlarını evinde ağırlamanın hazzını yaşıyor. Bu projeyi geçen yıl 8. sınıf öğrencilerimle yaptım. Çoğumuzun sık duyduğu, “Bizim sınavımız var,” diyen öğrencilere, “Bizim çocuk 8. sınıfta, aman kitap okumasın da soru çözsün,” diyen velilere inat; benim velilerim ve öğrencilerim, “Kitap okumaya ara vermeyelim,” dediler. 5. sınıftan beri yürüttüğümüz okuma çalışmamıza, çocuklarımız açısından büyük faydasını gördüğümüz için 8. sınıfta da devam ettik.

6. sınıf öğrencilerimle “Kitap Kardeşliği” projesini başlattım. Mektup kardeşliğini biliriz, farklı illerdeki farklı okullar arasında sürdürülür. Ben biraz değiştirdim bu uygulamayı. Her öğrencim sevdiği bir kitap seçip mektup yazıyor. Mektuplarda kendilerini, Burdur’u ve okulumuzu tanıtıyor, neden o kitabı seçtiğini anlatıyorlar. Sonra içinde mektuplar bulunan kitapları diğer ildeki öğretmen arkadaşımın çocuklarına gönderiyoruz. Oradaki öğrenciler gelen kitapları okuyup değerlendiriyor ve onlar da bize sevdikleri kitapları, yine yazdıkları mektuplarla yolluyorlar. Çalışmanın püf noktası eski kitaplarımızı değil, en sevdiğimiz kitaplardan birini uzaktaki kardeşimize ulaştırmak. Gaziantep’teki, Şanlıurfa’daki ya da Kahramanmaraş’taki bir öğrencimiz belki daha önce hiç kitap okumadı, okuma keyfi edinmedi; belki ilk adımını bizim gönderdiğimizle atacak. Türkiye’nin farklı illerinde, hatta Suudi Arabistan ve Kosova’da kitap kardeşlerimiz oldu; uzakları yakın ettik.

“Okuyorum-Boyuyorum” etkinliğini, hâlâ biraz ilkokul havasındaki 5. sınıflarla uyguluyoruz. Öğrencilerime boş birer Türkiye haritası dağıtıyorum. Her okuduğumuz kitaptan sonra trafik kodlarına göre illeri boyuyoruz. Hedefimiz 81 il/kitap diyor ve 01 Adana’yla başlıyoruz. Geçtiğimiz yıllarda 5. sınıf öğrencilerimle 60 kitap alıp okuyarak yaratıcı okuma uygulamaları yaptık. Tokat’ta (60) bıraktığımızda çocuklarıma, “Yaz tatilinde herkes 81 ili boyayıp gelsin,” dedim. Bu uygulama anne baba için de büyük nimet, çünkü yazın okuldan uzak kalan çocuğun bir hedefi oluyor, 81 ile/kitaba ulaşmayı kendi istiyor. Aile de çocuğuna “kitap oku” demek zorunda kalmıyor.

Bütün bu etkinliklerde kitapları okurken, bazı sorularımıza doğallıkla kendimiz cevap veremiyoruz. İşte o zaman kitapların yazarlarına ulaşıyor ve onları çevrimiçi sohbetlerde ya da okulumuzda ağırlıyoruz. Yazar buluşmaları sayesinde bir de “Yazar Olacak Çocuklar” projesini yürütüyoruz.

Yazar buluşmalarındaki gizem: Beylik sorular…

MS: Siz öğretmenler yazar etkinliklerini çok seviyorsunuz, ama yazarlar bazı okullarda hiç de özenli karşılanmıyor. Öğrenciler söyleşilerde, “Bu kitabı ne zaman yazdın? Neden yazar oldun?” gibi, insanın varlığını sorgulatan “sarsıcı” sorular sorabiliyorlar. Ortaokul ve lise seviyesinde çoğu etkinliğimde okurlarımdan tıpatıp aynı soruları duyuyor ve hayret ediyorum. Adeta bakanlığın dağıttığı gizli bir el kitabı var ve yazar etkinlikleri ona göre yapılıyor. Bir çocuğun sorduğu beylik sorunun hemen peşinden başka çocuklar da sanki yazarın cevabını hiç duymamış gibi aynı soruyu sorabiliyor. Çocukların o beylik sorulara inatla sadık kalması, yazarın sözlerinden başka yeni sorular çıkaramaması, onları buluşmaya zihinsel olarak hazırlayamadığımızı gösteriyor.

Öncelikle yazarın etkinlik için belirlenen kitabının katılımcı çocuklar tarafından okunması çok kıymetli; bu, biz yazarların vazgeçilmezi. Okuma sonrasında sınıfta nitelikli süreler ayırarak kitap üzerine keyifli, analitik sohbetler yapılmalı. Aceleye getirmeden, çocukların okurken belki fark etmediği ayrıntıları, alt okumaları keşfetmeleri sağlanmalı. Bakış açılarını değiştirebilen, daha farklı düşünmelerine neden olabilen yaratıcı sorular sormalı; çocukların algı, gözlem, hayal gücünü coşturmalı.

Hakkında araştırma yapmak, kitabı okunan yazarı hem daha çok merak etmek hem de biraz olsun tanımaya çalışmak açısından önemli. Özellikle 7, 8 ve lise sınıflarındakiler, yazar hakkında medyada çıkmış haberleri, röportajları tarayabilir, ilgilerini çekenleri okuyabilirler. Zihinsel ön hazırlığın eksikliğini işaret eden beylik sorularla karşılaşan yazar, karşısındakilerin kendisi ve kitabı hakkında herhangi bir fikri bulunmadığını hemen fark ediyor. O sınırlı sürede kurabilecekleri muhteşem iletişimin olanaksızlığını anladığında üzülüyor, kalbi kırılıyor.

Okul yönetimlerinin konuya yaklaşımı da çok önemli. Ben Anadolu’da etkinliklere gitmeyi çok seviyorum, çünkü davet edildiğim bir okulun neredeyse bütünüyle kucaklaşabiliyorum. Bu, o kadar güzel ki. Etkinliğe girmeyecek en küçük sınıflardan en yüksek yöneticiye kadar herkes “okula yazar geldi” sevincini yaşıyor, duygusunu paylaşıyor. Büyük kentlerimizde gitgide azalıyor bunlar. Ama sizde, Burdur’da ister çevrimiçi isterse yüz yüze buluşma olsun yazarları büyük bir coşkuyla karşıladığınıza bizzat şahidim. Bir eğitimci olarak yazar buluşmaları konusunda siz neler söylersiniz?

Çocuklara özgürce okuma hakkı tanıdığımızda…

OYÖ: Çocuklarımız sevdiği kitabın yazarlarıyla buluşmalı. Sevdiğimiz bir oyuncuyu, ünlü birini sokakta gördüğümüzde hepimiz heyecanlanır, ona ulaşıp güzel bir şeyler söylemek isteriz. Ancak aynı durum bizim yazarlarımız için söz konusu değil. Gözlemlediğim kadarıyla anne baba, çocuk kitapları okumadığı için yazarları tanımıyor, heyecan duymuyor. Bu nedenle etkinlik öncesinde, yazarımızın doğumundan o âna kadar nelerle uğraştığını araştırıp çocuklarla paylaşıyorum. Buluşacakları yazarın, örneğin zamanında kalecilik yaptığını öğrenmek onları şaşkına çevirebiliyor ve daha sıcak iletişim kurabiliyorlar. Bu buluşmalara bazen velilerimi de davet ediyor, öğrencilerimle paylaştıklarımı onlara da anlatıyorum. Bu hazırlığı görünce veli de yazara saygı duymaya, onu tanımaya başlıyor.

Çocuklarıma, sormak istediklerini daha kitabı okurlarken, önceden belirlemelerini öneriyorum. Eğer böyle yapmazlarsa, “Kitabı yazarken neler hissettiniz?.. Kimden ilham aldınız?..” gibi beylik soruların ötesine geçemiyorlar maalesef. Onları kitap üzerinde hayaller kurmaya, kahramanlarını sorgulamaya yönlendiriyorum ve böylelikle, yazarla diyaloğu daha samimi hale getirmeye çalışıyorum. Ben çocukların dünyayı değiştireceklerine inanıyor, bunun için onlara kitapları sevdirmek istiyorum. Bazıları belki dünyayı değiştiremeyecek, ama okudukları kitaplar sayesinde kendi dünyalarını değiştirebilecekler.

MS: İşin sırrı, kitapları okuyup bilmekte, okurken içimizde coşan duygularda. Bütün samimiyetimizle çocukları, okunan kitaplar ve yazarları üzerinde düşündürmekte, konuşmaya heveslendirmekte. Çeşitliliği zengin nitelikli edebiyat kitapları bunu kolaylaştırıyor. Çocuklarımıza özgürce okuma hakkı tanıdığımızda, kitaplar üzerine birlikte kafa yorduğumuzda, onlarla her şeyi konuşabileceğimize inandığımızda bize tutunuyor, okumanın keyfini deneyimliyorlar.

Çocuğun evinde neler oluyor, ne korkunç şeylerle karşılaşıyor, ailesi onu neye zorluyor, bilemeyebiliriz. Ancak bizim de, çocuğu bulunduğu fiziki ortamdan zihinsel olarak çekip çıkarma gücümüz var. Bu gücü iyi kullanmayı becerebilirsek, hangi koşullarda nerede olursa olsun okulu kitaplarla, edebiyatla buluşturan bir oyun bahçesi haline çevirebiliriz. 100. yılını kutladığımız Cumhuriyet’imizin bizden beklentisi, kurduğu hayallerin peşinden cesaretle ilerleyen genç kuşaklar yaratmak için çalışmak. Teşekkür ederim.