Yazarlar okullarda! Ama nasıl?
Çocuk edebiyatının iki deneyimli yazarı, bugüne dek gerçekleştirdikleri sayısız etkinliğin ışığında, okullarda yazar ve öğrenci buluşmalarına ilişkin görüş ve önerilerini paylaştılar.
Mine Soysal: Son yıllarda daha çok okul, yazarları davet ediyor, öğrencileriyle buluşturmak istiyor. Çocuk ve gençlik edebiyatına, öğrenci buluşmalarıyla da emek vermiş yazarlar olarak, biriken, konuşulması gereken konular olduğunu düşünüyoruz. Bunları üç ana başlık altında toparlayabiliriz: Okul bir yazarı davet ederken nasıl bir beklentiyle hareket ediyor? Yazar davet edildiği okula hangi duygular ve beklentilerle gidiyor? Öğrenci, yazarla buluşmadan nasıl çıkıyor?
Bu konuları konuşurken, Türkiye’nin her ilinde, ilçesinde ya da İstanbul gibi büyük kentlerdeki özel okulların ve devlet okullarının fiziksel koşullarını göz önüne alacağız. Aynı zamanda, pek çok yazarın bugüne kadar dillendirdikleri ortak meseleleri, örnek olayları da yazarlık gözlüğümüzle paylaşmaya çalışacağız. Öncelikle, okulun bir yazarı davet ederkenki beklenti ve hayallerini konuşalım sevgili Yalvaç Ural.
Yalvaç Ural: Bugün değerlendirme yaparken, geçmişteki örnekleri de düşünmeden edemiyorum. Sevgili Gülten Abla’yla (Dayıoğlu) birlikte Cumhuriyet Kitap Kulübü’nün etkinliğinde, Beyoğlu’nda bir sokağın ortasındaki masaya oturtulduğumuzu hatırlıyorum. Sokağın ortasında, bir adam ve bir kadın, ellerinde kalemle bir masada oturuyorlar. “Ne yapıyorsunuz burada?” diye sorandan “Size para verecek miyiz?” diyene, etrafımızı merakla saranlardan arabası çalınmasın diye göz kulak olmamızı isteyen tüpçüye kadar, halkımızla bambaşka anlamlarda buluşmuştuk o gün.
Okullarda da, söyleşi yapmadan, bir odada oturup kitap imzalamamızı isteyenlerden köhne ve soğuk bir odayı imza yeri diye gösterenlere kadar yaşadıklarımızı anlatabiliriz. Ama tüm bunlara rağmen, çocuk ve gençlik edebiyatına gönül veren yazarların okullarda bir şeyler yapabilmesi çok önemli. Çünkü artık kitapçılarda imza günü olmuyor, birkaç belediye dışında Anadolu’da etkinlik yapan da yok.
Yazar mı, pazarlamacı mı?
MS: Fiziksel olanakların yanı sıra yazarın kitabının, davet edildiği okulda etkinlik öncesinde, ne öğrenciler ne de öğretmenler tarafından okunmaması da önemli bir sorun. Kimsenin okumadığı bir kitabın yazarını sırf “bir şey yapmış olmak” için ve sadece ulaşabildiği yazar ya da yayınevi olduğu için davet edenler var. Hiç olmazsa, çocukların okuduğu bir yazarı davet etmekle başlamak gerekir.
YU: Etkinlik öncesi ve sırasında, öğretmenin ya da kütüphanecinin emeği hep ön planda olmalı. Onların varlığı, kimliği, çocuğa, edebiyata ve dünyaya bakışı çok önemli. Tıkalı yolları görmek ve o yolları açmak için harcayacakları çaba, yazar olarak bizim nasıl konumlanacağımızı da belirliyor.
MS: Etkinlik daveti ve öncesinden konuşmuşken, yazarı doğrudan arayıp pek çok teknik konuda ondan bilgi almaya ve organizasyonu onunla yapmaya çalışan kurumlardan söz edelim. Yazara, kendi kitaplarının pazarlamacısıymış gibi bakan yaklaşım da çok sorunlu. Bunu 10-15 yıl önce konuşuyor olsaydık, yayınevlerinin kurumsallaşma sürecinin sürdüğünü düşünerek, çeşitli nedenlerle anlayabilirdik belki. Ama artık durum değişti.
Üstelik yazar, dünyada bir şeyleri değiştirebilme gücüne sahip, çok özel bir insan. Böyle bir insandan kendinin tanıtımını yapmasını ya da pazarlamacı gibi davranmasını bekleyemeyiz. Öğretmen ve kütüphanecilerin, öncelikle yazarı ve kitaplarını incelemesi, okuması, hangi kitabı için nasıl bir etkinlik yapacağını belirlemesi önemlidir. Sonrasında yayıneviyle doğrudan iletişime geçmeleri ve kafalarındaki etkinlik düşüncesini anlatmaları gerekir. Bu yöntem hem yazarı korur, hem de onun öğrenciyle nitelikli bir içerikle ve en yüksek duyguyla buluşmasını sağlar.
Yazarı kitaplarıyla tanımak
YU: Baştan aşağı yanlış bir sistem var. Bazen hiç beklemediğiniz bir okulda, bir öğretmen sorunlarınızı çözebiliyor, bilgece davranabiliyor. Okullar kadar, yayınevleri de yazarına gereken değeri vermeli, korumalı ve işini kolaylaştırmalı. Bir etkinliğe giderken, yazarın yanında ona rehberlik edecek, onun adına düşünecek, konuşabilecek bir eşlikçi olmalı.
Bazen bu eksikliklerde yazar arkadaşlarımızın da payı olabiliyor. “Benim kitabımın indirimi fazla, komisyon da veririm,” diyerek, kitapları satılsın diye çantaya doldurup götüren yazarlar da var. Herkesin her şeyi yaptığı, herkesin “yazar” olduğu, postmodernist düşünce biçiminin hayatın içine yayıldığı bir zamandayız. Biyoloji mezununun hızlı okuma üzerine kitaplar, fizik mezununun diyet kitapları yazmaya başlaması gibi! Türkiye’nin en iyi karikatüristlerinin mimarlardan çıkması normaldir, bu başka bir şeydir. Ama bir haftalık Hindistan yolculuğu sonrasında, karşısındaki 500 insana nefes açtırmak, bir anda “yogacı” oluvermek, normal bir şey değildir.
MS: Öğretmenlerin, farklı kitaplarını okutarak çocuğu ya da genci yazara yakınlaştırması, çok seçenek sunması, etkinlik öncesinde daha büyük bir ilgiyle ve merakla hazırlık yapılmasını sağlayabilir, değil mi?
YU: Okulların, “Biz bu dönem sizin şu kitabınızı okutuyoruz,” yaklaşımı da başka bir sorun. Benim kitabım ders kitabı değil ki, herkes beğensin. Farklı kitaplarımı ya da işlenen konuya yönelik, başka yazarların kitaplarını da öner ki, çocuğun okumadan keyif alması için seçeneği olsun.
MS: Şimdi de etkinlik için yazarın hazırlığına bakalım. Yazarın elinde nasıl bir bilgi var, buluşacağı öğrenci grubunu biliyor mu? Öğrenciler onu ne kadar tanıyor, hangi kitaplarını okumuşlar? Bu gibi temel bilgilerin ışığında bir önhazırlığı olmalı mı ve bu hazırlık neleri gerektirmeli?
YU: Öncelikle öğretmenin hazırlığına da bakmalı. İnternetten bulunmuş 20 yıl öncesine ait biyografimi elindeki kâğıttan okuyan, ama öğrencisine sunduğu kitabımın başındaki güncel özgeçmişimden bihaber olanlar var.
Ancak yazar arkadaşlarımızın hazırlığı da önemli elbette. İmzalayacağı kitaptan öykü okuyan, kolaya kaçanlar var. Çocuk zaten okuyacak ya da okudu o metni. Her yazarın dünya görüşüne ve çocuğa bakışına göre, biçimlendireceği bir draması, uygulaması ya da çocukların merak duygusunu dürtecek bir önçalışma yapması gerek.
Öğrenci etkinliğin neresinde?
MS: Bu, aynı zamanda yazarın da buluşmaya aktif olarak katılması demek. Yazarın, çocukların karşısına çıkıp, aklına geleni anlatması, çocukluk anılarını paylaşması, neden kitap yazdığını uzun uzadıya açıklaması, çocukların ilgisini, canlı katılımını köreltebiliyor. Hangi yaş grubu olursa olsun etkinlik süresince, öğrencilerin de yazar kadar konuşabilmesi çok önemli. Çocuğu ve genci ciddiye alarak, ona bu etkinlikte de ne kadar değer verdiğimizi düşünmemiz ve düşündürmemiz gerek.
YU: Bu anlamda, çocukların çağdaşa olan ilgilerine saygı duymamız da lazım. Kendi yazarlık geçmişimizden ya da çocukluğumuzdan bir şeyleri zorla anlatmak, anlamalarını istemek çok kötü.
MS: Son olarak, buluşmalara öğrenci açısından da bakalım. Bizler yazarlık duygumuzla, o etkinlikten nasıl çıkmasını istiyoruz çocuğun? Onların beklentileri neler?
Aklıma gelmişken paylaşmadan edemeyeceğim… Yıllar önce büyük bir özel okulda, epeyce kalabalık bir salondaydım. Altıncı sınıflarla, “Okuyacağınız kitapları nasıl seçiyorsunuz?” sorusunu tartışıyorduk. Söz verdiğim bir çocuk kendinden emin bir tavırla, “Yazarlara soruyorum ben, ona göre seçiyorum okuyacağım kitapları,” dedi. “Bu kadar yazar tanıdığın olması ne güzel, ailen çok özel olmalı,” diyerek konuşturmak istedim. Ama o kestirip attı: “Yok ya ne ailesi! Okula ha babam geliyorsunuz ya, ben de sizlere soruyorum işte!” O anda kendimi çok tuhaf hissetmiştim. Altıncı sınıfa gelmiş bu öğrenci için hiçbir ilginçliği ya da özelliği olmayan, sıradan tiplerdik aslında.
YU: Eskiden okullara gittiğimde, öğrencilerin enerjisinden dolayı kendimi Batman ya da He-Man ile rakip görürdüm. Ama sonraları okullara gittikçe, etkinlik öncesi öğretmenler ve idareciler, “Sizden önce Levent Kırca geldi, Gülben Ergen geldi,” gibi karşılaştırmalar yapmaya başladılar.
Muhteşem izler
MS: Aslında çocuklar, gençler kitabınızı okumuşsa ve bu okumanın zihinlerinde yarattığı izleri bir şekilde size hissettirdilerse, bu çok özel bir an oluveriyor. Bazı etkinliklerde öğrencilere, “Ben buraya sadece sizin kafanızı karıştırmaya geldim,” diyorum. Onlara bir şeyler öğretmek benim haddim değil. Ama umut ederim ki, birkaçının bile, o güne kadar düşündüğünden farklı bir şeyler olabileceğine dair kafası karışsın, yeni sorular edinsin! Bu muhteşem olur.
Yeni olandan korkmayan, kitapların edebiyat niteliğini tartabilen, edebiyat duygusu biriktirip biriktirmediğini anlayabilen, edebiyat keyfini hayatın her alanında nasıl örnekleyebileceğini önemseyerek öneriler yapan öğretmenlere ihtiyacımız var. Çocuklar ve gençlerle birlikte yürüyecek öğretmenlere, edebiyat buluşmalarından doğan uzun soluklu etkilere ve bunun yaratacağı enerjiye çok ihtiyacımız var. Elbette yazarlar olarak bizim de!
YU: Yazarlar ve öğretmenler olarak, bugünün çocuklarının nasıl bir eksiklik içinde büyüdüklerini tespit etmeli, ona göre üretmeli ve çalışmalıyız.