Yenilenme zamanı!

Deneyimli yayıncı Metin Celâl, dünyanın en büyük kitap fuarı olarak kabul edilen Frankfurt Kitap Fuarı’na ve 70. yılına ilişkin izlenimlerini paylaşıyor; yayıncılığımızın yurtdışında temsiline ilişkin güncel bir çerçeve çiziyor.

Frankfurt Kitap Fuarı’na ilk kez 1989’da gitmiştim. Bu yıl 30. kez oldu. Fuar da 70. yılını kutladı. Aradan geçen 30 yılda fuarın nasıl bir değişim geçirdiğini düşündüm. O yıllarda Frankfurt’ta yeni kitap tanıtımlarına önem verilirdi. Büyük gösteriler yapılır, davetler verilirdi. Umberto Eco’nun Gülün Adı’nın tanıtımı için fuarda ortaçağ giysili insanların yürüyüş yaptığını, Paulo Coelho’nun bir kitabının tanıtım partisinde orkestra ile şarkı söylediğini, Muhammed Ali Clay’in kitabı için gerçek ölçülerde boks ringi kurulduğunu anımsıyorum.

Fuar o yıllarda hızla büyüyordu. Hem katılımcı sayısı artıyor hem de alanı genişliyordu. Salon 8.0’ın açılması, 1. ve 3. binaların yıkılıp yerlerine çok daha büyüklerinin inşa edilmesi bu yıllara rastlar. Zamanla fuarın niteliği değişime uğradı. İş görüşmeleri ağır bastı, tanıtımlar geri plana düştü. Başta Amerikan yayıncılarınınkiler olmak üzere stantlar, onlarca masayla birer büro görünümü almaya başladı. ABD’li yayıncılar örnek getirmek yerine kitap kapaklarının posterlerini asmaya başladı.

Küçülen stantlar, yükselen siyasi söylemler.

Fuar yönetimi belki de bilinçli olarak bu yönelimi destekledi, ama stantların bürolaşması, fuarın amaçlarından biri olan yeni kitapları tanıtmak niteliğini kaybettirdi. Bunun neticesinde ve global olarak yaşanan krizle birlikte artık yayıncılar fuarda daha az kalıyor, stantlar da gitgide küçülüyordu. Fuar hem gün kaybetti, hem de alan olarak küçüldü. Nihayetinde Salon 8.0 kapatıldı, 30 yıl önceki konuma geri çekildiler.

Son iki yıldır Almanya ve Avrupa’daki gelişmelere koşut olarak fuar siyasallaşıyor. Siyasiler fuarı gövde gösterisi için bir alan olarak kullanmaya çalışıyor. Geçen yıl aşırı sağ partiler fuarda boy göstermeye çalışmıştı, bu yıl da açılıştan itibaren Alman devlet temsilcileri, başta cumhurbaşkanı ve yardımcısı, panellerde söz aldı.

Biz Türkiyeli yayıncılar olarak uzun yıllar alıcı konumundaydık. Fuara telif hakkı almaya gidiyorduk. Türk yayıncıların az sayıda stantı vardı. Kültür Bakanlığı’nın katılımı da daha çok devletsel görünümlüydü, Türkiye yayıncılık sektörünü yansıtmıyordu. Türkiye Yayıncılar Birliği bu görünümü kıracak girişimler yaptı. Hem bakanlıkla birlikte hem de sponsorların desteğiyle kendi başına Türkiye Ulusal Stantları açtı. Bunun karşılığı da hemen alınmaya başlandı. Az da olsa telif satışı yapıldı. Bu satışlar birer umut ışığıydı, ama yeterli değildi.

Sonra art arda üç önemli gelişme yaşandı: Kültür Bakanlığı TEDA Çeviri Destek Programı’nı başlattı; Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı ve Türkiye, Frankfurt Kitap Fuarı Onur Konuğu oldu. Böylece 2005’ten itibaren telif satışı ivme kazandı, Türk yazarların kitapları yabancı dillerde daha çok yayımlanmaya başladı. Kasım 2018 başı itibariyle 2.692 eserin yabancı dillere çevirisi desteklenmiş (bkz. teda.gov. tr). 13 yıl için büyük bir başarı.

Yeni politikalar geliştirme zamanımız geldi.

2018’de Frankfurt Kitap Fuarı’na baktığınızda ne görünüyor, derseniz, cevabım pek iç açıcı değil. Geçtiğimiz yıllarda Türk yayıncıların fuara katılımı sürekli artarken, bu yıl trajik bir düşüş var. Güvenilir kaynaklara göre, Türkiye’den gelen yayıncı sayısında %70 azalma var. Hemen her yıl gelen birçok yayıncıyı bu yıl göremedik. Birçok yayınevi de geçen yıla göre daha az sayıda çalışanıyla gelmişti fuara. Oysa Salon 5.0’a bakıldığında, konuk ülke olduğumuzdakine benzer bir görünüm vardı.

Türkiye bu yıl fuara Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Ticaret Odası ve İBB Kültür A.Ş.nin destekleriyle güçlü bir şekilde katıldı. Fuarda ulusal stantlara katılan 30 yayınevi yer buldu. Çocuk kitabı yayıncılarının bulunduğu Salon 3.0’da da Türkiye’den çocuk kitabı yayıncıları bir aradaydı. Az sayıda da olsa kendi özel stantlarını açanlar  vardı. Bu görünüme bakan yabancılar Türkiye’de bir ekonomik kriz yaşandığına, bundan da en çok yayıncıların etkilendiğine inanmazdı. Oysa hem yayıncılar ve ajanslar, hem de yanlarında getirdikleri Türkiye Yayıncılar Birliği’nin konuya ilişkin mektubu, krizin derinliğini açıklıkla ifade ediyordu; koşullar yumuşatılmazsa, Türk yayıncılar artık daha az çeviri eser yayımlayacak.

Telif eser satma konusuna gelince, TEDA’nın 2.692 eserlik listesinin ışıltısı yeterli değil. Türkiye birkaç yıldır gündemden düştü. Artık yabancı yayıncılar heyecan içinde Türkiye stantını ziyaret etmiyor. Yayıncılarımız ve ajanslarımız telif hakkı satışı için yapılan görüşmelerin sayısının azaldığını, sırf bu amaçla Frankfurt’a gelmenin anlamsızlaştığını söylüyor. Bu gelişmeler de Türk edebiyatının dışa açılımında yeni politikalar geliştirmenin zamanının çoktan geldiğini gösteriyor.