Çocuklar ve Gençlerle Su Yönetimi

Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisi, su uzmanı Dr. Akgün İlhan, yaşadığımız iklim değişikliğinin su tüketimimize ve su kaynaklarına erişimimize etkisine dair güncel bilgileri aktarıyor. Çocuklar ve gençlerle, okul yaşamından gündelik yaşamlara suyu nasıl yönetebileceğimiz üzerine etkili konuşabilmek için ipuçları paylaşıyor.

“Su yönetimini çocuklar mı yapacak?” diye sorabilirsiniz. Evet, bugün yetişen çocuklar, yarın suyumuzu yönetecekler. Dolayısıyla suyun yönetimini birlikte öğrenmemiz gerekiyor.

Su nedir?

Su nedir? İçinde ne vardır? Rengi nedir? Hangi haldedir? Nerededir? Ne kadardır? Bu sorular insana ilk başta çok basit gelebilir, ama eğitim bu basit ve temel sorularla başlamak zorunda. İlkokuldan liseye kadarki süreçte bunları öğrencilerimize anlatıyoruz, ama gündelik hayatın koşuşturmacasında cevapları unutuyoruz. Hatta bu soruları kendimize sormayı da unutuyoruz, çünkü suyla olan ilişkimiz artık damacana ya da pet şişe su almaya indirgenmiş durumda. Sanki su, bundan başka bir şey değilmiş gibi! Denize gittiğimizde, yüzdüğümüzde, bir nehrin kenarında yürüdüğümüzde ya da bir göle baktığımızda, suyun gerçekten bizim onunla kurduğumuz ilişkiden çok daha büyük bir varlık olduğunu, onun bir parçası olduğumuzu bize hatırlatıyor. Buna ihtiyacımız var.

Su döngüsü, ilkokuldan liseye kadar tüm derslerde, özellikle de coğrafya, fen bilgisi ve hayat bilgisi gibi derslerde konuştuğumuz bir konuydu. Bu döngüselliğin yüzü suyu hürmetine bu gezegende hayat var, onun sayesinde bugün olduğumuz yerlerdeyiz.

Eğitim de aynı bu noktadan, su döngüsünden yola çıkmalı belki. Evet, su döngüsü yine bizim böyle ilkokuldan liseye kadar bütün derslerde özellikle coğrafya, fen bilgisi, hayat bilgisi derslerinde hep konuştuğumuz bir mesele. Bu döngüsellik sayesinde bu gezegende hayat var ve biz de bugün buradayız.

Su ayak izi her yerde!

Bu geniş perspektifi biraz daraltalım. Türkiye’deki su krizi ne boyutlarda? 1960’tan 2050 yılına kadar Türkiye’de kişi başına düşen yıllık su miktarına bakalım. 1960 yılında kişi başına düşen su miktarı 4.035 m3 iken, 1980’de 2.504 m3‘e düşmüş, daha sonra da 1.747’ye… Çok kritik bir dönem bu. 1.280 m3‘ü kırmızıyla yazdım, çünkü 1.700’ün altına düştüğümüz anda su sıkıntısı ve stresi yaşayan bir ülkeyiz demektir.

2050 yılında beklenen 1.000 m3‘ün altına düşüldüğünde de su fakiri bir ülke olacağız. Katar, Kuveyt ya da Suudi Arabistan gibi ülkelerle aynı sınıfta olacağız. Bütün bunların altında yatan çok ciddi bir meseledir. Dolayısıyla, eğitim müfredatının temelinde olması gereken bir meseledir. Su eğitimi, edebiyattan coğrafyaya ya da matematiğe kadar her derste mutlaka anlatılmalı, mücadele yöntemleri gösterilmelidir.

Aslında tablo daha kötü. Diyeceksiniz ki, bundan daha kötü ne olabilir? Kaynaklarımız sabitken nüfus artıyor ve kişi başına düşen su tüketimimiz de artıyor. Peki, nasıl artıyor? Aldığımız her türlü malın, aklımıza gelen her türlü hizmetin bir su ayak izi var. Su ayak izi dediğimiz şey, her türlü malın ve hizmetin üretim sürecinde kullanılan su miktarı.

Yüzey su kaynaklarından çektiğimiz su miktarına “mavi su ayak izi” diyoruz. Bir pamuk tarlasına yağışlarla su indiğinde, o pamuktan tişörtün üretiminde kullanılan suya “yeşil su ayak izi” diyoruz. Bir de kirlettiğimiz su var. Gübrelemeyle, pestisitlerle, herbisitlerle kirlettiğimiz suyu daha temiz hale getirebilmek ve seyreltebilmek için gereken su miktarına da “gri su ayak izi” diyoruz.

   

Su bir insan hakkı…

Aldığımız ve gereksiz tükettiğimiz her şey, su tüketiminin bir parçası. Bu nedenle eğitimlerdeki en büyük amacımız ve derdimiz, su ayak izimizi küçültmek üzerine olmalı. 2.700 litre su kullanılarak üretilen bir tişört indirimle 350 liraya düşmüş ve ucuz olabilir, ama topluma ve doğaya büyük bir maliyeti olduğunu unutmayalım.

Öğrencilerimize sadece bilişsel düzeyde bir öğrenme deneyimi sunmak yerine, bildiklerini hayata geçirebilecekleri, gündelik hayatın içinde harekete geçebilecekleri neler yapabiliriz diye düşünmeliyiz.

Başlarken bir sorumuz var elimizde: Nasıl azaltacağız? Bir öğrencimize “Senin su ayak izin nedir?” diye sorarak başlayabiliriz. Hesaplamasını isteyeceğimiz pek çok uygulama var bunun için. Kendisine “suyun aynası”nda bakacak ve görecek ki epeyce su kullanıyor. Daha sonra, okulunun su ayak izini hesaplayabilir. Okulunda ne kadar su tüketiliyor, ne kadar su kirletiliyor? Buradan yola çıkarak öğrencilerin, öğretmenlerin ve hatta velilerin katılabileceği kampanyalar ve projeler geliştirilebilir.

Okullardaki bir başka önemli mesele de öğrencilerin temiz suya ücretsiz erişimi. Bazı okullarda kantinlerde yarım litre su 10 TL’ye satılıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bu bir insan hakkı. Oysa ki öğrencilerin şebeke suyunu içebildikleri uygulamalar, filtreler düşünülse hem daha ucuza mal edilecek hem de öğrenciler mataraları ve şişeleriyle içecekleri suyu temin edebilecekler. Her seferinde 10 TL ödemek yerine bütün dünyada kabul edilmiş bir insan hakkı olan suya erişimi sağlanacak. Okullar, öğretmenler ve veliler, yerel yönetimlerden bunu talep ederek başlayabilirler. Böylece yalnızca bir insan hakkı uygulanmayacak, doğadaki plastik birikiminin de önüne geçilecek.

Neler yapabiliriz, nasıl eyleme geçebiliriz?

Plastik atık konusu da önemli bir mesele. Artık plastik denizlerin içinde yüzüyoruz. Vücudumuz plastik çorbasına dönüşmüş durumda. Doğmamış çocuğun içinde, bulunduğu plasentada bile mikroplastikler var. Suyun sadece miktarının değil, kalitesinin de düştüğünü anlatan kampanyalar ve bilgilendirmeler yapılabilir. Türkiye çapında bir sıfır atık projesi var. Onun da rüzgârını arkaya alarak okullarımızı plastiklerden arındırabiliriz.

“Doğada bir plastik şişe 150 yılda yok oluyor!” Hep böyle cümleler geliyor kulağıma. Doğada hiçbir şeyin yok olduğu yok. Sadece dönüşüyor. Bunu bile anlatmak çok önemli. Söylenen şey, fiziğin bile kurallarına aykırı bir cümle. “Yok oluyor” diye bir şey yok. Attığımız her adımın bir bedeli olduğunu, doğada yok olmanın değil dönüşümün olduğunu anlatmanın en güzel yolu, çocukların ve gençlerin, dünyayı daha geniş bir bakış açısıyla incelemelerini, çevrelerine bakmalarını, kendi bahçelerini bir üniversite kampüsü gibi kullanmalarını ve eyleme geçmelerini sağlamaktan geçiyor.

Sokak çeşmelerimiz nerede?

Peki, eyleme geçmek demişken, okulumuzun su ayak izini nasıl azaltacağız? İşte o aşamalardan biri: sokak çeşmeleri. Bu muhteşem varlıklar neden artık yaşamıyor? Restore edilseler bile birer süs aracı ya da turistik nesne gibi kullanılıyor? Bir zamanlar insanların buluşma noktası olan, yoksul ya da zengin demeden herkesin, sokak hayvanlarının suya rahatlıkla ve ücretsiz olarak erişebildiği bu muhteşem kültür hazinemiz neden yok? Okulların yakınlarında böyle çeşmeleri yeniden yaşatabilir ve var edebiliriz. Bu aynı zamanda şebeke suyu içebileceğimizi gösteren bir araç olarak da kullanılabilir.

Okullardaki gri suyun, yani elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra ortaya çıkan atık suyun yeniden, dönüşümsel bir şekilde kullanılması mümkün. Bunu elbette öğrenciler ya da öğretmenler yapamaz, ama özel sektörü de işin içine katarak böyle bir yenilemeye gidilebilir. Su ayak izimizi düşüren önemli eylemlerden biri olabilir.

Yağmur suyu hasadı, çatılarımıza inen yağmur suyunun bir depoda toplanıp sonra da tuvalet rezervuarlarında ya da bahçe sulamasında kullanılmasıdır. Bunlar okul bahçelerinde kolaylıkla uygulanabilir.

Kırsaldan da bir örnek vermek gerekirse, bu fotoğraf Aydın’ın Haydarlı köyünden. Bu bir WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) projesidir. Çatılardaki su toplanıyor ve hayvanların su ihtiyacını gidermek için kullanılıyor. Haydarlı, zamanında kuraklıktan çok çekmiş bir köy. Tarımsal ve hayvansal üretimi sekteye uğratacak kadar büyük sorunlar, su kıtlığı yaşanmış. Bunu ortadan kaldırmak için de teraslama sistemiyle böyle göletler oluşturmuşlar. Coğrafya dersinde öğrendiğimiz temel bilgilerle bu bölgedeki su sorunu büyük ölçüde çözülmüş durumda.

Her şeyden daha çok suyuz.

Dünyadaki her yer bir su havzası. Bu, Robert Szucs’un bir çalışması. Görseldeki kara parçalarının üstündeki renkler, karalarda bulunan nehir havzalarını gösteriyor. Rengârenk olanların her biri büyük birer nehir havzası. O toprak dediğimiz yerde nehir havzaları var. Siyah alan da suyun ta kendisi. Biz eğer insan olarak bir toprağın parçasıysak, oradan doğduysak, toprak olmadan biz bir hiçiz, aynı zamanda suyun da parçasıyız. Yani su biziz.

İnsan vücudunun %60’ının su olduğu daha ilkokulda bize öğretilen bilgilerden biridir. Evet, her şeyden daha çok suyuz. Düzgün bir su yönetimi için bunu hatırlatacak bir eğitimin olması gerekiyor. En azından gelecek nesillerin su yönetimini ortaya koyabilmesi için.

Son olarak, kitapların ve edebiyatın rolünden söz etmeden olmaz. Suyla ilgili, su krizinin farklı boyutlarını anlatan, mücadele yöntemlerini örnekleyen, eyleme çağıran pek çok kitap var. Bu kitaplardan faydalanmalıyız. Hem tüm bu bilgileri hem de kitaplardaki bu su hikâyelerini hepimizi bir araya getirecek bir harç olarak görüyorum. Çünkü sadece aklımıza değil, kalbimize, bütün varlığımıza, ruhumuza da seslendiği için.

Kitaplar birbirimizden öğrenme biçimlerimizden biri. Her biri bir damla gibi. Bu damlaların bir araya gelmesi ve okyanusa dönüşmesiyle, içinde bulunduğumuz krizler çağıyla baş edebiliriz.