Devlet, yayıncılığın neresinde?

Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı, yayıncı, eleştirmen, şair Metin Celâl Zeynioğlu, yayıncılığımızı etkileyen önemli güncel konuları, devletin edebiyatı teşvik programını ve yasal gelişmeleri değerlendirdi.

Uluslararası Yayıncılar Birliği’nin (International Publishers Association – IPA) yaptığı araştırmaya göre; Türkiye 42.337 çeşit yeni başlıkla, yani yeni yazılan kitapla dünyada kitap üretiminde 11. sırada. İlk üç sırada ABD, Çin ve Almanya’nın bulunduğu bu sıralamada, pazar büyüklüğü açısından da Türkiye 1.682.000 avro ile 12. sırada.

Kültür endüstrisi olarak ifade edilen bu havuzda, genelde hep olumsuz bir tavrımız vardır. Tüm dünyada kitap okuma tablosunun giderek kötüleştiği düşünülürken, IPA’nın bu sıralamasında kitap yayıncılığının payı %30. Kitap yayıncılığı, sinema ve gösteri sanatları ve dergilerin ilk üçü oluşturduğu bu pastaya baktığımızda, dünyanın kültür endüstrisinin yarısını bizim ahlanıp vahlandığımız kitap ve dergi yayıncılığı oluşturuyor. Amerika, Almanya, Çin, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, Brezilya, Güney Kore, Hindistan, Türkiye ve Kanada, dünyadaki yayıncılık üretiminin %84’ünü karşılayan ülkeler. Bu da çok ilginç ve dünyanın geneli açısından üzücü bir durum elbette.

Türkiye’ye dönüp, Yayıncılık Federasyonu’nun verilerine bakıldığında, 2014’ün ilk dokuz ayında yayıncılık sektörünün %9.6 daha fazla üretim yaptığı görülüyor. Geçtiğimiz yıl yayıncılık sektöründeki üretimin büyümesi %12’ydi. Ekim-Kasım aylarında yılın en büyük üretimi yapılıyor; hem eğitim sezonu açılıyor, hem de İstanbul Kitap Fuarı düzenleniyor. Umuyoruz ki, bu yıl da büyüme kaydedeceğiz.

Öte yandan, yayıncı dostlarımızın da bildiği gibi, kitap satışlarında sıkıntılar var. Kitabevlerinin sayısında azalmalar görüyoruz, böyle de bir paradoks yaşıyoruz. Gelen kötü haberlerle her yıl durumun daha vahim olacağından endişe ediyoruz, ama gelen rakamlara bakıldığında, büyümeye devam ettiğimiz görülüyor. Yayıncılık sektörü son 10 yıldır hemen hemen her yıl yaklaşık %10 büyüme kaydediyor.

Yayıncı – devlet ilişkisinde süreklilik

Yayıncılığımızın sürekli ilişkide olduğu iki bakanlık var: Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı. Yayıncılar Birliği olarak ilişkilerimizi öncelikle bu iki bakanlıkla sürdürmeye çalışıyoruz.

Bu noktada temel sorunlarımızdan biri, devletin kurumlarında ve söylemlerinde sık sık dile getirilen “süreklilik” kavramı. “Devlette süreklilik vardır,” cümlesini çok sık duyarız. Ama bugüne kadarki deneyimlerim gösteriyor ki, bizim işlerimizde devletle süreklilik yok. Örneğin, geçtiğimiz yıl Kültür Bakanı’nın değişmesiyle önemli bürokratik kadrolar, daire başkanları, özellikle de bizi ilgilendirenler değişti. Bu değişim sonunda tüm ilişkiler ve çalışmalar sıfırlanıyor; önceki memur giderken elindeki dosyaları aktararak gitmiyor ve yeni gelen tekrar öğrenmeye başlıyor.

Süreklilik ve buna benzer sıkıntılar nedeniyle, her yıl rutin olarak devam eden işlerimiz sekteye uğruyor. Kitap alımları, uluslararası fuarlara katılım, TEDA (Türk Edebiyatının Dışa Açılımı) desteği gibi konularda kurumların toplanmasında önemli gecikmeler oldu. Bu duruma dışarıdan bakıldığında, siyasi otoritenin kültür politikalarında nasıl bir değişiklik düşündüğü ve kurumların neden bir türlü toplanamadığına yönelik şüpheler, soru işaretleri oluşabiliyor.

Kültür Bakanlığı’yla ilişkilerimizde önemli bir gündem maddesi de TÜSAK (Türkiye Sanat Kurumu) yasa tasarısıdır. TÜ-SAK üzerine basında önemli tartışmalar, iddialar dönüyor. Bu yasa tasarısıyla zannediliyor ki, sadece Devlet Tiyatroları, Opera ve Bale kapatılacak, her şey devlet kontrolünde olacak, işten çıkarmalar olacak… Yasanın o tarafında bunlar da var. Ama tamamını okuduğunuzda, edebiyatı, yazarları ve yayıncıları da ilgilendiren önemli maddeler olduğu görülecektir.

Yazar desteği nereye doğru?

Benzer bir tartışma da “yazar desteği” konusunda ortaya çıktı. Bu öncelikle yeni Bakan’ın, Kütüphaneler ve Yayınlar Genel Müdürlüğü’nün icat ettiği bir destek konusu değil; Ertuğrul Günay’ın bakanlığı döneminde yönetmelik hazırlanmış ve yayımlanmıştı. Basında o zamanlar Radikal ve Cumhuriyet dışında hiçbir gazete bunu haber yapmamıştı, daha sonra da unutuldu zaten. Unutulmasındaki en önemli neden de, devletteki süreklilik sorunudur.

Yakın zamanda devlet, edebiyat teşviklerini açıkladığında, basında müthiş bir tartışma çıktı. Ama bu geç kalınmış bir tartışma oldu, zamanında daha sıkı bir haber takibi ve gündeme getirilmesi gerekiyordu.

Devletin edebiyatı desteklemesi, teşvik etmesi, Yayıncılar Birliği’nin her zaman gündeminde olan bir şeydir. Devletin kütüphanelere iyi bir bütçeyle kitap alması, Türkiye edebiyatının değerli yazarlarının birçok dile çevrilmesi için çeviri desteği vermesi ve çok tartışılan yazar teşvik programı da bizim önerilerimizdi. Özetle devletin, biz sinemaya, tiyatroya yardım ediyoruz; biraz da edebiyata destekte bulunalım, gibi bir düşüncesi yoktu.

Yayıncılar Birliği olarak, TEDA desteğini Erkan Mumcu’nun bakanlığı sırasında, 2005’te önermiştik. Yayıncı kökenli biri olduğundan heyecanla karşılamıştı. Sonraki bakanlarla da devam eden süreçte oldukça yol katettik. 2014 yılında geldiğimiz noktada, destek için 2.250.000 TL tutarında bir ödenek harcandı. Buna paralel olarak, 10 yıl önce 470.000 civarında olan kitap ve dergi alımları bütçesi, bugün 10.550.000 TL tutarında. Geçtiğimiz yıl devlet kütüphanelerine 1.202.000 adet kitap ve 263 dergi satın alındı; bunların büyük bir çoğunluğu da edebiyat dergisidir.

IMG_6522-e1414064947332Vazgeçmek mi, iyileştirmek mi?

Çok tartışılan yazar destek programına bakıldığında, yönetmelik ilk yapılırken, karar verecek kurulun yazar örgütlerinden oluşması gerektiğini belirtmiştik ve kabul edilmişti. Ancak, daha sonra yapılan yönetmelik değişikliğinde bu madde, “edebiyat alanında adımlar atmış veya tanınmış, bilinen kişiler” gibi yoruma çok açık bir hale getirildi. Bununla birlikte, destek programındaki şeffaflık meselesi de eleştirdiğimiz bir başka noktadır.

Tüm bunlara karşın, ben şahsen, bu desteklerin kaldırılması taraftarı değilim. Bu destek programına ayrılan 450.000 TL’nin kaldırılmasından ziyade, bunu düzeltmek ve edebiyata, yayıncılığımıza uygun hale getirmek taraftarıyım. Eleştirilerimizi bu yönde geliştirmeliyiz. 2014’te devlet sinemaya 26.979.000 TL, tiyatroya 4.312.000 TL ayırırken; edebiyat eserlerine de 463.000 TL ödenek ayırmış. Bu bağlamda, edebiyata daha fazla destek verilmesi gerekir, eleştirilerimizi bu yönde geliştirmeliyiz. Söz konusu yönetmeliğin değiştirilmesi için gereken mücadeleyi de verelim.

MEB yayıncılık yapabilir mi?

Yayıncılar olarak devletle ilişkimizin diğer kanadını da Milli Eğitim Bakanlığı’yla olan diyaloğumuz oluşturuyor. MEB’de Kültür Bakanlığı’ndan çok daha hızlı ve fazla görev değişiklikleri oldu. Siyasi gelişmelere bağlı olarak sürekli değişti. Üstelik MEB, Kültür Bakanlığı gibi sektörle, sektörü temsil eden kurumlarla çalışmaya alışkın bir yapı değil. MEB, bir yönetmelik hazırlar, ilan eder, uygular; kimse duymaz, farkına bile varmaz; insanlar yönetmeliği uygulandığında görür ve eleştirmeye başlar.

Nitekim MEB, Ekim ayı başında yeni bir “yayın yönetmeliği” yayımladı. Bu, sırf yayıncıları değil, yazarları da ilgilendiren bir yönetmeliktir. Okuduğumuzda, MEB tekrar kültür yayıncılığına giriyor, diye yorumladık ki, bu yayıncılık sektörü için endişe vericidir. Talebimiz devletin yayın yapmamasıdır, yayıncılık sektörünün önünü açmasıdır.

Yayıncılar olarak en büyük endişemiz, çocukların ders kitabı dışındaki kitaplarla, edebiyatla buluşmasını engelleyici uygulamalardır. Bakanlığın yardımcı eğitim araçlarını desteklediği açık açık dile getirilir, ama sonra gizli genelgelerle, “Ders kitapları dışında bir yayına ihtiyaç yoktur,” duyurusu yapılır. Öğretmenler de kitap listelerini, eğitim sezonu başında yayımlanan bu genelgeye göre düzenler. Bunun yanı sıra, okullara hangi yayınevlerinin kitaplarının sokulup sokulmayacağına yönelik direktifler de bulunuyor. Durum gittikçe daha vahim bir hale geliyor.