Üretimden Okura Kitap Piyasası Sorunlarımız
Kırmızı Kedi, Arasta ve Emek Kitap’ın sahibi Haluk Hepkon; D&R Genel Müdür Yardımcısı Cem Özyiğit ve Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk, Günışığı Kitaplığı Genel Müdür Yardımcısı Banu Ünal’ın sorularını cevaplıyor. Sektörün önemli isimleri, vadelerden iadelere, iskontolardan fiyatlandırmaya kadar kitap piyasamızı etkileyen önemli konuları tartışıyor.
Banu Ünal: 2017’de ülkemizde 60.335 adet başlıkta, 408 milyona yakın bandrollü kitap üretildi. Perakende değeri olarak yaklaşık 5 milyar 800 milyon TL büyüklüğüne ulaşmış bir yayıncılık sektöründen söz ediyoruz. 2017 kurlarına göre, sektörün karşılığı yaklaşık 1,6 milyar dolar civarındaydı. Ancak güncel kura göre bu büyüklük 1 milyar dolar dolaylarında. Piyasadan söz ederken, öncelikle ürün, fiyat ve vade gibi temel belirleyicileri ele alalım. Öncelikle doğru fiyatlandırma modelinin kullanılması, ürünün piyasadaki konumu ve alıcının tepkisi açısından çok önemli. Maliyete dayalı, rekabet odaklı ve değer odaklı olmak üzere üç yaygın fiyatlandırma modeli var. Haluk Bey, bir yayıncı olarak, kitaplarınızın etiket fiyatını belirlerken siz nasıl bir yöntem izliyorsunuz ?
Haluk Hepkon: Teoride bu üçü de olabilir, ama maalesef Türkiye’de maliyet odaklı fiyat çalışması yapmanın ötesine geçemiyoruz. Çoğu yayıncının da bildiği üzere, bunun dışında bir strateji izlenemiyor. Kâğıt masrafı, telif ücretleri, reklam bütçesi, dağıtımcı ve kitapçı payı derken, fiyatlandırma koşulları inanılmaz bir noktaya geldi. Son yayımladığımız kitaplardan Yılmaz Özdil’in Mustafa Kemal ’i için 35 TL gibi bir fiyat belirledik ve piyasadan çok tepki aldık. Önceki kitabı Adam’ın fiyatı 26 TL idi. Yayımlandığı 2016 yılında fiyatı 8 dolar gibiydi. Mustafa Kemal ise şu an 5 dolar ediyor. Dolar bazında ucuzlamış görünüyor, ama kurdaki artış elbette maliyete ve fiyata da yansıyor. Okuru da haklı olarak isyan ettiriyor.
BÜ: Kurdaki inanılmaz artış, maliyetlerde de her gün değişen bir noktaya getirdi yayıncıları. Bu doğrultuda, fiyat güncellemelerini ne sıklıkla yapıyorsunuz ?
HH: Geçmişte, sene başlarında yapıyorduk bu çalışmayı. Ancak bu yıl içinde birkaç kez müdahale etmek zorunda kaldık. Çünkü biten ürünü daha pahalıya üretiyorsunuz. Bir kitabınızın stoğu tükendiyse ve tekrar basacaksanız, yurtdışına telifi ödenen eserler ve iki katına çıkan kâğıt maliyetleri nedeniyle eski iskonto oranları ve fiyatlarla devam etmek mümkün değil. Kâğıt zammı ve kurdaki dengesizlik devam ettikçe, gelecek dönemde de fiyatlara müdahale etmek zorunda kalacağız.
Kitap gerçekten pahalı mı ?
BÜ: Kâğıdın dışında, teknoloji kullanılan her alanda olduğu gibi, baskı fiyatlarında da artış söz konusu. Kenan Bey, Türkiye’de hem kültür yayıncılığı hem de akademik yayıncılık yapmanın yanı sıra, yurtdışından kitap ithal eden deneyimli bir yayıncısınız. Fiyatlandırma konusunda yurtdışıyla bizim aramızda nasıl bir karşılaştırma yapabilirsiniz ?
Kenan Kocatürk: Yurtdışıyla hiçbir benzerliğimiz yok gibi bu konuda. Öncelikle, Türkiye’de hiçbir şeyin fiyatı bu kadar uluorta tartışılmazken, kitabın fiyatı tartışılır. Hatta bazen lince varan bir tepkiyle karşılaşır yayıncılar. Batı’yla aramızdaki en önemli fark, bizden daha profesyonel bir bakış açısı geliştirmeleridir. Gönüllülük ve işin duygusal tarafı hep olmuştur, ancak sonuçta yayınevi bir işletmedir. Bir ürünü tasarlıyor, geliştiriyor, onun ötesinde bir de içerik geliştiriyor. Zaten bizde de son yıllarda yavaş yavaş endüstriyel bir yapı oluştu.
Amerika’da akademik bir kitabın yayımlanması, maliyet anlamında sadece yayıncıyı ve eser sahibini ilgilendirmiyor. Konu editörü, dil editörü, tasarım editörü gibi, bir kitap için çalışan yedi sekiz editör olabiliyor. Okullara, üniversitelere giden özel pazarlama elemanları var. Acente ve bayilik organizasyonları var. Bunların hepsi birer maliyet unsuru. Kültür endüstrisinin yapısal bir örgütlenmesi var.
Ne yazık ki bizde tek sorun yapısal örgütlenme değil, fiyatlama meselesinde de sıkıntı yaşıyoruz. Maliyet kalemlerinden biri de geliştirme giderleri. Benzer ürünün tekrar geliştirilmesi, yapılması… Yayıncı, yatırdığı maliyeti koruyabilmek için zam yapma noktasına geliyor. Türkiye’deki yayıncılık dünyası, büyük bir basiret örneği göstererek, diğer sektörlerdeki %50-60 gibi oranlar yerine, %10-15 civarında mütevazı oranlarda zam yaptı. Çünkü yayıncının okuruyla arasında bir bağ var. Yazarından illüstratörüne, çevirmeninden editörüne kadar, yayıncılık sektörüne emek verenlerin bu fiyat tartışmalarında dik bir duruş sergilemesi lazım.
“Türkiye’deki yayıncılık dünyası, büyük bir basiret örneği göstererek, diğer sektörlerdeki %50-60 gibi oranlar yerine, %10-15 civarında mütevazi oranlarda zam yaptı.”
BÜ: Cem Bey, siz kitabı okurla buluşturan taraftasınız. Türkiye’deki okurlar hakikaten kitabı pahalı buluyorlar mı, size gelen geribildirimler neler ?
Cem Özyiğit: Yayıncılık sektörünün 2017’de sağladığı yaklaşık 6 milyar TL’lik perakende büyüklüğü, Türkiye ekonomisine çok önemli bir katkı. Bu katkıyı oluşturan sektörün dikkate alması gereken ve sürekli güncellenen maliyet yapıları var. D&R mağazaları olarak biz, kültür kitabı odağında bir perakende satış noktasıyız. 2017 ile 2018’in benzer dönemlerini karşılaştırdığımızda, kitap birim fiyatları yaklaşık %14-15 seviyesinde artış gösteriyor. Üretici fiyat endeksiyle tüketici fiyat endeksi arasındaki uçurum, bu oranı yansıtmıyor. Dağıtımdaki farklı maliyet yapılarının da etkisiyle aslında kitap fiyatları, olması gerekenin biraz daha altında şu anda. Buna rağmen okur, kitap fiyatını yüksek görüyor ya da görmeye başladı diyebiliriz.
“Çay içersen çeki alamazsın !”
BÜ: Mağazalarınızdan ve satışlarınızdan gözlemlerinize bakıldığında, fiyata hassasiyet gösteren bir okur kitlemiz var. Maliyete dayalı fiyatlandırmada temel belirleyicilerden biri de tahsilat vadeleri ve iadeler. Sektörümüzde vadeler o kadar uzadı ki, konu neredeyse kendi lügatını bile oluşturdu. Örneğin, “teneşir vade”! Kenan Bey, nedir bu “teneşir vade”, açıklayabilir misiniz ?
“Metin Celâl bana, ‘Ne safsın ! Çay ısmarlıyorlarsa ödeme yapmayacaklar demektir. Çay içme sakın,’ dedi.”
KK: Vade konusu yayıncılığın yapısal sorunlarından biri. Aslında asıl sorun, yayıncının başlangıçta anlaştığı değil, sonuçta önünde bulduğu vadeler. Normal bir anlaşma kapsamında, belli bir sürede ürünlerinizi dağıtıyorsunuz, ödeme almaya gittiğinizde başka senaryolarla karşılaşıyorsunuz. Yayıncılıktaki ilk yıllarım –90’ların başında, Cağaloğlu’na tahsilat yapmaya gidiyordum. “Abi hoş geldin,” deyip çay ısmarlıyorlardı. Bir, iki, üç… her gidişimde çay içtim ve çek alamadım. Dördüncü gidişimde çay ısmarlamadan, “Abi buyur ödemen,” deyip zarfı verdiler. Metin Celâl bana, “Ne safsın ! Çay ısmarlıyorlarsa ödeme yapmayacaklar demektir. Çay içme sakın,” dedi. Sonraki gidişlerimde, çayı reddedip, “Çeki ver,” demeye başladım.
Dağıtımcıların kullandığı bir deyim vardır: “Altı boş, altı dolu”! Bu, ilk altı ayın boş geçilmesi, altıncı aydan sonra da “sıra çek” denilen, altıncı aydan on ikinci aya kadar gidebilen çekler demek. Yayıncılar, ödeme bekledikleri dağıtımcı ya da tedarikçilerden ürünü sattıkları yerlerle yaşadıkları tahsilat sorunlarını duyabiliyor. Gerekçesi doğru ya da yanlış, ödeme yapmamak, ek vade süresi kazanmak isteyenlerden türlü açıklamalar dinliyor. Teneşir vade de, bilemediğiniz bir süre içinde gelecek olan ödemedir. Hiç alamamaktan iyidir, deyip alırsınız.
BÜ: Vadelerden iadeler konusuna geçersek… Cem Bey, D&R olarak tedarik zincirinizde sizin uyguladığınız bir iade sistematiği var mı; nasıl işliyor bu sistem ?
CÖ: Akıllı bir ürün yönetim sistemimiz var; planlamamızı ona göre yapıyoruz. İadelerde birkaç noktaya dikkat ediyoruz. Biri çok önemli: Mümkün olan bütün çeşitliliği korumak. 200 mağazamızda yaklaşık ciromuzla da orantılı bu. %50’ye yakın bir metrekare ve kapasitede ciddi sayıda kitap çeşidi bulunduruyoruz.
Müşteri mağazada çeşit göremezse, memnuniyeti sağlayamıyoruz. Çeşit olunca satışın arttığını da rahatlıkla gözlemliyoruz. Biz yayıncılık sektörüyle aynı gemideyiz. Daha fazla okuyucu, daha yüksek okuma oranları, daha fazla okura ulaşalım gibi bir misyonumuz var. Bu misyonu yansıtan da bir iade sistemimiz var. Bulundurduğumuz fazla çeşidin 180 gün hareketsiz kalan kısmını, satmayan ve “uzun kuyruk” dediğimiz bölümünü mağazalarımızdan iade olarak çekiyoruz. İadeler bunun üzerine kurulu. Yayıncılardan bu konuda bazen tepki de alabiliyoruz. Ancak mağazalardaki stoklarımız konusunda, merkezi ve şeffaf verilerle sorunları birlikte çözebiliriz.
İkinci nokta da, ilk baskı adetleri. İlk alım adetleriyle ilgili asıl konu talebin tahmin edilmesi. Müşterinin neyi ne kadar beğeneceği net değil. Oysa bu konu, hepimizin maliyet yapısını etkiliyor. İlk alım adetlerinin belirlenmesinde ortak çalışmalar yapmak, tahminlerin altında ya da üstünde sattığımız durumlarda nasıl manevralar yapacağımızı belirlemek yayıncıyı da, bizi de rahatlatacaktır. Yeni çıkan bir kitaptan üç bin adet alıp rafa koyduğumuzda, ilk 30 günden sonra mağazalar arasındaki dengesizliği gidermek için satmayandan satana transferler yapıyoruz. Hâlâ fazlamız varsa, onları da toplayıp iade olarak yayınevine gönderiyoruz. Genel sistemimiz bu.
KK: Cem Bey’in vurguladığı, yayınevleriyle iletişim içinde olma meselesini çok önemsiyorum. Birçok yayıncının önemli koleksiyonları var. Yaşar Kemal kitapları, birbirinden koparılmaması gereken koleksiyonlara en iyi örneklerden biri. Özellikle büyük mağazalarda bu koleksiyonları korumak gerekir. Yayıncının, çoksatanın rafa konulması dışında, rafa konulunca satan kitaplar için önerilerde bulunması kıymetli. Her iki tarafın da samimiyetle ve içtenlikle verilerini paylaştığı, arayan okurun aradığını bulabildiği, kültürel çeşitliliğin korunabildiği bir işbirliği geliştirmeliyiz.
Havada uçuşan iskontolar…
BÜ: İade sistematiğinde işbirliğine olan ihtiyacımız ortada. Bir diğer önemli konumuz da iskonto oranları. Yayıncıların dağıtımcılara, dağıtımcıların kurumsal müşterilerine ya da kitabevlerine, kitabevlerinin bireysel müşterilerine verdikleri iskontolar. İskontolar havada uçuşuyor. Haluk Bey, bu iskontolar üzerinden rekabet modeli doğru ve sürdürülebilir bir model mi?
HH: Doğru olmadığı çok açık. Bu konuda biraz karamsarım. Önümüzdeki dönemde, bir toparlanmanın aksine daha büyük bir çöküşün olacağını öngörüyorum; umarım yanılırım. İskonto oranları konusunda, hem yayıncı hem de dağıtımcı olarak işin içindeyim. Yayıncı olarak zaten çok zorlandığımız oranlar var ortada. Dağıtımcı olarak baktığımda ise, yayıncıdan aldığımızla kitapçıya verdiğimiz vade arasındaki fark bizde yaklaşık 35 gün. Dağıtımcı tahsil etmeden 35 gün önce yayıncıya para ödemek zorunda olduğu için bu parayı da krediyle karşılamak zorunda. Üstelik, kredi faizlerinin bu kadar arttığı bir dönemde, sürdürülemez bir sistemden bahsediyoruz. Hem yayıncı hem dağıtımcı olarak diyebilirim ki, iskonto ve vade oranlarını tekrar gözden geçirmek zorundayız. Yoksa hepimizi çok sıkıntılı günler bekleyebilir.
“Sabit Fiyat Yasası, tüm perakendecilerin ürünü, yayıncıların belirlediği etiket fiyatından satmaları anlamına geliyor. Yayıncılar kitap fiyatlarını diledikleri zaman değiştirme hakkına sahipler.”
BÜ: Cem Bey, siz hem Prefix kanalıyla kurumsal müşterilerinize hem de mağazalarınızdan bireysel müşterilerinize satış yapıyorsunuz. Mutlaka yayınevlerinden aldığınız iskontolar üzerinden bazı indirim kampanyaları uyguluyorsunuz. İskonto konusunda eklemek istedikleriniz var mı?
CÖ: Biz daha çok perakende konsantrasyonu olan bir firmayız. Kurumsal satışlarımız toplam cironun %5’i kadar. O tarafta da mevcut piyasa şartlarını bozacak bir hareket yapmıyoruz. Orada var olma amacımız, vadelerin ve iskontoların havada uçuştuğu bir dünyada, bazı kitabevlerine tahsilatı güvence altına alan bir sistemle hizmet sunmak. Dolayısıyla e-ticaret özelinde ayrı bir rekabet söz konusu, çünkü iskontolar çok farklı.
Nedir bu Sabit Fiyat Yasası ?
BÜ: Piyasada, yayınevlerinden alınan iskontolar %35-60 yelpazesinde değişiyor. Dağıtımcılar ve kitabevleri, bu iskontoları kendi kârlarını ya da özsermayelerini arttırmak yerine, birbirleriyle rekabet aracı olarak kullanıyor. Bu da aynı kitabın okura farklı noktalarda birbirinden çok farklı fiyatlarla sunulmasına neden oluyor. Bu durum, yayıncılık sektörünün bir süredir gündeminde olan Sabit Fiyat Yasası’nın bugünlerde daha çok konuşulmasına yol açıyor. Kenan Bey, Türkiye Yayıncılar Birliği olarak uzun zamandır bu konuda çalışmalar yapıyorsunuz. Nedir bu yasa ?
KK: Sabit Fiyat Yasası, kültür endüstrisini tanımlayan ve ayakta kalmasını, sürdürülebilir olmasını sağlayan bir sistemdir. 1890’larda Almanya’da başlayarak önce Fransa’ya, daha sonra tüm Avrupa’ya yayıldı. Bu yasa, salt fiyat meselesi değildir. Temeli, belirli bir süre boyunca kitabın, yayıncının belirlediği fiyatın dışında satılmamasıdır. Özellikle internet mağazalarındaki yıkıcı indirimleri ortadan kaldırabilir.
Yayıncı, yayınladığı kitabın maliyetini ilk dağıtıma çıkar çıkmaz karşılayıp yeni kitaplar üretebilecek, kitabevleri de maliyetlerini karşılayabilecek satışlarla ayakta kalabilecek. Devlet de halk kütüphanelerine, okul kütüphanelerine yayınevlerinden %10 indirimle iyi kitaplar alabilecek. Dengeli bir yapıdan söz ediyoruz. Kitaplar, eskiden olduğu gibi kitapçılarda satılacak. Küçük kasabalarda bile kitapçıların hayatta kalması, büyük kentlerdeki kitapçıların rafta çeşit bulundurabilmesi çok önemli. Kitapçılar kültür endüstrisinin başlayacağı ve büyüyeceği yerlerdir.
BÜ: Sabit Fiyat Yasası, tüm perakendecilerin ürünü, yayıncıların belirlediği etiket fiyatından satması anlamına geliyor. Yayıncılar kitap fiyatlarını diledikleri zaman diledikleri şekilde değiştirme hakkına sahip; yani fiyatlandırmada dışarıdan bir müdahale söz konusu değil. Haluk Bey, yayıneviniz Kırmızı Kedi, Yılmaz Özdil’in Mustafa Kemal kitabıyla, henüz yasalaşmamış olsa da sabit fiyatı uygulamaya başladı. Amazon da dahil, kimse TL’den bir kuruş bile ucuza satamıyor kitabı. Bu deneyiminizi anlatır mısınız ?
Sektörün taleplerini dile getirmek.
HH: Sabit Fiyat Yasası’nın çıkacağını düşünüyorum, çok da önemsiyorum. Bunu bir bilgiye dayanarak değil, bir analiz sonucunda söylüyorum. Dev bir perakende firması Türkiye’ye giriyorsa, doğal olarak rakipleri de böyle bir yasanın çıkmasını isteyecektir. Ancak yasanın bir iki şirketinkine değil, bütün piyasanın ihtiyaçlarına cevap vermesi gerekir. İskontoların, vadelerin ve iadelerin havada uçuştuğu şimdiki düzen sürdürülebilir değil; önemli sayıda yayıncı artık işini yapamaz hale gelecek. Bu nedenle, hem dağıtımcıları hem perakendecileri hem de yayıncıları rahatlatacak olan Sabit Fiyat Yasası çok önemlidir. Sektörün taleplerini dile getirmek açısından özellikle Yayıncılar Birliği’ne büyük iş düşüyor.
Mustafa Kemal kitabı çok büyük bir projeydi, ciddi bir yatırım yaptık. İlk üç haftada 750 bin baskı adedine ulaştı, 400 bin satış adedini geçti. Böyle bir kitabın kâğıt fiyatı bile çok yıkıcı. Ortada bir yasa olmadığı için sınırlı olanaklarımız vardı. Rica ederek ve konuşarak, bu kitabın fiyatı ne olursa olsun satacağını anlattık, kârdan zarar etmeyelim dedik. Karşılıklı anlayışla herkes kazandı. Tabii bunu her kitapta yapamayız, herkesle konuşmamız mümkün değil. Ancak, bu çalışmanın pratikte hemen gözlemlediğimiz bir faydası da, kitapçılarda satılan kitap sayısını çok ciddi oranda artırması oldu. Önümüzdeki dönemde özellikle bağımsız kitapçıların hayatta kalması, ticari faaliyetlerini sürdürebilmeleri açısından bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.
BÜ: Cem Bey, Sabit Fiyat Yasası çıkarsa online mağaza ile kitabevi arasındaki satış dağılımında bir değişiklik olur mu sizce ?
CÖ: Mutlaka olacaktır. Özellikle online mağazadaki satış rakamlarında düşüş bekleniyor. Ancak biz de bu yasayı sonuna kadar destekliyoruz. Çünkü fiyatta rekabet olmadığında, asıl kalitede ve hizmette sıkı bir rekabet olacak. Online alışveriş tarafında da dağıtım ve teslimat gibi hizmetlerde iyileştirmeler olacak. Yayınevlerinde daha kaliteli ürünün, perakende satış noktalarında da tavsiyenin ve daha iyi hizmetin öne çıkacağını söyleyebiliriz.
Dağıtımcı lojistik firma mı, toptancı mı ?
BÜ: Sektörün belirleyicilerinin ardından bu piyasanın önemli aktörleri olan dağıtım ve satış kanallarına gelelim. Dağıtımcı, yayıncının ürettiği kitabı belli bir hizmet bedeli karşılığında perakende noktalarına ulaştıran bir lojistik firması mı, yoksa kitapları belirli koşullarla satın alıp kendi müşterilerine istediği koşullarda satan bir toptancı mı ? Kenan Bey, sizin dağıtımcı tanımınız nedir ?
KK: Kavramların doğru kullanılmadığını düşünüyorum. Dağıtımcı aslında, İngilizcedeki distrubutor’dür. Bizdeki dağıtımcının karşılığı ise supplier, yani tedarikçidir. Batı bu meseleyi çözmüş. Eğer yayıncı büyük bir firmaysa, kendi ürünlerinin pazarlamasını, dağıtımını ve satışını tek elden yaptırıyor. Tüm koşulların kararlarını da yayıncı veriyor. Eğer küçük ya da orta ölçekli bir yayıncıysa ve bu organizasyonu tek başına yapamıyorsa, tanıtım ajanslarıyla ve yine yayıncının kararları uyarınca lojistik hizmet veren bir dağıtımcıyla çalışıyor. Küçük ve orta ölçekli yayıncılar, bu hizmet bedelini belirli bir yüzde ile ödüyor. Yani, her yayıncının bir dağıtımcısı var. Böylece, yayıncı piyasaya sürdüğü ürününü rahatlıkla izleyip, veri elde edebiliyor.
Bizde, her yayınevi birden fazla dağıtımcıyla çalışır. Türkiye’deki yayıncı, ne çalıştığı kitabevlerinden ne de dağıtımcıdan sağlıklı bir veri toplayabiliyor. Dolayısıyla kararlarda da söz sahibi olamıyor. Haluk Bey’in altını çizdiği karamsar tabloya katılıyorum, o fırtına her an sektörümüzü vurabilir. Sektörün tüm paydaşlarını korumak için yeni modeller geliştirmek zorundayız.
Acil ihtiyaç: Sürdürülebilir bir model !
HH: Hakikaten, dağıtım bu işin en önemli aktörlerinden biri. Dağıtımcıların da tedarikçilerin de kendine çekidüzen vermesi, çılgın iskonto oranlarından arınması gerekiyor. Büyük dağıtımcılar işlerini yapamaz hale geldiğinde, bundan en büyük zararı yayıncılar görüyor. Dolayısıyla, sürdürülebilir bir modele acilen ve hep birlikte kafa yormalıyız.
Veri toplama ve analizi de çok önemli. Veriyi analiz etmeden yapılan yayıncılık, özellikle tekrar baskıları planlama gibi konularda kör uçuşuna dönüşüyor. Yeni yayımlanan kitapların sektördeki payı %25-27 civarında. Bu veri, katalog kitaplarının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bizim verilerimize göre, yetişkin edebiyatının sektördeki payı %38 civarındayken, çocuk kitapları inanılmaz bir yükselişte. 2015’te %18 iken, 2017’de bu kategorinin sektör payı %22,4’e ulaştı. Ancak akademik yayıncılıkta ciddi bir erime söz konusu.
Yayıncı, kitapçı ya da dağıtımcı olalım, hepimiz aynı masanın etrafında oturuyoruz. Yayıncılığı sadece ticari amaçla yapmıyoruz. Memleket için gerekli olduğuna inanıyoruz. Kitap okunsun, daha çok okunsun, daha çok insana, daha çok kitap ulaşabilsin istiyoruz.
BÜ: Kitap perakendesine de göz atalım. Yani, bağımsız kitabevleri, zincir perakende ve online satış siteleri… 2015-2016’da Yayıncılar Birliği’nin yaptığı “Kitabevi Envanteri” çalışmasına göre, o dönem D&R mağazaları hariç sadece 1.536 perakende satış noktası kalmıştı. Ne yazık ki kan kaybı sürüyor. Üstelik bu noktaların çoğu da kitabı ancak sipariş olduğunda getirten, okulların etrafındaki kırtasiyeci kitapçılar. Bazısı bilerek ya da bilmeyerek korsan satışına da aracı olan işletmeler. Kenan Bey, kitapçıların konumu ve geleceği için neler söyleyeceksiniz ?
KK: Bağımsız kitabevlerinin ayakta kalması, kapanmaması için onlar da okullara girebilmeli. Oysa Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni genelgesi, yayıncının da kitapçının da tanıtım amacıyla okullara giremeyeceği bir yapıyı savunuyor. Sadece ders kitaplarının yeterli olduğunu, başka kitaplara ihtiyaç duyulmadan eğitim öğretimin yapılabileceğini savunan ve yayıncılığı itibarsızlaştıran bir çizgi izleniyor. Bu dönemde, yayıncının okullara gidip öğretmenlere kitaplarını tanıttığı, öğretmenlerin de siparişlerini kitapçıya yönlendirdiği bir yapıdan söz etmek kolay olmuyor.
Karşı koyulamayacak bir pratik: Online mağazalar !
BÜ: Zincir perakende konusunda Cem Bey size söz vermek isterim. Özellikle son birleşmeden sonra Türkiye’nin en yaygın zincir perakendesi olarak siz perakende sektörünü nasıl yorumluyorsunuz ?
CÖ: TveK kitabevlerinin D&R’ye dönüştürülmesiyle 51 ilde 207 – 208 mağaza olacağız. Şu anda 46 ilde 200 mağaza var. Birleşmenin etkisiyle büyümeye devam ediyoruz. Ama biz asıl amacımızı, okurla yayıncıları ve yazarları bir araya getiren yaygın bir platform yaratmak olarak görüyoruz.
BÜ: Online mağazalar, kitabevlerinin ulaşamadığı noktalara ulaşmak için tek seçeneğimiz. Haluk Bey, online satış noktalarında ne durumdayız ?
HH: Online alışverişin yoğun olduğu iller, kitap okuma oranının, kitap satışının ve nüfusun yüksek olduğu illerle aynı. Çünkü online sistem için altyapı en önemli belirleyici ve maalesef bazı bölgelerimizde bu altyapı hâlâ sağlıklı kullanılamıyor. Öte yandan, günde 200 bin kitap satılan bir internet mağazası düşünün. Türkiye’nin en büyük kitap mağazasına 200 bin kitabı yerleştiremezsiniz, satış operasyonunu da sağlayamazsınız. Oysa bir online dükkâna girdiğinizde, Konya’daki ufak ve yerel yayınevinin çıkardığı bir akademik kitaba ulaşabiliyorsunuz. Sadece yayıncılığı değil, tüm perakende sektörünü etkileyecek ve karşı koyulamayacak bir pratik bu.
“Bastığımız kitabın hangi illere ve kaç kitabevine dağıldığı, rafta kaç ay beklediği gibi verilere ulaşmak çok kıymetli.”
BÜ: Cem Bey, D&R’de online kitap satışlarınızın oranı nedir ?
CÖ: Toplam ciromuzun %17-18’i online satışla oluşuyor. İki platformumuzdan birinde kitabın payı %90, diğerinde %70. Bu oranların artarak devam edeceğini düşünüyoruz. Tabii ne olacağını, asıl Sabit Fiyat Yasası devreye girdiğinde hep birlikte göreceğiz.
Yayıncılık sektörünün veritabanı hayali..
BÜ: Online satışların en önemli artılarından biri de bize veri sağlayabilmesi. Sektörümüzü sadece bandrol sayıları üzerinden, yani üretim verileriyle tanımlıyoruz. Oysa bastığımız kitabın hangi illere ve kaç kitabevine dağıldığı, rafta kaç ay beklediği gibi verilere ulaşmamız çok kıymetli. Kenan Bey, bu veritabanını oluşturmak Türkiye’de kısa dönemde mümkün mü?
KK: Dünyada ISBN verilerinin tutulması ve işlenmesi işi devletin elinde değil. Uluslararası Yayıncılar Birliği (IPA), bütün verilerini yayıncılarla beraber derliyor ve ortaya daha zengin bir veritabanı çıkıyor. Bizim de Yayıncılar Birliği olarak Kültür Bakanlığı’nın himayesinde işleyen ISBN Ajansı’ndan bu veriyi almamız ve sektörün tüm paydaşlarının katılacağı bir çalışmayla sağlıklı bir veritabanı oluşturmamız, nasıl değerlendirebileceğimize bakmamız gerekiyor. Hem zaman kaybını en aza indirecek, hem de doğru yorumlamalar yapmamızı sağlayacak bir veritabanı oluşturabiliriz.
Bunun için, perakende satış noktalarında, satış ânında ölçümler yapan birtakım profesyonel sistemler gerekiyor. D&R ve Kırmızı Kedi gibi zincir kitabevlerinde, bağımsız kitapçılarda bu satışların anlık ölçümü için teknolojik bir yapılanma yeterli. Böylece yayıncı da dağıtımcı da istediği her türlü veriyi izleyebilecek. Satışlarımızı izleyebilmek için, ya yerel bir yazılımla bu yapılanmayı çözmek ya da bu işi yapan uluslararası firmalarla işbirliği içinde gerekli teknik yapıyı kurmak zorundayız.