Biz yayıncılar, binlerce yıllık kadim bir geleneğin mirasçılarıyız.
Günışığı Kitaplığı Genel Yayın Yönetmeni, yazar Mine Soysal, yıllık yayıncılık konferansı 11. Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nün açılış konuşmasında kültür sanat dünyamızın ve yayıncılık sektörünün nabzını tutan içeriğiyle meslektaşlarına sesleniyor.
Yıllık yayıncılık konferansı 11. Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nün kapanış konuşmasını Orhan Pamuk’un yapmasını hayal etmiştik, kendisi de davetimizi kabul etmişti. Peki sonra ne oldu?
Yayımlama özgürlüğü olmazsa…
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazarımızın Veba Geceleri adlı son romanı Mart 2021’de yayımlanmıştı. Bir süre sonra, Pamuk’a kitabında “Atatürk’e ve bayrağımıza hakaret edildiği” gerekçesiyle soruşturma açıldı. Neyse ki, savcılık yaptığı soruşturma sonunda, kitapta Atatürk’e yönelik doğrudan bir hakaretin söz konusu olmadığını, hatta karakterin halkı tarafından sevilen birisi olarak anlatıldığını belirtmiş ve takipsizlik kararı vermişti. Ancak aylar sonra, geçtiğimiz günlerde İzmir Barosu’na kayıtlı bir avukat, yazarın geçmişte yaptığı konuşmaları da delil göstererek savcılığın takipsizlik kararına itiraz etti. Bu kez savcılık itirazı kabul etti ve yazar hakkında yeni bir soruşturmanın yolunu açtı.
Orhan Pamuk hakkında tekrar gündeme getirilen suçlamaları ve soruşturma açılacağına ilişkin haberleri, büyük bir kaygı ve üzüntüyle izledik. Bir edebi eserde suç unsuru aranmasının yanlışlığını, bunun aleni sansür anlamına geldiğini ve asıl, yaratıcı yazarın kırılgan ruhuna eziyet edeceğini biliyorduk. Ne yazık ki beklenen oldu; sevgili Pamuk, ruhen ve fiziken konuşacak durumda olamadığı için konferansa katılamayacağını bildirdi.
Ülkemizde her gün tekrar etmek zorunda bırakıldığımız sözleri bir kez daha söylemenin; hep birlikte, daha güçlü haykırmanın zamanıdır: Düşünce ve ifade özgürlüğü, okuma kültürünün kilit taşıdır! Kitaplar, dünya kültür mirasının ortak belleğidir. Kitaplar, gelecek kuşakların entelektüel sermayesidir. Kitaplar sayesinde kültürel çeşitliliğin korunmasını sağlayacak olansa yayımlama özgürlüğüdür. Yayımlama özgürlüğü olmazsa çatı çöker, yapı paydos olur.
Çocukluğun deli inadı tuttu elimizden.
Bizim işimiz “çocukların da okuyabildiği” edebiyat kitapları yayımlamak. Biz Günışığı Kitaplığı’nda 25 yıldır, dünyaya öncelikle çocukların, gençlerin gözünden bakmaya, onların algısına yaklaşmaya, onlar gibi anlamaya çalıştık. Bunun için hep onlara koştuk, onlarla konuşmayı, onları dinlemeyi önemsedik. Sesleri sesimiz, soruları sorularımız olsun, masumiyetleri işimize yansısın istedik.
Türkiye’de yayıncılık yapmanın bin bir derdiyle hemhal olurken, hep çocukluğun deli inadı tuttu elimizden. Çocukluk, insan yaşamının en umut dolu, en hayalperest dönemi. En olmaz anda olur demeyi, bitti derken başlamayı, varılan yerin değil asıl gidilen yolun mucize olduğunu okurlarımız sayesinde hiç unutmadık.
Ama Türkiye, çocuklarının sevinç ve güven içinde, neşeyle büyüdüğü bir ülke değil. Çocukların önemsenmediği, onlara sık sık, “Sus biraz!” diye bağırılan bir ülke. Sağlık, eğitim, güvenlik, barınma, spor gibi en temel haklarının layığıyla ve eşit sunulmadığı bir ülke. Bizim çocuklar, ergenlikle birlikte derin bir gelecek endişesine sürükleniyor, çocukluk sevincini hızla yitiriyor; bilimin, sanatın, dünyanın güzelliklerini doyasıya yaşayamadan adeta kayboluyorlar. Bu gerçeğin her kesimde, her sosyal ve kültürel kimlikte büyüyen çocuklarımızın ortak paydası olması can yakıcı. 21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzere olan bir toplum için bu, belki de bir trajedi.
Son yıllarda yaşananlar için en çok tartıştığımız soru, “Bunları çocuklara nasıl anlatabiliriz?” oluyor. Ülkemizde olup bitenleri çocuklara anlatmak da, çocukların anlayıp kabullenmesi de çok güç. Çocuklar için edebiyat eserleri yayımlama işimiz her geçen gün zorlaşırken, onları edebiyata yakınlaştırma, edebiyatla buluşturma inadımız da artıyor.
Çocuklar için kitap üretmek “kolay iş” mi?
Biz 25 yıldır belki de en çok, koşullardan yılmamayı öğrendik. İşte bu sayede kültür yayıncılığının en meşakkatli, en karmaşık alanı olan çocuk ve gençlik edebiyatı yayıncılığı işimizi sürdürebiliyoruz. Bizimkini, yayıncılığın diğer alanlarından farklı kılan bazı çetrefil noktalar var. Bazen son derece sınayıcı, zorlayıcı olabilen bu noktalar aynı zamanda, hem yıllık yayıncılık konferansını hem de gelenekselleşen diğer projelerimizi kararlılıkla sürdürmemizin de nedenleri. Ne demek istediğimi birkaç örnekle açıklayayım:
Yayıncılığın; yazma, yayına hazırlama, çevirme, resimleme, tasarlama gibi tüm yaratıcı işlerine olanak sağladığımız için, doğallıkla bizim üretim maliyetlerimiz çok yüksektir. Bir kitabı hayal ettiğimiz nitelikte yapabilmek için kat be kat artan telif, kâğıt ve baskı bütçelerini göze almak zorundayız.
Bakış açımızı yeniden, çocukluğun örselenmemiş dupduru algısına, deneyimsizliğinin gözü kara cesaretine ayarlamakta yarar var.
Öznemiz olan “çocuk” her konuda bahane edilerek kitaplarımıza ağır bir sansür uygulanıyor. Bu baskı yetmezmiş gibi, peşi sıra şahlanan toplumsal otosansürle de her gün baş etmek durumundayız.
Çok çocuk yapan, ama aslında çocuğu hiç de ciddiye almayan toplumumuzda, çocuklar için kitap üretmek “kolay iş” sanılıyor. Yalapşap yazılmış metinlerin, öylesine karalanmış çizimlerin asla çocuk kitabı olamayacağını; eğitimciye, kütüphaneciye, ebeveyne, medyaya, kitapçıya, akademiye, hatta bazen yayıncılara bile anlatmak gerekebiliyor.
Kitap editörlüğünün gerektirdiği, deneyime dayalı uzmanlık ve hassas iletişim becerisi, çocuk kitapları editörlüğünde daha katmanlı, daha karmaşık duyarlıkları, sorumlulukları da kapsar. Oysa ülkemizde kitap editörlüğü çoğunlukla, düzeltmenlikle ya da tematik haber editörlüğüyle karıştırılır ve herkes yapabilir sanılır.
Çocuk ve edebiyat deyince, profesyonel zihinlerde bile sadece “basit olan” algılanıyor. Edebiyatın ölçütlerinden ödün vermeden çocukların da okuyabildiği kitaplar yapma işinin ne demek olduğunu, bırakın sıradan vatandaşı, sektörümüz bile tam anlayamayabiliyor.
Asıl rehberimiz çocukluğumuz!
İşte bütün bunlardan ötürü, öğrendiğimizi, anladığımızı, edindiğimiz deneyimi paylaşmak, bilgiyi yaymak bize güç veriyor, umut katıyor.
Bir zamanlar hepimiz çocuktuk! Bu yalınkat gerçeği daha çok hatırlamalıyız. Hepimiz, bugünkü yetişkin cismimizde nasıl insanlar olarak yaşadığımızı, ürettiğimizi belirleyen acı-tatlı çocukluklardan geliyoruz. Çocukluğumuzun görkemli hammaddesini içimizde ne derece canlı tutabildiğimiz, onu ne kadar kullanabildiğimiz bugünümüzü biçimliyor. Adaleti ararken, eşitliği savunurken, kötülüğe direnirken, fark etmesek bile aslında asıl rehberimiz, hep çocukluğumuz.
Bakış açımızı yeniden, çocukluğun örselenmemiş dupduru algısına, deneyimsizliğinin gözü kara cesaretine ayarlamakta yarar var. Bakış açımızı, çocukluğa sadece yakın kıldığımızda bile, içimizde, işimizde yepyeni güneşler doğabilir.
Yel değirmenlerine karşı savaşan yayıncılığımız…
Son yıllarda, Türkiye’de yayıncılığın edebi bir karşılığı var artık: La Manchalı Yaratıcı Asilzade Don Quijote! Ne yazıktır ki bu rolü adeta kanıksadık. Özellikle pandemi öncesi ve sırasında yaşadıklarımıza bakınca, işini yapmaya çalışan çoğu yayıncının yel değirmenlerine karşı savaşan romantik idealistler olduğunu görüyoruz.
Gezgin şövalye Don Quijote, hizmet ettiğini sandığı kralın kötücül uygulamalarına karşı çıkma cesaretini gösterir, halkın özgürlüğü için kralla savaşmayı göze alır. Onun iç çatışması, bugün hepimizin asıl çelişkisi değil mi? Hayalini kurduğumuz yayıncılıkla, içinde debelendiğimizin arasındaki uçurumu fark etmek, tüm enerjimizi emip elimizi kolumuzu bağlamıyor mu? Çıkarları için kutuplaşmayı körükleyip, koltuk sevdasına kapılanları; iki kuruş çok kazanmak uğruna ilkelerinden, etik değerlerinden vazgeçenleri görmek delirtici değil mi?..
Piyasanın iflas haberleriyle çalkalandığı, tahsilatın gitgide daha da zorlaştığı, kaçınılmaz zam listelerinin havalarda uçuştuğu, kitap basacak kâğıdı bile bulamama tehlikesinin baş gösterdiği, yayınevlerinin “yeni kitap” sayılarını azaltmaya başladığı, sansür ve baskının alıp başını gittiği bu zorlu günlerden Don Quijote’larımız sayesinde geçiyoruz.
Evet, bu dert yüklü ülkede bizim işimiz daha zor, biliyoruz. Devlet organlarının da toplumun geniş kesimlerinin de sözlüğünde gerçek anlamda kitabın, edebiyatın, şiirin, felsefenin yeri olmadığının farkındayız. “Varmış” gibi yapılsa da, göstermelik uygulamalardan, sığ yaklaşımlardan, kitap ve okuma ediminin ülke genelinde aslında yerleşmediğini, savunulmadığını görüyoruz. Bu elem verici tanıklık için; kütüphanesiz okullarımıza, teşviksiz yayınevlerimize, yaşam mücadelesi veren kitapçılarımıza, kitaplıksız evlerimize, işyerlerimize bakmak yeterli.
Hak ettiğimiz, ilham verici adil bir rekabet iklimi, dayanışmayı yücelten sahici işbirlikleri!
Peki, değişim yok mu, elbette var. Ama bu yavaş değişimin mimarı; görevi, çağdaş kültür sanat politikaları inşa etmek ve sürdürmek olan devlet değil. Bizdeki değişimin mimarları; nitelikte ısrarcı yayıncılar, her şart altında kepenklerini açan kitapçılar, kahraman öğretmenler, cesur kütüphaneciler, yılmaz medya çalışanları, direnen akademisyenler, aklıselim sahibi ebeveynler…
Bizler, Türkiye yayıncılık sektörünü yaratanlar, kitap dünyamıza emek verenler, binlerce yıllık kadim bir geleneğin mirasçılarıyız. Hak ettiğimiz, dedikodunun, sahteciliğin, arkadan iş çevirmenin tekinsiz ortamları değil. Hak ettiğimiz, ilham verici adil bir rekabet iklimi, dayanışmayı yücelten sahici işbirlikleri! Bize düşen; nitelikli kitaplar yapmak için çılgın hayaller kurmak! Kitapları daha çok okurla buluşturmak için cesaretle, sabırla didinmek! İnsanlığın ortak kültür mirasına kalıcı eserler kazandırma sorumluluğumuzdan güç alarak iyiliği çoğaltmak, dağları aşmak, sınırları yıkmak!