Dil içinde renkli gezintiler
Türkiye’nin sevilen dilbilimcilerinden, araştırmacı, yazar ve öğretim görevlisi Yusuf Çotuksöken, Türkçe’nin bugünkü durumuna, kullanımına, geçirdiği değişime yönelik derlediği ilginç örnekleri ve uzun yıllardan süzdüğü deneyimlerini eğitimcilerle paylaşıyor.
Dilin birçok değişik tanımlaması yapılabilir. Dil açısından, anlamlı ses dizgesi; kişi açısından, kendimizi bildiğimiz, bulduğumuz, yakaladığımız alan; düşünce açısından da, düşüncenin üretildiği, kavramlarla yenilerinin yaratıldığı, edebiyatın, sanatın ve diğer bilim dallarının oluşturulduğu bir araç diyoruz. İletişim açısından, tam anlamıyla bir araç olarak kullanıyoruz. Kültür açısındansa, yaratıcı, yaşatıcı, aktarıcı, olgunlaştırıcı diye tanımlayabiliriz dili.
Dil, bireyleri topluluk, toplulukları da ulus haline getiren bir dizgi olarak tanımlanır. Bununla da yetinmiyoruz; bilim dili, kültür dili, uygarlık dili, doğal dil, özel dil, yapay dil, ölü dil, canlı dil, konuşulan dil, beden dili ve benzeri gibi, pek çok katmanları olan dil tanımları yapıyoruz. Sanat bağlamında, sinemanın, resmin ya da heykelin başka başka dilleri olduğunu ve her birinin kendi ana gereçleriyle dilin yaratıcısı ve yaşatıcısı olduğunu görebiliriz.
Dili kullanmadığımız yer yok gibidir. Sabah uyanır uyanmaz söylediğimiz “günaydın” sözcüğünden gece yatarken söylediğimiz “iyi geceler” sözcüğüne kadar, başkalarıyla iletişimden mesleğimize ya da sadece hayaller kurmaya kadar pek çok alanda dili değişik şekillerde kullanıyoruz.
İnsan için dil, yaşamın hemen her ânında çok amaçlı, çok işlevlidir. Şöyle bir düşünün, bir günde kaç saat konuşuyor, dinliyor, okuyor, yazıyoruz? Bu sayı, kişiye, çevreye, koşullara ve pek çok şeye göre değişebilir. Kesin bir gerçek var ki, iş, aile, arkadaş çevresinde günün önemli bir bölümünü (4 -10 saat arası) dilimizi sözlü ya da yazılı kullanarak geçiriyoruz.
Dille düşlemek
Dilin çeşitli işlevleri var. İletişim işlevi, anlatım işlevi, uyarı işlevi, buyurma işlevi, rica etme işlevi, çağrı işlevi… Dilin yazınsal işlevinin içindeyse şiir, roman, öykü, deneme gibi türlerin hepsi yer alır. Dahası düşsel bir işlevi de vardır dilin. Ben şiiri ancak dilimle ve düşleyerek kurabilirim. Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Memleket İsterim” şiirinde olduğu gibi: Memleket isterim / Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; / Kuşların çiçeklerin diyarı olsun…
Dilin betimsel işlevine de pek çok örnek verilebilir: Kaynana, çaydanlık gibidir, foku fokur kaynar. / Gelin, demlik gibidir, sinsi sinsi demlenir. / Damat, bardak gibidir, bir gelin doldurur, bir kaynana. / Görümce, çay kaşığı gibidir, arada bir gelir ortalığı karıştırır. / Çocuk, şeker gibidir, ortalığı tatlandırır. Dilin tanıtım işlevi de gündelik hayatta sıkça rastladığımız örneklerde kullanılır.
Türkçe ve kullanımları
Türkçe’nin yaşının birkaç bin yılı bulduğunu ve bugün, dünyada 200 milyonun üzerinde insanın konuştuğunu, bu anlamda konuşulan dünya dilleri arasında beşinci sırada olduğunu söyleyebiliriz. Bu diller içinde, Türk dilinin sözvarlığı 10 milyon sözcüğü geçmiştir. Türkçe’yi yoksul dil olarak görenlere bu sayı iyi bir yanıt olmalıdır. Bunun yanı sıra, Türkiye Türkçesi’nin de bin yıllık ömründe 1 milyon sözcüğü geçtiği biliniyor. Dilimize yabancı dillerin ne oranda karıştığına bakıldığında; Osmanlı Dönemi’nde %6570, Fuzûlî ’nin dilinde %72-74, Yunus Emre’nin dilinde bile %52 oranında yabancı sözcük olduğu görülebilir.
Peki, nasıl kullanıyoruz dilimizi? Çok çeşitli yazın insanlarının, edebiyat sanatçılarının dili, üst dil olarak kullandıklarını, bilim insanlarının bilimsel amaçla, halkımızın gündelik gereksinimlerini karşılamak adına, siyasetçilerin ve radyo-televizyon sunucularının da özel amaçlarla, özel diller, argo ve alan argosu kullandığını görüyoruz. Üstelik bu kullanımlar sırasında, şey yani, hadi ya, yapma be, oha, süper bir olay, bittim yaa, yok be, vallaa mı gibi birçok garip söz de dilimize yapışıveriyor.
1932’den 1983’e kadar 107 terim kılavuzu hazırlandı ve 100 binin üzerinde yeni terim üretildi. Bu arada, sadece Batı, Arap ve Ortadoğu dillerinden gelen sözcüklerle 25 bin dolayında yeni sözcük uydurduk. Bunların yanı sıra, dil devrimine tepkili olanların bizi kötülemek için türettikleri ittirgeçli götürgeç (bisiklet), gök konutsal avrat (hostes), yemeksel otlangaç (lokanta), ulusal düttürü (milli marş), öz itişimli götürgen (otomobil), tavuksal fırlatgaç (yumurta) gibi sözcükler de bulunuyor.
Tüm bunlar olup biterken, öğretmenlerimiz dilimizi, kültürümüzü gençlere aktarmaya çalışıyor ki, bu çaba çok ama çok önemli. Aynı süreçte, erkekler ve kadınların birbirlerine kızgınlıklarını ifade etmek için kullandığı eksik etek, kadın erkeğin elinin kiridir, pısırık, iskele babası gibi sözler de türetildi. Beddualar, hayır duaları, arabalara ve duvarlara yazılan, hatta tuvalet kapılarına yazılan yazılar da…
Dilin baharatı
Argo kötü müdür hakikaten? Doğan Hızlan ağbimizin dediği gibi, “Argo, dilin baharatıdır.” Eğer argo olmasaydı, yaşamın tadı tuzu da olmazdı. Yemeğinize tuz koymadığınızda, eşinize dostunuza ikram edebilir misiniz?
Çocuk ve gençlik edebiyatında argo kullanılmalı mı? Ahlakçı yazarlarımız ve edebiyat araştırmacılarımız, argonun kullanılmasının yanlış olduğunu, çocukların entelektüel algılarını bozduğunu söylüyor. Oğlum bir gün bahçede arkadaşlarıyla oynarken bir küfür sarf etti ki, ben söyleyemem! Koştum, ağzını kapattım; elime vurdu. “Sen bana hiç küfür öğretmedin, ama ben sokakta hepsini öğrendim,” dedi. Sokakta bunları zaten öğreniyorlarsa, bari bizlerden iyiyi, düzgününü öğrensinler.
Çüşş! demecek miyiz yani? Yok deve, gazoz ağacı, gırgır, abayı yakmak, geri zekâlı demecek miyiz? Bir yöre ağzını anlatırken; nörüyon? ya da nap’cen? demeyecek miyiz? Tabii, bunların hepsi ölçüsünde kullanılmalı. Dozunu ve ölçüsünü ayarlamak, yazar ve yayıncılarımızın ahlaki tutum ve tavırdan vazgeçmelerini de sağlayabilir.
Ya nefret söylemi?
Dildeki en büyük sorunlarımızdan biri de, nefret söylemi. Bir kişi ya da grubu, ırkı, cinsiyeti, yaşı, etnisitesi, milliyeti, dini, cinsel yönelimi, cinsel kimliği, engelliliği, ahlaki ya da politik görüşleri, sosyo ekonomik durumu, mesleği ya da görünüşü nedeniyle, küçük düşürme, yıldırma ya da aşağılamaya yönelik kullanılan, düzeysiz dil ve söyleme, nefret söylemi adını veriyoruz. “Gâvurun dölü”nden “Affedersiniz Ermeni”ye, “Yine çingeneleşiyorsun”dan “gey öğretmen” ya da “lezbiyen şarkıcı”ya, “Bir kızın gecenin üçünde sokakta ne işi var”dan “Kızımı bir Sünni’ye asla vermem”e kadar uzayıp giden bir liste var önümüzde.
Yaşayan dilimizde çocuklarımıza; Olgun Portakal, Bilgi Sayar, Asuman Erkek, Efsane Çilek, Reşide Tezek gibi adlar, soyadlar taktık. Çevirilerdeyse gülümseten yanlışlar yaptık. “Beyaz ev”e white house dedik; “Akdeniz”e white sea, “dil peyniri”ne cheese language, “çay ocağı”na tea january, “içliköfte”ye sensitive meatball dedik. Yemekler için de adlar uydurduk: Analıkızlı ya da sakalaçarpan çorbası, göbek dolması, kulak çorbası, gelinparmağı, tavşan üflemesi…
Türkçe’nin sorunları
Türkçe’nin karşı karşıya olduğu sorunlar deyince, yabancı sözcükler, Türkçe eğitimindeki sorunlar, doğru ve temiz Türkçe kullanımına ilişkin problemler akla geliyor. 1980-2015 yılları arasında dilimize ortalama 3000’e yakın yabancı sözcük girmiş. Bunlardan 2000 kadarının karşılığını kendi dilimizde bulmuşuz. Buna, özellikle kurum adlarında sıklıkla rastladık. İşyeri tabelalarında kirlenme olduğu çokça söylenir, ama ben onların dilin sözvarlığına girmediğini düşünüyorum. Dil kirliliği yaratıyor, ancak günlük dil birebir etkilenmiyor.
Çet Türkçesi diye bir kullanım yarattık ve slm, nbr, deil, gelio gibi kısaltmalar kullandık. Çocuklarımıza çok da kızmamalı; onlar kendilerine göre, özgür bir dil yaratıyorlar. Yalnızca, yetişkinlerle konuşurken, yazarken ve sınavlarda kullanılmaması yönünde uyarırsak, sorun yaşayacağımızı sanmıyorum.
Sorunlar kadar, çözümleri de düşünmeliyiz. Aydın insanın her şeyden önce yapması gereken, Türkçe’yi doğru kullanmaktır. Dilbilimsel olarak, dilin kendine özgü kuralları, ilkeleri ve esnemelerini göz önünde bulunduran bir doğru kullanımdan söz ediyorum. İkincisi; Türkçesi varken yabancı sözcüklere yer vermemek, yani dili temiz kullanmak da bir başka çözüm. Bunların ötesinde, kendimizi geliştirmek, bol bol tiyatroya gitmek, okumak, klasik ve iyi filmler izlemek, entelektüel çevrelerdeki etkinlikleri takip etmek de önemli.