Edebiyat salgını büyüsün!
FMV Işık Okulları Eğitim Danışmanı Dr. Betti Delevi, 8. Eğitimde Edebiyat Semineri’nin açılışında yaptığı konuşmada, bir eğitim yöneticisi olarak okullardaki eğitimde edebiyat uygulamalarına ilişkin gözlemlerini paylaştı.
Birkaç yıl evvel bir öğretmenimiz, çocuklara hikâye okumam için beni sınıfına davet etti. Ben de bir heves kitap seçmeye koştum. Raflardan uygun bulduğum kitapları indirerek okumaya başladım, birçoğu aşağı yukarı şöyleydi: “Ali sabah uyandı, hemen giyindi, portakal suyunu içti, dişini fırçaladı, Ayşe ile buluştu, el ele ada vapuruna bindiler. Adada balıklar ve köpekler vardı. Rüzgâr esiyordu, kuşlara yemek attılar. Sonra yine vapura bindiler, eve döndüler. Sütünü içti, dişini fırçaladı ve yattı…”
Beşinci, onuncu kitapta da benzer “hikâyeler” okuyup, bu kitapların neden yazılmış olduklarını bir türlü keşfedemeyince seçmenin o kadar da kolay olmadığını gördüm. Bu nedenle, kaliteli, özenli, dikkatli çalışan yayıncılar, yayınevleri çok önemli.
Okullarımızda, sınıflarımızda, kütüphanelerimizde onların kitaplarını gönül rahatlığıyla alıyor, okutuyor, velilerimize tavsiye edebiliyoruz. Bu kitapların zaten seçilmiş olduklarını, okunmaya değer olduklarını bilerek.
Günışığı Kitaplığı’nın sekizincisini düzenlediği Eğitimde Edebiyat Seminerleri ise, en azından benim gibi alan dışı bir eğitim yöneticisi için çok faydalı. Sadece yeni öğrendiklerim için değil, zamanında öğrendiğim, ama şimdi unutmam ve yeniden öğrenmem gerektiğini anladıklarım için de.
Geleceğin cahilleri
Ünlü fütürist Alvin Toffler’ın bir sözü var. Toffler, “Geleceğin cahilleri okuma yazma bilmeyenler değil, öğrenen, sonra öğrendiğini unutup yine öğrenemeyenler olacak,” diyor. Birkaç örnek vermek istiyorum.
Biz eğitimciler, her fırsattan bir ders çıkarmaya bayılırız; örneğin, etik değerlerin kazandırılmasını çok önemseriz. Eğitimde Edebiyat Seminerleri’nden birinde, Necdet Neydim demişti ki: “Lütfen kitapları kullanarak çocuklara ahlaki değerler öğretmeye çalışmayın. Hem bu iş kitapla öğrenilmez, kimse okuyarak ahlaki değer edinmez; hem de kitapları öğretme aracı olarak kullanmayın, buna alet etmeyin. Kitap zevk için okunsun.” İşte bildiğimi sandığım, ama unuttuğum ve yeniden öğrenmem gereken bir kavram!
Masa başında kitap okumak mı?
Kitap okumayla ilgili en azından benim farkında olduğum ve çok hoşlanmadığım başka uygulamalar da var. Okullarımızdaki “kitap okuma saati” uygulamaları kapsamında çocukların sınıfta, iskemlede dik oturup, yarım saat kitap okumalarını isteyebiliyoruz.
Eminim, hepiniz okumayı seviyorsunuzdur da, kaçımız masa başında kitap okumaktan zevk alabilir?
Kütüphanelerimizde en çok kitap alan ve okuduğunu kabul ettiğimiz çocuklara ödüller veriyoruz. Bu ödülleri almaya çalışan çocukların bol resimli, az kelimeli, içeriği önemsenmeyen kitaplara yöneldiğini bile bile. Çok kitap okumanın getirisinin ne olacağını çok da kestirmeden…
Bir de kitap okuduktan sonra çocukların doldurması gereken çalışma kitapçıkları var. Yazar kim, ana karakter kim, ana fikir ne, yardımcı fikir ne, nereyi sevdin, nereyi sevmedin, hangi karakter olmak isterdin ya da istemezdin gibi sorularla dolu… Düşünüyorum da, ben de kitap okumayı severim, ama bu kitapçıkları doldurmam gerekseydi çok da acele etmezdim.
Kitabı seviyoruz, okumayı da öyle; ama eğitimde nasıl kullanılacağı öyle basit bir konu değil. Eğitimde Edebiyat Seminerleri gibi buluşmalarla, edebiyatı nasıl kullanabileceğimizi dinliyor, anlatıyor, tartışıyoruz. Edebiyatı üretenler de bu ortamda, kullanıcılar da. Böyle ortamlar çok sık önümüze çıkmıyor, bu fırsatı yaratanlara teşekkür borçluyuz.
Bir çocuk kitapları yazarı olan Jane Yolen şöyle diyor: “Edebiyat bir hastalıktır, genelde çocuklukta kapılan, metinlerle iletilen bir hastalık.” Ümit edelim ki, bu hastalık bir salgın olsun.