Hayatın ta kendisi!
Akademisyen, çevirmen, yazar Yard. Doç. Dr. Necdet Neydim, çocuklarla iletişim, eğitimdeki tektipleştirmeler, ahlaki yaklaşımlar ve tanımlamalar üzerine önemli soruları gündeme getiriyor.
“Çocuk ve gençlik edebiyatı”, “eğitim” ve “kullanma” ifadelerini bir araya getirdiğimiz zaman, ortaya çıkan şey bir kaos. Çocuk ve gençlik edebiyatından söz edebilmek için de, bazı önemli soruların yanıtını bulmak gerekiyor. Çocuk kimdir; çocuk nedir; bir özne midir yoksa bir nesne midir, bir kimlik, kişilik midir? Bizim için ve kendisi için nedir; toplum için nedir?
Çocukla iletişim kurmak
Bu sorular önemlidir, çünkü tanımlamadığınız, sizde tanımsız kalan bir varlıkla iletişim kuramazsınız. Eğer, çocuklarla ya da gençlerle karşı karşıyaysanız ve onları kendi gerçekliği içinde tanımlama becerisini gösteremiyorsanız; elbette onlarla iletişim kurmanız mümkün değildir. Bu anlama sürecini gerçekleştirdikten sonra onunla nasıl iletişim kuracağınız çok önemlidir. İletişim, salt konuşma eylemini gerçekleştirmek değildir. Toplumun şu anda en çok yaşadığı sorunlardan biri, konuşma eyleminin gerçekleşmesi, ama iletişimin kurulamamasıdır. Önemli sorulardan biri de, “Çocuk bir şey midir?” sorusuydu. “Şey” sözcüğünü özellikle kullanıyorum. İletişimsizliğin ve çocuğa nesneymiş gibi yaklaşımın en açık görüldüğü yerler okullardır. Okul, çocuğun özgürleşme alanıdır, ama siz onu fabrikasyon bir ürüne dönüştürürseniz, özgürleştiremezsiniz. Çocuk orada hem bilgilenir, hem sosyalleşir. Ama bizim eğitim sistemimiz, çocuğun sosyalleşmesine izin veren bir sistem değildir. Çocuğun kendini ifade etmesine de izin vermez. Çocuğu ya da genci tanımlarken, ne kutsallaştırmalı, ne de yerin dibine batırmalı. Sadece kendisi olarak tanımlamalı ki, onu tanıyabilmeli. Birini tanırsanız muhabbetiniz olur; tanırsanız, ona bir şeyler söyleyebilirsiniz; tanırsanız, onun söylediklerini anlarsınız; anlarsınız, iletişim kurarsınız. O zaman onunla birlikte yürüyebilirsiniz. Yürüyebildiğiniz zaman da bir mesafe kat edip, A noktasından B noktasına gidersiniz. O zaman yer değiştirmiş olursunuz. Bunun adı yolculuktur. Hayat da bu bağlamda bir yolculuktur.
Çocuğun kimliği!
Böyle bir sistemde, çocuğun edebiyat üzerinden eğitilmesi de başka bir sorundur. Onun eğitimi için “ona özel” bir edebiyat oluşturma sisteminin öncelediği bir yönelimdir. Bu edebiyatın eserlerinde, rol model dağılımları, yani kadın erkek rollerinin paylaşımı, sosyal hayatta, aile içinde kimin hangi rolü üstleneceği konuları işlenir. Klasiklere baktığımız zaman bunları çok net görürsünüz. Örneğin, klasik modernitenin kadına biçtiği rol, annelik ve eşliktir. Kadına bunun ötesinde başka bir rol verilmemiştir. O nedenle de kadınlara dönük bir edebiyat, onları iyi bir anne, iyi bir eş yapmak üzerine kuruludur.
Kadından beklenen, doğurganlık rol modeline uygun yaşaması olduğu içi, üretilen edebiyat ürünleri de bunu destekleyici bir biçimde donanır ve bu modelleri öne çıkarır. Örneğin, resimli çocuk kitaplarında, erkek çocuklar mekanik aletlerle oynarlar, kızlar cici cici kenarda otururlar. Kızlar, üstü başı tertemiz, saçları lüle lüle olan cici kızlardır. Yemek yaparlar, arkadaşlarını pasta ve kek yemeye evlerine davet ederler ya da erkeğin yanında nesneleşmiş bir güzellik figürü olarak oyuncak bebek gibi dururlar.
Çocuk, kimliği varmış gibi anlatılır, ama aslına bakarsanız kimliksizdir, çünkü tektiptir. Tektip bütün figürler, kimliksiz ve kişiliksizdir. İstedikleri kadar sosyal hayatın içinde farklı şeyler yerine getiriyormuş gibi davransınlar, onların kimlik ve kişilikleri eksiltilmiştir, hatta yoktur.
Salak, aptal…
Türkiye’de edebiyat kitaplarına da müdahale ediliyor, tartışmalar yaşanıyor. Dahası bazen öğretmen arkadaşlar, “İçinde ‘salak, aptal’ geçiyorsa, bu kitabı okutmayalım,” diyorlar. Bazı veliler, müthiş edebiyat birikimi varmış gibi ortaya çıkıyorlar ve sonra da, “Çocuğuma böyle bir şey okutamazsınız!” diyorlar. Televizyonda çok güzel küfürler duyuyoruz, değil mi? Çocuklar duymuyorlar mı onları? Çocuğu yetişkinlerden korumak gerek; edebiyattan değil. Edebiyat ahlakçı değildir, edebiyat ahlaklıdır, gerçeği anlatır. Bu nedenle ahlakçılık en büyük ahlaksızlıktır, çünkü gerçeği çarpıtır. İyi bir yazar ahlaklıdır, çünkü hayatı iyi gözlemlemiştir ve ona sadıktır.
Edebiyat metninin içine girebilmek, çocukların kendi kaygılarını, korkularını, hayatla ilişkilerini özgürce ifade edebilmelerini sağlayacaktır. Edebiyat ya hayata götüren köprüdür ya da hayatın ta kendisidir. O zaman çocuk, edebi metinden yola çıkarak kendini de anlatabilmelidir. Bu özgürlüğü ona sağlayabilmeliyiz. Edebiyat, çocuğun metin üzerinden dilselleşmesi için kışkırtıcı pencereler sunar; öğretmen çocuğun hayata bakıp kendi tanıklıklarını dilselleştirmesini engelleyemez. Çok okumak değil, nitelikli okumak, metinle hayatı birbirine dokundurup sorgulayabilmek önemlidir. Bu, uzun soluklu bir yolculuktur.
Edebiyat bir dünyadır. Okurun kapısından girip özgürce dolaştığı, sorguladığı, kendi çıkarımlarını yaptığı bir dünyadır. Edebiyat, anlamak kadar anlatabilme aracıdır. Metin size bir şey söylerken, siz de metine bir şey söylersiniz ve bu süreçten anlam çıkar. Etkileşim yoksa hayat eksik kalmış demektir.