Özgürleşmekten kim korkar?
Editör Müren Beykan’ın, “dil gönüllüsü” usta yazar Feyza Hepçilingirler’le gerçekleştirdiği söyleşi, fantastik, bilimkurgu ve polisiye gibi türlerin, çocukların edebiyatla buluşmasındaki önemine ilişkin ipuçlarıyla dolu.
Müren Beykan: Edebiyatın haylaz türleri diye adlandırabileceğimiz fantastik, bilimkurgu, polisiye, çizgi roman üzerine düşündüğümüzde, bu türler genel edebiyat evreninin neresinde duruyor?
Feyza Hepçilingirler: Edebiyat denildiğinde polisiye belirmiyor insanların zihninde. Mizah öyküleri ve bilimkurgunun da edebiyatın içinde mi, dışında mı olduğu hâlâ tartışılıyor. Edebiyattan konu açıldığında, şiir, öykü, roman, tiyatro eseri, biyografi, otobiyografi ve anı biçiminde sıralıyoruz. Ama bu haylaz türlerimize sıra biraz zor geliyor. Bu türler edebiyatın içinde mi diye düşünürsek, kıyısında, ama içinde yine de. Başka bir deyişle, kapsama alanı içinde.
MB: Son yıllarda hem öğretmenler, hem de biz yayıncılar, çocukların sevdikleri türlere, hangi kitaplara el uzattıklarına bakıyoruz. Fantastik edebiyatın çocukların en sevdiği türler arasında olduğunu ve bu romanların gözle görünür tırmanışını izliyoruz. Fantastik sözcüğü Yunanca “phantasia”dan geliyor ve neredeyse her dilde “tuhaf, acayip, mantıksız, hayali, gerçekten uzak” gibi anlamlar taşıyor. Bu durumda yetişkinler de duraksıyor ve böylesine hayal gücüne dayalı dünyalar nedense insanları tedirgin ediyor. Çocuğumuzun Hobbit okuyunca, Hobbit olma tehlikesi mi var acaba?
FH: Hayal gücünün üstünde durmak gerekir. Son yıllarda hayal gücü üzerine fazlaca düşünüyorum. Her şey o kadar görselleşti ki… Türkçe konferanslarına gittiğimde bana sorulan ilk soru, görsel malzeme kullanıp kullanmayacağım. Neden kullanayım ki? Her taraf zaten görsel dolu. Televizyonda, internette, akıllı telefonlarda, her yerde görüntü var.
Öyle bir duruma geldik ki, duygu ifadelerimiz bile kalıplaştı: Gülen surat, kızan surat, göz kırpan surat… Tüm bu kalıplar dışında duygu taşımamız bile olanaksız hale geldi. Bu nedenle, hayal gücü tamamen bir tarafa itilmiş oldu. Oysa hayal gücü çok önemlidir. İspanya’da şatolar kurmak anlamında bir hayal gücünden söz etmiyorum; ama düşünürsek, bütün icatların temelinde de hayal gücü var. Ayrıca, salt edebiyat – roman, öykü gibi kurmaca türler – değil, bilim de hayal gücünden beslenir. Bu nedenle, çocukların hayal gücünün çalışmasına olanak tanıyan türlere özen göstermeliyiz.
Hem Hobbit’i, ‘’Harry Potter’’ı sadece çocuklar okumadı; benim kırk, elli yaşında arkadaşlarım da okudu. ‘’Harry Potter’’ okudum, çünkü orada başka bir dünya kuruluyor. Gerçekten her şeyiyle tıkır tıkır işleyen bir dünya var orada,’’ diyorlar. Bu, hayranlık verici bir durum.
‘’Kitap buysa ben yokum!’’
FH: Her şeyden önce, okumayı keyifli hale getirmesi bakımından bu kitaplar çok önemli. Okumayı keyifli hale getirmek, okumanın bir keyif olduğunu çocuklara fark ettirmek gerek. Ben 42 yıl hocalık yaptım. Üniversitedeki öğrencilerim rahatlıkla, ‘’Ben normalde kitap okuyan biri değilim,’’ diyorlardı. Üniversite çağında bir birey, kendini ‘’kitap okumayan insan’’ diye tanımlıyor. Kişiliği oluşurken hiç kitap okumamış bir insanın kişiliğinde eksiklikler oluyor. Mühendis, gazeteci, doktor… Hangi mesleği seçmişse o alanda uzmanlık kazanacak belki, ama nelerin eksik kaldığının farkına bile varmayacak. O nedenle, kitap okumanın keyifli bir eylem olduğunu fark ettirmek gerekiyor.
Bir sınavda, ‘Nasıl olsa Türk Dili hocasıyım, her türlü soruyu sorabilirim,’ diye düşünerek, neden kitap okuma alışkanlığı kazanamadıklarını sordum. Bu soruyla özeleştiri yapıp, durumu açıklamalarını istedim. ‘’Kitap bize çoğu zaman ceza olarak okutuldu. Hiçbir şey yapmamışken, suçumuz yokken niye kendimizi böyle bir cezaya çarptıralım?’’ dediler. Ben de öğrencilerime diyordum k: ‘’Kitap bir zevk alma aracıdır. Bacaklarınızı uzatın, kahvenizi alın ve zevkini çıkara çıkara kitap okuyun. Tiyatroya, sinemaya niye gidiyorsanız, kurmaca eserleri de o yüzden okursunuz.’’
‘’Harry Potter’’ örneğinde de buna benzer bir durum var. Bu kitap bir insanı alıyor ve başka dünyalara götürüyorsa, bu dünya bireye kitabı sevdiriyorsa, oradan bir adım daha arttırır ve başka kitaplara gitmek kolaylaşır. Ama çocuk zaten kitapları sevmiyorsa, bir de üstüne öğretmen öğrencisinin eline Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanı gibi ağır bir kitap verirse, çocuk, ‘’ Kitap buysa ben yokum,’’ diyebilir.
MB: Bilimkurgu ve fantastik edebiyat bağlamında, bu alanın kraliçesi olarak görülen Ursula K.Le Guin’in ‘’Yerdeniz’’ dizisi ve Mülksüzler gibi birçok kitabı Türkçe’ye çevrildi. Le Guin bir gün kütüphaneye gidiyor. Çocuk kitapları bölümünde, Tolkien’in ünlü ‘’Yüzüklerin Efendisi’’ dizisinden Hobbit kitabını arıyor, ama bulamıyor. Kütüphaneciye sorduğunda, ‘’Biz onu yetişkinler bölümünde tutuyoruz. Gerçeklerden kaçışın çocuklar için iyi olmadığı düşüncesindeyiz,’’ cevabını alıyor. Bu olay sonrasında, Le Guin oturup ‘’Büyükler Ejderhalardan Neden Korkar?’’ adlı bir makale yazıyor. Makalesinde, fantezilerin gerçeklerden kaçış sanılabileceğini, ama hayal gücüyle yaratılmış kurmacanın dünyayı, çevremizdekileri, kendi duygularımızı ve kaderi derinlemesine anlamamızı sağlayacağını söylüyor. ‘’ Fantezi elbette hakikidir; olgulara dayanmaz ama hakikidir ve çocuklar bunu bilir. Onlar özgürleşmekten korkmaz; bundan korkan yetişkinlerdir,” diyor. Günışığı Kitaplığı’nın deneme seçkisine, “Yetişkinler Ejderhalardan Neden Korkar ?” adını verdik. Bu seçki en çok çocukların ilgisini çekti ve çoğu da Le Guin’in denemesini okudu. Çocuklar özgürleşmekten korkmuyor. Hayal kurmaktan korkmuyorlar, hayal güçleri geniş.
Yetişkinler için hayal kurmak, biraz kaybolmak, tedirginlik verici sanki. Oysa dediğiniz gibi, bilimin de temelinde hayal gücü var. Biliminsanları tezlerinden ve deneylerinden önce bir hayal kuruyorlar.
FH: Hayal kurmadan neyi icat edebilir ki? Önce kafasında yaratması gerekiyor. Örneğin, ‘Bir insanla nasıl iletişim kurarım, ne yaparsam görmediğim bir insana ulaşırım?’ diye düşünüyor bir biliminsanı. Graham Bell’in zihninden geçenler de telefonu icat etmeden önce böyledir. Tamamıyla bir hayal…
Antolojiler zeytinyağlı tabağına benzer.
MB: Osmanlı padişahlarından da polisiyeye çok düşkün olanlar var. Abdülhamid’in böyle bir polisiye merakı varmış ve büyük bir hızla okuyup bitirirmiş. Yenisini bekleyen padişaha, alelacele oturup polisiyeler yazılırmış. Ünlü yazarlarımızdan, padişahlar için polisiye yazanlar bile var.
FH: Polisiye de edebiyatın kıyısında duran bir tür. Okuma alışkanlığımızı nasıl kazandığımızı düşündüğümde, “Tommiks” ve “Teksas” geliyor hemen aklıma. Okuma biçimimizde kandırmacalara da başvurur, ders kitabının arasına koyar okurduk; biz o sayede kitap okumayı sevdik.
Kemalettin Tuğcu’nun Köprü Altı Çocukları ’nı çok okudum; acımayı öğrendim o kitaptan. O zamanlar çok okuduğumuz pembe dizilerin ve aşk romanlarının mimarı Kerime Nadir’di. Üvey annem çocuk bakarken, bebeğin altını temizlerken, ben ona Mike Hammer romanı okurdum. Tutkunu olmuştum o romanların. Bizim şansımız, bizi oyalayacak şeylerin fazla olmamasıydı. Kitap okumak en büyük zevkimizdi. Oysa bugün, günümüz çocukları bir ellerinde biberon, bir ellerinde akıllı telefonla doğuyorlar. Dolayısıyla, bilgisayar ve internet onların giderek daha fazla zamanını alacak ve bu görsel olanağa daha yatkın olacaklar. Böyle bir zamanda, onları kitaba yakınlaştırmak çok daha önemli hale geldi.
MB: Her türden okuyabilmek önemli, değil mi?
FH: Polisiye, bilimkurgu ve fantastik edebiyatı hep onları okusunlar diye önermiyoruz. Edebiyatın bir zevk aracı olduğunu, zevk veren, keyif veren bir okuma vaat ettiğini bildirmek için öneriyoruz.
Edebiyat sadece roman demek değildir. İyi bir edebiyat okurunun, öykü seven bir edebiyat okuru olduğunu düşünüyorum. Çünkü öykü gerçekten sabır gerektirir; yazarken de, okurken de. O beş sayfaya bir yaşam sığdırılmıştır. İçine girebilmek için, onu ayrıştırmanız ve yoğunluğundan biraz uzaklaştırmanız lazım. O nedenledir ki, antolojiler lokantalardaki zeytinyağlı tabağına benzer. Her zeytinyağlıdan azar azar bulunan bir tabak. Antolojiler sayesinde, hangi yazarın size hitap ettiğini anlayabilirsiniz. O yazarı anlamak için tabaktakilerden birer çatal almak gerekir.