Editör Masası

Bağımsız editör Ayla Duru Karadağ, edebiyat yayıncılığımıza emek veren meslektaşlarının sorunlarını, uzmanlaşmaya bakışlarını ve gelecekten beklentilerini dile getiriyor.

Editörlük mesleğinin sınırlarını genişleten çok çeşitli tanımları var. Sektördeki her kişi ve kurumun, hatta birlikte çalışılan her yazarın da editör tanımı ya da editörden anladığı farklı. Bizim burada bahsettiğimiz yayınevi ve kitap editörlüğü. Mesleğin sınırlarının genişlemesi beklentiyi çoğaltıyor. Beklentilerin çoğalması ve değişkenliği ise işin çoğunlukla sözleşme altına alınamayan şekillerde ilerlemesini, esnemesini sağlıyor. Sonuç editörler açısından parlak değil. Tanımlanmaya dair sorunlar her şeyi olduğu gibi uzmanlaşmayı da, buna bağlı olarak ücretlendirmeyi de olumsuz etkiliyor; kendimizi sürekli yetersiz hissetmemize neden oluyor. Üstelik, idealindeki işi yaptığı için editörden büyük fedakârlıklar da bekleniyor. Sevdiği işi yapan “azınlık” olarak, gelecekle ilgili planlar yapmak gibi haklarımızdan da feragat etmemiz gerektiği düşünülüyor.

Editörlük, doğası gereği yaptığının değil yapmadığının göründüğü, çalışılan üründe yapılabileceklerin asla bitmediği bir meslek. Meslektaşlarım da, yayıncılar da bunu bilir. Bir kitabı çalışmayı içinize sinene kadar devam ettirebilirsiniz –çoğu mükemmelliyetçi, takıntılı insanlardır editörlerin. Bu durum, her okuduğunuz, izlediğiniz, deneyimlediğiniz, öğrendiğiniz şeyle metin çalışmanızın sınırlarını genişletir. Yani editör, dışarıdan olduğu gibi içeriden de sınırlarını durmaksızın genişleten ve genişletmesi beklenen kişidir. Her göz başka bir şey görür. Editörlük mesleği bu yüzden nankördür de. Yaptıklarınızdan çok yapmadıklarınız göz önüne serilir. Herkes kendinde, sizin yeterliliğinizi tartışabilme liyakatini bulur. Metindeki arızalar, eksiklikler, editörün işlevini yeniden tanımlama, sorgulama ihtiyacını doğurur. Editör redaktör müdür, müsahhih midir, kitabın görünmeyen sahibi midir, iyi satmasını sağlayacak olan mıdır, en iyi tanıtacak insan mıdır; satış pazarlama mıdır? Yoksa editör, kitabın yolculuğunda ona eşlik eden midir? Belki de bunların hepsi editör tanımının biraz içinde, biraz dışındadır.

Hayallerin mesleği ve uzmanlaşma

Editörlerin en büyük sorunu uzmanlaşmanın önündeki engeller. Herkesin her şeyi yapabileceğini sandığı bir ülkede yaşamak olumsuz bir şey. Ancak aynı koşullar eğer uzmanlaşabilirseniz, farkınızı ortaya koyup kalabalıktan sıyrılabilme olanağını da tanıyabilir.

Çocuk edebiyatı, Türkçe edebiyat, kurmaca geliştirme, kurmaca dışı ya da akademik kitaplar, kişisel gelişim ya da spritüel kitaplar… birçok alanda uzman editörlere ihtiyaç varken, serbest çalışma koşulları bize uzmanlaşma olanağı tanımıyor. Farklı dilleri bilmek, iki ya da daha çok dile hâkim olmak, çok kitap okumak, bir türü çok sevmek, özellikle ilgilenmek iyi bir editör olabileceğimiz anlamına gelmiyor, ama aynı zamanda hepsi de editörlüğün olmazsa olmazlarından. Tıpkı akademisyen olmanın, akademik kitapların editörlüğünü üstlenebileceğimiz anlamına gelmediği gibi. Oysa bunun yapılabileceğine dair yanlış bir algı yaygın.

“Editörlerin en büyük sorunu uzmanlaşmanın önündeki engeller. Herkesin her şeyi yapabileceğini sandığı bir ülkede yaşamak olumsuz bir şey. Ancak aynı koşullar eğer uzmanlaşabilirseniz, farkınızı ortaya koyup kalabalıktan sıyrılabilme olanağını da tanıyabilir.”

Herkesin editör olabileceğini düşünmek, maliyetlerini indirmek, pazarlık şansını artırmak isteyen yayıncıların işine geliyor. Sistem, filolojiden, çeviribilimden, edebiyattan mezun ya da kitap okuyan, kitaplarla ilgilenen herkesin editörlük yapabileceğine inanıyor ve buna teşvik ediyor. Bünyesinde yayımladığı her ayrı alan ya da başlık için ayrı editör bulundurabilen yayınevi az, yani içeride uzmanlaşmaya izin veren ya da kadrosunu uzmanlaşmış editörlerden oluşturan sayılı yayınevi var; kadrosunu kendi yetiştiren ve editör ya da başka bileşenlerine mesleki yatırım yapansa daha da az. İçeride ne yaptığı muğlaklaştırılan ve önemsizleştirilen editör, dışarıdan çalışırken de kurumun zaten sınırlı avantajlarının tümünden uzaklaştırılıyor.

Sektör içinde düzenlenen editörlük atölyelerinin de benzer etkisini gözlemliyoruz. Bu atölyelere katılanlar editör oluyor mu, oldu mu, editör olması gerekir mi; bilmiyoruz, bunları konuşamıyoruz. Atölye katılımcıları da sertifikalı bir programa katılan, referanssız acemiler olarak sadece kendi çabalarıyla “hayallerinin işini yapmak” için kimseyi tanımadıkları ve işlerin nasıl yürüdüğünü bilmedikleri sektörde çırpınıp duruyor. Her kafadan ayrı ses çıkarken bir süre sonra emeği de  sömürülmekten kurtulamıyor. Tabii atölye işi kârlı bir alan, editörlük de popüler bir meslek. Yine de bu atölyelerde, mesleki hayallerin ne kadar gerçekleşebileceğinin de üstünde durulabilmeli. Atölye katılımcılarıyla ilgili daha gerçekçi adımlar atılmalı.

Geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı…

Buraya kadar saydıklarım, serbest editörlerin de yayınevi editörlerinin de göğüs gerdiği ortak sorunlar. Kurum dışında, serbest çalışanların yaşadığı başka zorluklar da var. Meslektaş ağlarımızda sendika ya da birlik gibi örgütlenme ve dayanışma yok. Örneğin, çevirmenlerin ÇEVBİR (Çevirmenler Meslek Birliği) gibi haklarını ve standartları savunan birlikleri var. Ama editörler için bu söz konusu değil. Bizler uzmanlaşma gibi en temel sorunumuzu bile nasıl aşacağımızı bilemiyoruz.

Serbest çalışanın sosyal hakları da önemli bir sorun. Yayınevi, çalıştırdığı editörün masasından sandalyesine, bilgisayarından internetine, elektriğinden kahvesine, yemeğinden ulaşımına, araştırma giderlerinden sağlığına her şeyinden sorumludur. Ancak yayınevi, ister kısa vadeli bir kitap için, ister yıllara yayılmış bir dizi için olsun dışarıdan bir editörle çalıştığında, bunların hiçbirinden sorumlu değildir. Günlük çalışan temizlikçilere bile SGK bedeli ödenirken, editörün ben bu işe şu kadar zamanımı ayıracağım ve birtakım sosyal hakları konuşalım, sözleşmeyle kayıt altına alalım deme gibi bir hakkı da artık olmalı. Lakin bırakın sosyal hakları, yapılacak işin bütçesini sormak bile gerginliğe neden oluyor. Birçok yayınevinin işi verirken bütçeyi düşünmesi zaten söz konusu olamıyor, ama hiç değilse ödemelerini zamanında yapsa…

Editörlük sözleşmeleri de daha çok yayınevini koruyor. Örneğin, takvim aksayınca uygulanan kesinti ya da aylarca alamadığımız ödemeler için kimseye hesap soramıyoruz. Hatta, “Aman sürekli para konuşan, para isteyen biri olmayayım, sonra bana iş vermezler!” gibi kaygılar yaşanıyor. Ödeme zamanı gelince “idare eden” taraf da hep serbest editör oluyor. Yayıncıya sürekli hangi iş için ne kadar ödeme alacağımızı hatırlatmak, ne kadar alacağımızın kaldığını, ne zaman alacağımızı takip edip sorgulamak durumundayız. Çoğu yayınevi dışarıda çalıştırdığı editörün, illüstratörün ya da çevirmenin ödemesini “ertelenebilir” ya da “geçiştirilebilir” görüyor.

Geçim sıkıntısının, gelecek kaygısının yaşattığı anksiyeteyi Türkiye’de herkes bilir, ama serbest çalışanlar bunu kat kat daha fazla yaşar. İşin içine birtakım sağlık sorunları ya da “sağlığımı kaybedersem işimi yapamam” endişesi de girer. Bizler çalıştığımız sürece para kazanabilen insanlarız ve sağlık güvencemiz de yok.

Gelecekten beklentiler…

Bu salgın döneminde eve kapanan herkesin en büyük meselesi yalnızlaşmak oldu. Kitap kolektif bir iş; birlikte çalışılan, birlikte ortaya çıkarılan bir ürün. Oysa serbest editör sürekli yalnız çalışır. Hem yayıncılarla hem de yazarlarla çalışırken bu fiziki yalnızlıktan kaynaklanan motivasyon eksikliği çok güçlü hissediliyor. Bizim yanımızda bir ekip yok; neyi eksik yaptığımızla kendimiz yüzleşmek, kendi işimize karşı sürekli objektif olmak zorundayız.

Üstelik, biz kimsenin yerine yayınevine girmek istemiyoruz. Öneriler ve projelerle yayınevlerine gitmemizin nedeni, bu işleri birlikte yapabilmek ya da yapamayacaksak da oyalanmadan, mantıklı gerekçelerle neden yapamayacağımızı öğrenip yeni dosya, kitap ve proje önerileriyle buluşmak üzere ayrılmak. Yayınevi editörünün düşmanı ya da rakibi değil dostuyuz. Aramızda rekabet değil iş ortaklığı kurulmalı, lakin öyle olmuyor. Sunduğumuz proje zaman zaman yayın kuruluna bile taşınmadan geçiştiriliyor. Biz, yayınevi editörünün yüzlerce dosya arasında iki üç haftasını ayırabileceği bir dosyaya, metnin de, yazarın da niteliğini artırmak üzere çalışıyoruz. Ama aylarca süren çalışmanız, gerçekçilikten ve aslında gerekçe olmaktan uzak birtakım nedenlerle görmezden gelinebiliyor.

Bir sürü angaryayla uğraşan yayınevi editörü, bizden gelen dosyaları daha kapsamlı değerlendirebilir. Çünkü beklediğimiz, politik cevaplar değil, gerçek görüşüdür. Dosyadaki sorunların giderilip giderilemeyeceğini söylemesidir. Biz de bir yayınevinde işlerin nasıl yürüdüğünü ve bazı politik cevapların aslında ne anlama geldiğini biliyoruz. Önümüzdeki on yılda serbest editörlüğün ve yazar koçluğunun artması bekleniyor, çünkü sektör giderek profesyonelleşiyor. Yayınevleri seri üretimi artırdı ve bu durum da içeride her kitaba ayrılan sürenin daha da daralmasını sağladı. Bu maalesef, ya editörlerin uykusuz geceler geçirip özel hayatından fedakârlık etmesini gerektiriyor ya da patronların kadroları genişletmesini. İşte böyle durumlarda serbest editör herkesi kurtarıyor aslında. Yazarlar da artık sürekli değişen kadrolarla değil onunla uzun yıllar çalışacak, birlikte bir kariyer planlayabileceği bir ekibe ihtiyacı olduğunu fark etti.

Başka bir açıdan yine bir görmezden gelme şekli olarak bahsedilebilecek konu da serbest editörün teslim ettiği iş yayımlandığında, kitabın içinde çoğunlukla isminin yazılmamasıdır. Oysa bizim referansımız, yaptığımız işler ve kitap künyeleridir. Bizim hazırladığımız kitaplarda yayınevinde kitaba düzelti okuması yapan ya da şöyle bir üstünden geçenin ismi, editör ya da yayın(m)a hazırlayan olarak geçiyor. Bu anlamda da bir görünmezlik yaşıyoruz. Bunun yanı sıra asla artmayan, forma başı kaşeler (ücretler) söz konusu. Bunlar pazarlığa tabi değil, yayınevinin belirlediği rakamlar ve biz de kabul etmek zorundayız. Yayınevleri çalışan maaşlarına her yıl zam yapıyor, ama bizim kaşelerimiz yıllardır olumlu bir değişime uğramıyor.

Gelecekten beklentilerimizi özetlersek… Öncelikle meslektaşlarımızdan dayanışma bekliyoruz; birbirimizin işlerini görmezden gelmeyelim, bir platform oluşturalım, dosyalarımızı, projelerimizi arada arkadaşlık bağımız olmadan da profesyonelce sunabilelim istiyoruz. Yayıncılardan daha insani koşullar bekliyoruz. Editörler de, yayıncılar da hem ürettiğimizin hem de birbirimizin niteliğini artırmak için çabalamalı diyoruz. Devletten temel güvencelerimizin sağlanmasını, sadece işverenlerin insafına bırakılmamasını talep ediyoruz. Son olarak okurlardan da, kitabın niteliğine ilişkin beklentilerini yükseltmelerini, künyelere, kitapların görünmez kahramanlarına daha çok bakmalarını bekliyoruz.