İklim kriziyle tek başına mücadele Don Kişot’luk olur!
Ülkemizin en deneyimli matbaacılarından, Ofset Yapımevi yöneticilerinden Sermet Tolan, “Yayıncılığın Değer Zincirinde İklim Krizi”ni matbaacılık sektörünün gözünden ele alıyor.
Bugün orta ve büyük ölçekte çalışan matbaalarda, bilinçli bir iklim aktivistliği anlamında olmasa da, zamanın doğası gereği oldukça ciddi bir dönüşüm stratejisi uygulanıyor.
Matbaacılıkta atık yönetimi…
Matbaacılıkta -kâğıdın dışında- karbon ayak izi açısından en zararlı malzeme mürekkep ve mürekkebin baskı sırasında ayrışmasını sağlayan kimyasallardır. Baskı makinelerinde, mürekkep ve ayrışmayı sağlayan ara bileşenler kimyasal bir reaksiyon yaşarlar ve bu reaksiyondan ortaya çıkan atık, ayrıştırma tesislerine bedeli mukabilinde gönderilerek yok edilir. 20 yıl öncesine kadar bu atık kanalizasyona verilirdi. Teknolojik gelişmeler sonucu, bu atığın miktarı hacim anlamında oldukça azaldı.
Geçmişte bu konuda ne bir bilgi ne de denetim mekanizması vardı. Artık belediyeler tarafından ciddi biçimde denetleniyor, gerekirse cezalandırılıyor.
Bunun dışında, baskı yapılan kâğıtlardan çıkan fireler gibi oluşan bütün sarf malzemeleri ve atıklar, zaten ekonomik birer değerdir. Dolayısıyla kimse bunlarla ilgilenmemezlik etmez. Bunları geri alan ve dönüştürülmesi amacıyla fabrikalara ulaştıran sistemler, toplama alanları oluşturan kurumlar var. Bizim kurumumuzda bu atıkların depolama alanını, bu işi birlikte yaptığımız firma gelip kendisi yaptı. Haftada 1-2 gün gelir, bedelini öder ve toplayıp giderler. Matbaamız için ciddi bir gelir kalemi oluşturur bu dönüşüm operasyonu. Özetle, ekonomik sürdürülebilirliği sağlayan bir yanı da var.
Matbaalardaki bir diğer önemli atık malzeme de alüminyum baskı kalıplarıdır. Bunlar, geri dönüşümü daha yüksek olan malzemeler. Kâğıt atıklarımız bir alt kademeye, kahverengi kâğıt üretimine, oradan da belki oluklu mukavvaya giderken, alüminyumda öyle değil. Alüminyum yine alüminyuma döner. Dolayısıyla kullandığımız baskı kalıplarının da dönüştürülmemesi zaten mantıkdışı bir durum. Hiçbir matbaa bunu göze almaz. Bunların dışında, her işletmede olduğu kadar atıklarımız ve yakıt tüketimimiz vardır. Müşteri profilimizle aramızdaki mesafe bile, bıraktığımız karbon ayak izi için önemli bir hesaplama metodu olabilir.
Dönüşüm ve sürdürülebilirlik matbaacılığın doğasında var!
Matbaalar, dönüşümün ve sürdürülebilirliğin içinde doğallıkla olan müesseseler. Bu hep böyle miydi? Para eden malzemelerimizin değerlendirilmesi geçmişten beri matbaaların gündeminde vardı, ama bundan 15-20 yıl öncesinde kimyasal atıklarımızın dönüştürülmesi aklımızda bile yoktu. Sonra bir gün birileri atık konusunu dillendirmeye başladı. Ömer Madra gibi isimlerin konuşmalarını dinleyip, önce içimiz sıkılmaya, sonra da farkındalığımız artmaya başladı. Atık firmaları giderek çoğaldı ve oldukça pratik ve ekonomik değerlerle bu işi yapmaya yöneldiler.
Kâğıt endüstrisi de, kâğıdı işleyen matbaa endüstrisi de geri dönüşüm açısından iyi durumda olan sektörler. Ama dünyada bunun alt segmentlerine inme vaktimizin geldiğini düşündürecek gelişmeler de var artık. Yeni öğrendiğim somut bir bilgiyi paylaşayım. 2022’deki Frankfurt Kitap Fuarı’nda müze yayıncılarının bir toplantısına katıldım. Bizimki gibi sanat kitapları basan bir matbaa için kıymetli bir müşteri profilidir. Dünyanın hemen hemen bütün önemli müze yayıncılarının ve üretim bölümlerindeki uzmanların katıldığı bir toplantıydı. O toplantıda bir karar alındı ve 2030’a kadar hedef belirlediler. 2030’a kadar ürettikleri kitaplar için maliyetle birlikte karbon ayak izi puanını da göz önünde bulundurarak bir üretim planlaması yapacaklar. Örneğin, baskı için 10 lira teklif veren uzaktaki matbaa yerine, 13 lira teklif veren, ama çok daha yakında olan, yani karbon ayak izi puanını düşük tutacak matbaayla çalışma kararı aldılar. Bu sözü tutmak üzere bir taahhüdün altına imza attılar.
Belli ekonomik refah düzeyine gelinmediğinde, önceliğin başka şeylerde olduğu bir durumda, iklim krizi ya da benzeri küresel problemler ikinci sıraya atılacaktır. Bunu hepimiz biliyoruz. Ama yayıncılık dünyası, entelektüel bir dünya. Doğru kararlar alabilme ve sözlerin arkasında durma ihtimali, toplumun geri kalanına göre daha yüksek.
Birbirini ateşleyen bir döngü…
Bunların hepsi pozitif ve birbirini ateşleyen bir döngüye yol açabilir. Eğer bu yayınevleri verdikleri sözü ciddiye alıp tutmazlarsa hayat kaldığı yerden devam eder. Öte yandan herkes taahhüdünü yerine getirirse, buradan kaynaklanan maliyet artışı okura yansıtılır ve 10 liraya satılan kitap 12 liraya satılırsa, okur da bu karşılığı ödemeyi kabul ederse ve bu şekilde yeni bir ekonomi oluşursa, endüstrimiz doğru bir yere doğru ilerleyecektir.
Peki, bu mümkün mü? İnsanın kendi defoları dolayısıyla çok kolay değil. Belli ekonomik refah düzeyine gelinmediğinde, önceliğin başka şeylerde olduğu bir durumda, iklim krizi ya da benzeri küresel problemler ikinci sıraya atılacaktır. Bunu hepimiz biliyoruz. Ama yayıncılık dünyası, entelektüel bir dünya. Doğru kararlar alabilme ve sözlerin arkasında durma ihtimali, toplumun geri kalanına göre daha yüksek. Tüm bunlar, endüstrinin daha ince hassasiyetlerle çalışması gibi bir sonucu doğuracaktır.
Bugüne kadar böyle mi oldu; fikrimi destekleyecek bir şey göremedim. Memleketimizin güzide holdinglerinden birinin, birkaç yıl önce hazırladığı sürdürülebilirlik raporu, çevreci olmayan ve FSC Sertifikası (Orman ürünleriyle ilgili üretim-satış yapan firmaların ürünlerinin, Orman Yönetim Konseyi’nin belirlediği standartlara uygun üretildiğini gösteren belge) olmayan bir kâğıda basılmıştı. Kendilerini arayıp yaptıkları şeyin ne kadar yanış olduğunu söylediğimde, “Kim anlar ki bunu?” diyecek kadar da sorumsuzdular maalesef.
Günah keçisi ararsak hepimiz pay sahibiyiz!
Israrla ve inatla bunları gerçekleştirmeye çalışmamız, bu dönüşümü yaşamamız gerekiyor. İşin üretiminden tüketimine kadar her adımımız organik olarak birbirine bağlı. Çalıştığım 30 yayınevinin 28’i için karbon ayak izi hiçbir şey ifade etmiyorsa, bunun üzerine bir hassasiyet göstermem ancak Don Kişot’luk olur. O da ömrümüzü kısaltır ve birkaç yıl içinde batarız. Matbaalara bu açıdan da bakmalıyız. Günah keçisi aramaya başladığımızda hepimizin iklim krizinde pay sahibi olduğunu göreceğiz.
Küçük bir anıyla toparlayayım. Büyük büyükannem Rize’nin bir köyünde yaşardı. Bu kadıncağız hayatında ilk kez melamin tabak gördüğünde dehşete kapılmış. Çünkü o tarihe kadar evde kullandığı her şey, tabak, çanak, bakır, kalay, hepsi “gübrelik” dedikleri ve çöpe atıldığında en fazla bir hafta içinde çürüyüp yok olan şeyler. Melamin tabak kırılmış ve atmış. Onun altı ay boyunca aynı şekilde orada durduğunu, yok olmadığını görünce dehşete kapılmış. İnsanlık endüstriyel dönüşümü sağlarken, beraberinde yok olabilme yeteneğini de yönetebilmiş olsaydı, bugün çok başka şeyler konuşuyor olabilirdik.
Matbaa, uygarlığımızın çok önemli figürlerinden biri. Bilgi aktarımının internet öncesi dönemdeki en önemli kaynağı matbaaydı. Matbaa çok yakın zamana kadar özellikle kullandığı kimyasallar ve boyalarla zararlı sayılabilecek bir üretim modeliydi. Bugünse diğer endüstrilerle kıyasladığımızda, matbaanın oldukça bilinçli ya da bilinçsiz şekillerde arıtılmış bir endüstri olduğunu düşünüyorum. Endüstrinin diğer paydaşlarıyla birlikte yürürsek daha fazlası da mümkün. Yayıncıların da son kullanıcıların da benzer hassasiyetleri göstereceğini düşünüyor, umut ediyorum. Çok daha fazlasını yapacak teknik olanaklara ve bilgiye sahibiz.