Kâğıt üretiminin girdileri de çıktıları da çevreyi ve iklim krizini etkiliyor!
Ünitek Selüloz Kâğıt ve Kimya firması İş Geliştirme Müdürü Beyza Bozkurt Elbingil, “Yayıncılığın Değer Zincirinde İklim Krizi”ne, kâğıt sanayisinde sürdürülebilir kalkınma açısından yaklaşıyor.
Hayatım kâğıt fabrikasında başladı. İzmit SEKA lojmanlarında doğdum, büyüdüm. Kâğıt tozunu yutanlar, kâğıt sanayisinden kopamaz derler. Benim de öyle oldu. Kâğıtla olan ilişkim iş hayatımda devam ediyor, kâğıt fabrikalarına hizmet veren bir firmada çalışıyorum. Bugün iklim değişikliği çerçevesinde, selüloz ve kâğıt üretiminde doğru bilinen yanlışlardan bahsetmek istiyorum. Günümüzde üreticiler nelere dikkat ediyor, neler yapıyorlar, daha neler yapılabilir, aktarmaya çalışacağım.
Kâğıt üretiminde doğru sanılan yanlışlar…
Kâğıt sanayisinin en önemli hammaddesi selüloz (odun hamuru), yani bildiğimiz ağaçtır. Selülozlar, her kâğıt tipine göre farklı ağaçlardan elde edilir. Baskı kâğıtları için kullanılacak ağaçlar, genelde özel şahıslar ya da iştirakler tarafından yönetilen sürdürülebilir ormanlardan kesilir. Özellikle İskandinav ülkeleri, Kanada ve ABD’den tedarik edilen odunlar, seçimli ağaç kesimleri ve yeniden ağaç dikim organizasyonlarının yürütüldüğü Forest Stewardship Council (Orman Yönetim Konseyi – FSC) Sertifikalı ormanlardan gelir.
Kâğıt üretiminin ormansızlaşmaya yol açtığı düşüncesi, doğru bilinen yanlışların başında geliyor. Çünkü ormansızlaşmanın en büyük nedenleri bilinçsiz kesilen ağaçlar, meracılık, tarım ve madencilik, kentleşme amaçlı açılan alanlardır.
İklim değişikliğinin, şiddetlenen ve sıklaşan orman yangınları, su kıtlığı, yağışlı günlerin ve yağış miktarının azalması gibi sonuçları, her tür orman alanının daralmasına ve hammadde sıkıntısına neden oluyor. Buna karşın üreticiler, ağaçlara alternatif yeni hammaddeler arayışındalar. Ancak günümüzde bambu, pamuk, elyaf içeren gıdalar, zirai atıklar gibi alternatif hammaddeler, şimdilik ağaçtan elde edilen selüloz kadar verimli olamasa da arayışlar sürüyor.
Daha az ağaç kesimi için diğer bir çözümse geri dönüşüm kaynaklı üretim. Türkiye’de ve dünyada, “kahverengi kâğıt” olarak adlandırdığımız tüm ambalaj kâğıdının üreticileri %90 oranında hurda kâğıt kullanıyor. Baskı kâğıdı ve yazı tabı kâğıt üretimlerinde bu oranın düşük kalmasının nedeniyse, dijitalleşmeyle birlikte artık gazete ya da ofis kırpıntılarının bulunmasındaki sıkıntı. Dolayısıyla, arz talebe yetişemiyor ve doğal olarak baskı ve kitap kâğıdında hammadde olarak hurda kâğıdı kullanamıyor, doğal selüloz kullanmak zorunda kalıyoruz. Bu da hammadde fiyatlarının artmasına neden oluyor.
Diğer bir doğru bilinen yanlışsa Türkiye’de kâğıt üretiminin bulunmaması. Hayır, Türkiye’de kâğıt üretimi var. Hatta üretim kapasitemiz de yeni yatırımlar da her geçen yıl artıyor. Son iki yılda kâğıt sanayimizdeki yeni yatırımların toplam maliyeti 700 milyon avroya yaklaştı. Ancak hepimizin bildiği gibi, kâğıt üretimine yapılan yeni yatırımlar, kâr marjı ve pazar payı daha fazla olan ambalaj kâğıdına yöneldi. Bizim baskı kâğıdımız, kitap kâğıdımız üzerine yeni yatırım yapılamadı.
Orman kaynaklarımızı selüloz üretiminde kullanamıyoruz.
Türkiye’de bazı özel kâğıtlar için, yeterince baskı ve kitap kâğıdı için neden selüloz üretemiyoruz? Aslında ülkemizin yüzölçümünün %25’i ormanlarla kaplı. Ancak doğru ağaç dikimi, yetiştirme ve kesim politikalarının geliştirilmemesi ve yönetilememesi sonucunda orman kaynaklarımızı bu alanda kullanamıyoruz. Bunun bir başka nedeni de altyapı eksikliği. Kesilen ağaçların tesislere sevkiyatı için gerekli yol ve tedarik zinciri desteklenemediğinden Türkiye’de selüloz üretimi oldukça pahalı hale geliyor. SEKA’dan kalan Çaycuma OYKA Selüloz Tesisi sadece kendi entegre yapısına yetmeye çalışırken, Dalaman’daki MOPAK Tesisleri maliyetlerden dolayı çalışamaz durumda ne yazık ki.
Kâğıt üretiminin ikinci önemli girdisi sudur. Su, aslında ağaçtan daha öncelikle düşünülmesi gereken bir doğal kaynaktır. Çünkü, bir ton kâğıt üretimi için yaklaşık 10-15 metreküp su gerekiyor. İklim değişikliğinin sonucu olarak, su kaynaklarındaki azalma da üretimi olumsuz etkileyecek. Su tüketiminin yoğunluğundan ötürü eski teknolojiye sahip kâğıt üretim tesislerini kapatma kararı alan İngiltere, kâğıt tedariğini, çevresel izinlerin daha kolay alındığı, iklim meseleleriyle mücadele etmeyen üçüncü dünya ülkelerinden sağlıyor. Tabii bu da trajik bir başka durum.
Kâğıt fabrikaları su tüketimlerini azaltmak için, kapalı devre üretim ve yeni teknolojilere yönelerek ham suyun sistem içinde maksimum oranda kullanılmasını sağladı. Böylece 10-15 metreküp olan su tüketimi, yaklaşık 1,5-2 metreküp seviyelerine kadar indirilebildi. Diğer bir seçenek de doğal su kaynaklarını tüketmek yerine, denize yakın fabrikaların doğrudan deniz suyunu arıtarak su elde etmesi. Biraz daha pahalı bir sistem olsa da kâğıt üretimi için gereken suyu denizden sağlayan fabrikalar artık mevcut.
Kapalı devre su kullanımı, aynı zamanda çevreye deşarj edilen atık su miktarını da azaltıyor. Geçmişte kullanılan suyun yarısı atık su olarak tahliye edilirken bir süredir bu oran minimuma çekildi. Hatta bazı ileri arıtma sistemleri sayesinde, atık suların tekrardan iyileştirilerek sisteme geri beslenmesi ya da tarımsal sulama kaynaklarında kullanılması bile mümkün oluyor.
Kâğıt üretiminde hedef, yenilenebilir enerji!
Diğer bir girdiyse enerji. Enerji, kâğıt üretimi maliyetlerinin %20’sini oluşturuyor. Şu anda hammadde tedariğinden fiyatların artışına dek hepimizi etkileyen küresel krizin asıl önemli nedenlerinden biri de enerji maliyetlerindeki yükselme. Kâğıt üreticileri, enerji maliyetlerini düşürmek için kendi enerji tesislerini kuruyor, kendi enerjilerini üretiyorlar. Kâğıt ve selüloz üretiminin iklim değişikliğine olan etkisini azaltmak için fosil yakıtlardan üretilen enerji kullanımını azaltmaya, yenilenebilir enerjiye yönelmeye çalışıyorlar.
Kâğıt üretiminin ormansızlaşmaya yol açtığı düşüncesi, doğru bilinen yanlışların başında geliyor. Çünkü ormansızlaşmanın en büyük nedenleri bilinçsiz kesilen ağaçlar, meracılık, tarım ve madencilik, kentleşme amaçlı açılan alanlardır.
Enerji, ısı ve elektrik üreten sistemler olarak adlandırdığımız kojenerasyon tesislerinde, kömür yerine doğalgaz tercih edilerek ya da sistemlerinden çıkan katı atıkların yakımı sağlanarak enerji elde ediliyor. Özellikle selüloz fabrikaları, çıkan tehlikeli gazlarını döner kireç fırınlarında yakarak enerji üretiyor. Böylelikle bu zehirli gazların çevreye tahliyesine de izin vermemiş olunuyor. Hatta bazı fabrikalar biyogaz tesisleri kuruyor.
Kâğıt fabrikalarında çok yüksek sıcaklıklarda buhar oluşur. Büyük davlumbazlarda toplanan ve sistemden tekrar fabrikaya geri beslenerek enerji elde edilmesine yarayan bu buhar, ısınmada da kullanılabiliyor. Büyüdüğüm SEKA fabrikasında lojmanlar, tesisten gelen bu sıcak buhar sayesinde ısıtılıyordu. Ücretsiz ısınıyorduk ve sürekli sıcak suyumuz vardı. Bunun gibi teknolojiler günümüzde de daha geliştirilmiş bir şekilde kullanılıyor.
Kâğıt fabrikalarında alınan diğer önlemlerse birçok alandaki gibi, binalarda izolasyon iyileştirmeleri yapmak, üretimde daha verimli ekipmanlara geçiş ve yeni teknolojiler olarak sıralanabilir. Çatılarına güneş paneli döşeyen fabrikalar, artık tüketimlerinin en az %50’sini yenilenebilir enerjiden elde edebiliyor.
Katı atıkların değerlendirilmesi için…
Kâğıt üretiminin girdileri gibi çıktılarının da çevreye ve iklim krizine etkisi var. Dolayısıyla, bunların da doğru yönetimi ve giderilmesi oldukça önemli. Örneğin fabrikalar, çıkan baca gazlarında, artık bir zorunluluk olan filtreler ve aktif karbonlar kullanarak sıfır karbon salımı hedefine yaklaşabiliyor.
Çıkan katı atıkları, enerji haricinde farklı yerlerde de değerlendirebiliyor, farklı endüstriyel pazarlarda hammadde olarak kullanabiliyoruz. Hamur hazırlama sonrasında çıkan çamur, susuzlaştırıldıktan sonra talaş çimento katılarak izolasyon için inşaat dolgu malzemesi olarak kullanılıyor. Ya da temizlik kâğıdı üretiminin katı çamur atığı, ayakkabı tabanı astarına dönüşebiliyor. Katı atıkların değerlendirilmesi ve döngüsel ekonomi çözümleri için fabrikalar sürekli yeni endüstriyel pazarlar araştırıyor ve yeni projeler geliştiriyor.
Sonuçta, kâğıt türlerine göre farklı oranlarda da olsa, toplam kâğıt tüketimi her geçen gün artıyor. Bu nedenle kâğıt sektörünün, hem üretim girdileri hem de çıktıları bakımından iklim kriziyle ilişkisini irdelemesi ve çözümler uygulaması kaçınılmaz. Üreticilerin sürdürülebilir FSC onaylı orman kaynaklarından ağaç temini, mümkün olduğunca geri dönüşmüş hammadde kullanımı, su ve enerji tüketimlerinin azalması, sıfır atık yönetimi ve düşük karbon salımı için aldıkları tedbirler ve denetimlerin sıkılığıyla sektörün iklim krizine olumsuz etkisi azalıyor.
Kâğıt çöp değildir, geri dönüşebilir!
Kâğıt sanayimizin sürdürülebilir gelişimi için eğitimli teknik personel de çok önemlidir. MEB’in bu amaçla, 1960’lardan beri kâğıt teknolojileri eğitimi için lise mezunu öğrencileri yurtdışına burslu gönderdiğini biliyoruz. SEKA için de Avrupa ülkelerine ve ABD’ye 17 genç gönderildi; kimisi ülkeye geri döndü kimisi yurtdışında kaldı. Bugün de en büyük ihtiyaçlarımızdan biri alanda uzmanların yetişmesi.
Devlet, belediye ve özel kurumlar işbirliğiyle geri dönüşüm eğitimleri ve altyapı geliştirme projeleri teşvik edilmeli. Geri dönüşüm, çocukluktan aşılanması gereken bir eğitim. SEKA lojmanlarında her evin önünde çuvallar vardı. Her türlü kâğıdı, gazeteyi, dergiyi ya da kitabı bu çuvallarda biriktirirdik. Bu uygulamanın yıllar içinde bendeki etkisi “kâğıt çöp değildir!” gerçeğini öğrenmek oldu. Bugün de diğer çöplerle birlikte kâğıt atıldığını gördüğümde, sanki cebimdeki parayı çöpe atıyormuşum hissine kapılırım. Evimizde, ofisimizde, her yerde geri dönüşüm çok çok önemli.
Türkiye’nin, Paris Anlaşması’nı resmen onaylaması, 2050’ye kadar sıfır emisyon hedefini ve ihracat yapmak için AB’nin yeşil mutabakat düzenlemelerini kabul etmemiz gibi nedenlerle iklim krizi ve sürdürülebilirlik artık bizim üreticilerimizin de gündeminde. Oldukça başarılı gelişmeler de kaydediyoruz. Ama bir yandan da, keşke çevre bilinci sanayileşmeyle paralel gelişseydi ve şu anda kirlettiğimiz Dünya’yı yaşanabilir hale geri döndürmenin paniği içinde olmasaydık diyoruz.