Kitap Perakendemizin Yeni Dönemine Notlar Paneli
Dört deneyimli yayıncı; Banu Ünal (Günışığı Kitaplığı), Osman Okçu (Timaş Yayınları), Servet Düz (Bora Yayıncılık Dağıtım, Türkiye Yayıncılar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi) ve Ünal Koçak (İthaki Yayınları, Penguen Kitabevleri), yayıncılık ve perakende alanlarındaki birikimleriyle kitap perakendemizin geleceğini tartışıyor.
Banu Ünal: Pandemi sürecinin sektöre dolaylı bir katkısı oldu. Yıllardır konuştuğumuz meselelere bir an önce uygulanabilir çözümler bulmamız; yayıncısıyla, yazarıyla, dağıtımcısıyla, kitabeviyle, sektörün tüm paydaşlarını bekleyen kaçınılmaz dönüşüm sürecine hızla adapte olup harekete geçmemiz gerektiğini hatırlattı.
Bu panelde, sektörün geleceği için çok belirleyici bir konu olan sabit kitap fiyatı yasalaştırma çalışmalarına girmeyeceğiz. Ancak biz yayıncıların bir kıskacın içinde daraldığı da açık. Bir yanda dövize endeksli yükselen maliyetler gibi kitap fiyatlarında artış baskısı yaratan etkenler varken, öte yanda ülkenin gerçekleri, gelir dağılımındaki adaletsizlik, kişi başına düşen gelirdeki düşüş, bizleri kitap fiyatlarını artırmaktan alıkoyuyor. Bir yayıncı olarak en büyük dileğim; eğer yasalaşırsa sabit kitap fiyatı yasasının yayıncıları bu kıskaçtan çıkarabilmesi, uygulamanın okurlarımızın da kamunun da yararını gözetmesidir.
Bu yaklaşımla, deneyimli yayıncı dostlarımızla birlikte kitap perakendemizin bugününü konuşacak, geleceğe ışık tutmaya çalışacağız. Panelistlerimiz, kitap perakendesi alanını iyi bilen, çok yakından izleyen yayıncılar. Osman Bey, sizinle başlayalım. Siz yetişkin, genç, çocuk için kurgu ve kurgu dışı, geniş yelpazede yayın yapan deneyimli bir yayıncısınız. Uzun yılların birikimiyle yayıncılık beklentilerinizi karşılayan ideal bir kitap perakende noktasını hayal ederek tanımlamanızı istesem sizden…
İdeal bir perakende noktası hayali…
Osman Okçu: Yayınevi için kitabı üretebilmek işin yarısı, kitabı müşteriye ulaştırmak diğer yarısıdır. Müşteri dediğimiz; dağıtımcılar, kitapçılar ve son nokta da okuyucu kitlesidir. Perakende noktaları da, zincir mağazalar ve bağımsız kitabevleri. Büyük perakende firmaları, cadde mağazaları, orta ve küçük ölçekli 100-300 metrekarelik küçük kitapçılar, küçük kırtasiyeciler, marketler ve e-ticaret sitelerinden söz ediyoruz. Hepsi de ayrı birer kanal olarak yayınevlerine satış imkânı sunuyor. Ben özellikle, hem kültür kitaplarını hem de yardımcı kitapları ve ders kitaplarını satan kitapçılar üzerinde duracağım. Çünkü kitabevlerinde iki grubun satış hızları da getirisi de farklılıklar gösterir.
Bir kültür kitapları yayıncısı olarak idealimdeki perakende noktasında önceliğim mekân. Büyük bir mağaza olmalı. Avrupa’daki, Batı ülkelerindeki çok katlı, büyük metrekareli mağazalara imrenirdik. Son yıllarda ülkemizde de böyle büyük metrekareli kitabevleri görmeye başladık. İçinde “Kitap Kafe” bulunan bu bağımsız mağazaların ayakta kalabildiğini, büyüyebildiklerini fark ettik. Kolay ulaşılabilen, otopark olanağı sunan, bu tarz mağazalara birkaç örnek vereyim: Bursa’da BKM, Ankara’da Liman, Diyarbakır’da Yayınağacı, Malatya’da Deniz, Çorum’da Emin, İstanbul’da Penguen mağazaları… onlar gibi başka bağımsız kitabevleri de var artık. Yazarlar ve çizerler için etkinlik alanları düzenlenmiş. Bazılarında, ebeveynin çocuğunu bırakabileceği oyun alanları oluşturulmuş. Eğlenme ve dinlenme mekânı havası, çok sayıda okuru kendine çekiyor.
Orta ölçekli mağazalarda da büyük mağazalarda da ikinci beklentim, kitap çeşitliliği. Kültür kitaplarının çeşidi bol olmalı. Çok satanlara yüklenen bazı mağazalarda bu çeşitliliğin yok olduğunu görüyoruz. Oysa kitap çeşitliliği, butik ve küçük yayıncıların da nefes almasını sağlıyor ve kültürel zenginliği oluşturuyor. Çeşide önem vermesi, butik yayıncılık yapan küçük yayınevlerine raflarında yer açması, kitapçıya daha çok müşteri getirecektir. Ayrıca yeni kitapların, rafta mümkün olduğu kadar uzun tutulması da önemlidir. Çok satmıyor ya da yavaş satıyor diyerek, kitaba zaman tanımadan çabuk iade etmek, yayınevleri için çok olumsuz bir tablo oluşturuyor.
Yayınevlerinin sahada kitaplarını izleyebilmesi…
Üçüncüsü, nitelikli kitap satış sorumlusudur. İster büyük ister küçük mağaza olsun, nitelikli kitap satış sorumlusunun işe olumlu katkısı hemen görülür. Mağazaya gelen kişinin sorularına cevap verebilmesi, onun ne istediğini anlayabilmesi, onunla dostluk kurabilmesi, müşteriyi bağlayabilme açısından çok önemlidir. Bizler de bazı kitabevlerini ziyaret ettiğimizde, sahiplerinden ziyade, kitap satış sorumlularından çok güzel bilgiler, hatta öneriler, eleştiriler alabiliyoruz. Adeta bir editör kadar konusuna hâkim kitap satış sorumluları var ve onlar da kitabevine müşteri çekebiliyor.
Dördüncüsü, pandemi döneminde kullanımı mümkün olamasa da, etkinlikler ve yazar imzaları için bir alan ayrılması. Kitabevlerinde ne kadar fazla kültürel etkinlik yapılabiliyorsa o oranda okuyucu çekebiliyor, bulunduğu bölgenin kültürel hareketlilik noktası olabiliyor. Orta ölçekli ya da büyük mağazalarda gördüğümüz bu etkinlik alanlarının yayınevleri için tahsis edilmesi de hayalimdir. Biz yayınevleri, bu alanları rahatlıkla kullanabilmeli, okuyucularımıza oralarda da ulaşabilmeliyiz.
Yayınevlerinin, kitabevinin rafında ve deposundaki kitap stoğunu bilmesi, bir veritabanı kullanabilmesi de çok önemlidir. Biz yayıncılar kör gibiyiz; Türkiye genelinde raflarda ne kadar kitabımız var, kitapçıların deposunda ne kadar kitabımız var, bilemiyoruz. Zaman zaman yoğun iadelerle karşılaşıyoruz, oysa o sırada aynı kitapları tekrar basmış oluyoruz. Bu olumsuzluğu engellemek için kitapçılar, yayınevlerine açık bir veritabanı kullanabilmeli. Onlar bizim stoğumuzu görebilmeli, biz onların raflarındaki kendi kitaplarımızı. Mümkünse kitaplarımızın satış hızını da takip edebilmeliyiz. Hangi kitabımız satılıyor, hangisi duruyor? Bu yolla satmayan kitaplarımızın raftaki adedini azaltabiliriz. Kitapçı için de büyük kolaylık sağlayacak veri kontrolü, yayınevlerinin sahayı izlemesine yarayacaktır.
Yayıncılar olarak bir ortak hayalimiz de tahsilatın kalitesi. Tahsilat, ekonomik gidişat nedeniyle son zamanlarda yayınevlerinin önemli sorunu haline geldi. Kitapçılardan sağlıklı ve zamanında bir tahsilat döngüsü olabilmesi yayınevlerinin, bu olumsuz şartlarda ekonomik durumunu düzenlemesine, ayakta durabilmesine olanak tanıyacak. Bu döngüyü sağlıklı tamamlayamazsak, yeniden kitap üretmemiz pek mümkün değil.
Kitap okurunu kitapçı yetiştirir.
Banu Ünal: Ünal Bey, yayıncılıktan önce kitapçı kimliğinizle tanımlanmak istiyor, uzun yıllardır bu alanda çalışıyorsunuz. Faaliyet gösteren üç mağazanıza, pandeminin hemen öncesinde Bağdat Caddesi’ndeki yeni mağazanızı eklediniz. Pandemi sürecinde Maltepe Sahil mağazanızı açtınız. Bu dönemde de hız kesmeden yatırımlara devam ettiniz. Kitapçılık, pandemi koşullarına rağmen hâlâ kârlı ve sürdürülebilir bir iş kolu mu? Dışarıdan bakınca Cadde mağazanızdaki kafe bölümü daha yoğun müşteri çekiyor gibi görünüyor. Erenköy mağazanız, kafe bölümünü çıkarırsak, sadece kitap satışıyla ayakta kalabilir mi?
Ünal Koçak: 2010-2011 yıllarında Kadıköy’deki mağazamızda sadece kitap satıyorduk; kapatmak zorunda kaldık. Son dönemlerde değişen konsepte, zamanın ruhuna uygun işler yaptığınızda ayakta kalınabildiğini gördük. Eğer kitabevinin kafesi varsa birçok ekonomik avantajı da beraberinde getiriyordu. Bu basit bir gelir meselesi değil. İnsanların, kitabevinin bir yaşam alanı olmasına ihtiyacı var. Oraya geldiğinde tek başına ya da ailece iki üç saat vakit geçirebilmeli. Kafenin kolaylığı bu. Yeni açtığımız mağazalarda, insanlar kafede oturuyor; ders çalışıyor, kitap okuyup kahve içiyor ve hayatlarına öyle devam ediyorlar. Türkiye’de artık kitabevi de kitapçılık da değişmiştir. Yaşam alanı olamayan bir kitabevinin yaşaması artık imkânsız.
Kafenin kitapçıya sunduğu katkı, gerçekten ciddi bir destek sağlıyor. Bir kitabevini sadece kitap satarak yürütmenin zorluğunu 30 yıllık deneyimimle gördüm. Hatta bu imkânsıza yakın bir şey. Son dönemde açtığımız büyük kitabevlerinin her biri 1.500 metrekare. Erenköy mağazamızda 50 bin çeşit kitap var. Müşteriler bazen çay içmeye gelip kitap alıyor, bazen de kitap almaya geldiklerinde oturup dinlenmek, kahve içmek istiyorlar. Bu ihtiyaçların tümüne cevap verdiğimizde, mağazada daha çok vakit geçiriyorlar. Hiç düşünmedikleri kitapları satın alabiliyorlar. Çoğu insan kitabevine neyi almak istediğini bilmeden geliyor. İçerde dolaşırken gördüğü kitaplar dikkatini çekiyor. Bazen bir kitap almak için giren 10 kitap alıp çıkabiliyor. Bazen sadece kahve içmeye gelen biri, hiç niyeti yokken kitap alıyor. Kitapçılık yaparken artık bütün bunları göz önünde bulundurmak gerek.
Türkiye’de gelişkin bir okur kitlesi yok aslında. 1996’da Kadıköy’deki kitabevini açtığımdan beri gözlemliyorum bunu. Kitap konuşarak, kitap önererek kitap okurunu da kendimiz yetiştirmeye başladık. Bu durumun bundan sonra da çok kıymetli olacağını düşünüyorum. Bizim görevimiz, Türkiye’de kitap okurunu yetiştirmek. Eğer bunu başarabilirsek, bundan sonrası daha kolay, daha güzel olacak. Evet, dijital bir çağda yaşıyoruz, her şey dijitalleşiyor. Ama kitap için, kitapçılık için böyle olmadığına inanıyorum. Okur kitabevine geliyor, “Bir kitap arıyorum. Adını hatırlamıyorum, ama kırmızı kapaklıydı…” diyor. Siz onunla sohbet ederek hangi kitabı aradığını bulabiliyorsunuz. Okurun o kitabı bilgisayardan bulması mümkün değil. Üstelik, o sırada ona başka kitaplar da önerebiliyorsunuz.
Kitabevlerinde değişim ve dönüşüm zamanı
Banu Ünal: Kütüphaneci dostlarımızın, kütüphanelere ziyaretçi çekmek için üzerinde çalıştıkları bir kavram vardır; “üçüncü mekân yaratmak” derler. İnsan hayatı evle işi, evle okulu arasında geçer. Temelde iki mekânımız vardır. İnsanlara yaşam alanı sağlayan üçüncü bir mekân yaratabildiğiniz oranda size yolları düşüyor. Anladığım kadarıyla kütüphanelerin bu yaklaşımı, artık kitabevleri için de geçerli. Üçüncü mekân yaratabilmek önemli.
Servet Bey, sizin iki kimliğiniz var; hem eğitim yayıncısısınız, hem de dağıtımcı. Anadolu’nun dört bir yanında irili ufaklı birçok bağımsız kitabeviyle iletişim halindesiniz. Türkiye’de kültür kitapları satan yaklaşık 1.500 kitabevi bulunduğu biliniyor. Bu kitabevlerinin yaşamasını, sayılarının artmasını hepimiz çok istiyoruz. Sektörün paydaşları olarak onlara elimizden gelen desteği vermeliyiz. Ancak iş biraz da işletmelerdeki yönetime, profesyonelleşmeye, değişim ve dönüşüme gelip dayanıyor. Sizce bu kitabevlerinin ne kadarı kendini geleceğe taşıyacak dönüşümü başarabilecek bilgiye, donanıma, altyapıya sahip?
Servet Düz: Türkiye’de şu anda mevcut konsept, kitap ve kırtasiyeden oluşuyor. Bu konseptteki kitapçıların kaçı ayakta kalır, kaçı kendini geleceğe taşıyacak hamleleri yapabilir? Bu bilgi ve donanıma sahipler mi? 2015’te yapılan kitabevi envanterine göre sayıları yaklaşık 1.500 gibi görünse de, hem kendi firmamdaki hem de diğer büyük dağıtım firmalarından aldığım verilere bakarsak Türkiye’de yaklaşık 4.000 kitabevi bulunuyor. Bu nedenle Türkiye’deki mevcut kitabevlerinin aslında nüfusa oranla yeterli olduğu kanaatindeyim. Sayı fazlalaştıkça satışlar düşebilir, tatmin edici kârlılıklar bırakmayabilir.
Bazı kitabevlerinin güncel duruma rahatlıkla adapte olduğunu görebiliyoruz. Bunu pandemi döneminde çok yaşadık. Özellikle taşradaki kitabevleri hemen eve kitap teslimi gibi yenilikçi birtakım girişimlere yöneldi. Tabii bunların daha çok küçük lokasyonlarda başarılı olduğunu gördük, metropollerde bu gibi uygulamalar maalesef mümkün olamadı. Ülkemizde kitap satışlarının en büyük kısmını eğitim kitapları teşkil ediyor. Üretilen bandrolün %55’ini bu grup oluşturuyor. Ülkemizde 2020’nin 10 aylık bandrol verilerine göre yaklaşık 210 milyon eğitim kitabı basılmış. Eğitim kitapları satışındaki aksaklıklar, doğal olarak kitabevlerinin gelirlerini de ciddi anlamda etkiliyor. Kitabevlerinin bu olumsuzlukları ortadan kaldırıcı, yeni çözümler bulması gerektiğini düşünüyorum.
Bizdeki mağaza konseptlerinin bir kısmı sadece kitap üzerine, bir kısmı da kitap, kırtasiye ve oyuncaktan oluşuyor. Kitabevlerimizde kitabın dışındaki diğer ana gelir kaynaklarından biri de kırtasiye. Son yıllarda özellikle kırtasiye ürünlerinin büyük marketlerde, market zincirlerinde satılması kitabevlerini olumsuz etkiliyor. En büyük gelir kaynaklarından biri kesiliyor. Üzülerek belirtmeliyim ki, kırtasiye toptancıları ve ithalatçıları, kitabevlerini destekleyici politikalardan uzak duruyor, hatta kitapçıyı dışlıyor. Kitabevlerinin bu hamlelere karşı da gerekli reaksiyonu gösteremediğini düşünüyorum. Oysa kendilerini geleceğe taşımak için bu konuda da girişimlerde bulunmaları gerekiyor.
Kitabevleri için yerel meslek birlikleri ya da odalar da yeterli görünmüyor. Bence ulusal anlamda ciddi bir örgütlenmeye ihtiyaç var. Ama kitapçıların bu hamleyi yapabileceğine dair bir izlenim de edinemedim maalesef. Kendi aralarındaki konuşmalarında da dağıtımcılarla, yayıncılarla görüştüklerinde de sürekli serzenişte bulunuyorlar, ancak eyleme dönüştürücü herhangi bir hamleleri yok. Hatta üzülerek söyleyeyim; geniş çaplı duyurular yapılmasına rağmen, sabit kitap fiyatı yasalaştırma çalışmalarıyla ilgili Türkiye Yayıncılar Birliği’nin düzenlediği toplantılara bile kitabevlerinin katılımı çok düşük oldu. Geleceklerini ilgilendiren konulara gerekli duyarlılığı göstermeliler.
Anadolu’dan göz kamaştırıcı mağazalar…
Banu Ünal: Kendi veritabanınızda 4.000’e yakın kitapçı olduğunu söylediniz. Sanırım bu toplamın içine, eğitim yayınlarında bayilik sistemiyle çalışan yüksek sayıda kitabevi de giriyor. Buradan hareketle özellikle eğitim yayıncıları tarafından çokça ve yaygın olarak kullanılan bayilik sisteminden söz edelim biraz da. Anadolu’daki birçok kitabevi aynı zamanda bayilik de yapıyor. Türkiye’de bayilik sisteminin doğru bir işleyişi var mı? Kitabevleri için artı katkı mı, yoksa haksız rekabeti körükleyip bazı açmazlara yol açan bir uygulama mı?
Servet Düz: Türkiye’de eğitim yayıncılığının gerçeği, bayilik sistemi uygulamasıdır. Eğitim yayınlarında, bayilik üzerinden yapılan satışlar özellikle son iki yılda çok arttı. Oranlarsam, eğitim kitaplarının %70’i bayilik sistemi üzerinden, %30’u perakende raflardan satılıyor diyebilirim. Bayilik sistemi Türkiye’de bana göre çok yanlış uygulanıyor. Yayınevleri yıllık sözleşmeleri yaparken, bölgedeki öğrenci sayısını baz alarak kendilerince hesaplamalar yapıyor ve bayilerden yüksek miktarlı taahhütler istiyor. Satış kaygısı yaşayan bayiler, yüksek kotaların söz konusu olduğu bu sözleşmeleri kabul etmek zorunda kalıyor ve taahhütleri gerçekleştirebilmek için bazı yanlış uygulamalara yöneliyorlar. Örneğin, verilen kotayı doldurmak için kendi bölgelerinin dışındaki bölgelere de yüksek indirimle kitap satıyorlar. Böylelikle bayilik sistemini dinamitliyorlar ki, bu sefer yayınevi ile bayiler arasında başka sıkıntılar yaşanıyor.
“Kitabevlerinin hayatını devam ettirmesindeki sıkıntıların başında, eğitim yayıncılığında en büyük rakibimizin devlet olması geliyor maalesef. Biz devletle mücadele ediyoruz.”
İl bazında her kitabevi kendini bayilik sistemine dâhil etme çabası gösterse, buna yönelik pazarlama ekipleri oluştursa, o sistem üzerinden yapılan satışlardan yararlanmış olacak. Ancak bizdeki sistem maalesef böyle işlemiyor. Diyelim ki, bir ilde 20 kitapçı var ve içlerinden en fazla üçü dördü bu işi yapmaya hevesli. Bu yayıncı açısından büyük sıkıntı doğuruyor. Çünkü yayıncı o ile gittiğinde, bayiliğini vereceği çok sayıda işletme bulamıyor. Doğal olarak bütün bayilikler üç dört firma üzerinde tekelleşiyor. Onlar da daha çok satış uğruna diğer paydaşlarıyla, kitabevleriyle paylaşımcı olmuyor; öncelikle kendileri satmak istiyor, diğerlerine sonra veriyorlar. Eğitim yayınlarında satış bazen çok güncel olarak değişebiliyor, bir günün bile çok önemi olabiliyor. İlk gün kendisi satıyor, sonra diğerlerine veriyor ya da hiç vermiyor. Hatta verirken de satış politikaları anlamında bazı engeller çıkarıyorlar. Bütün bu nedenlerle bayilik sisteminin doğru uygulanmadığını düşünüyorum.
Kitabevlerinin hayatını devam ettirmesindeki sıkıntıların başında, eğitim yayıncılığında en büyük rakibimizin devlet olması geliyor maalesef. Biz devletle mücadele ediyoruz. 2003’ten beri ücretsiz ders kitabı verilmesi, sosyal devlet anlayışının bir uygulamasıdır; kimsenin buna itirazı yok. Ancak devlet bu yıl, ilkokullara da kaynak kitap dağıtımına başladı. Ortaokul ve lise için ihale de kapıda. Artık 1. sınıftan 12. sınıfa kadar kaynak kitapları devlet verecek. Umarım, bu sadece pandemi sürecine özel bir hamledir. Bunun kalıcı olacağını varsayarsak, kitabevlerinin en büyük gelir kaynağı olan eğitim kitaplarının satışı ciddi oranda sekteye uğrayacaktır. Bu da kitabevlerinin kapanma noktasına gelmesi demektir. Kitabevlerinin kapanması, kültür kitabı satışları için de çok olumsuz sonuçlar doğurur.
Anadolu’daki mağazacılık kalitesi gerçekten büyük şehirlerin çok ilerisinde. Mağaza metrekareleri çok yüksek, “Kitap Kafe” mantığı hiç ummadığımız sonuçlar veriyor. Muş’ta, Malatya’da, Elazığ’da, Diyarbakır’da ağzımızın açık kaldığı inanılmaz kitabevleri var. Ekonomik ve sosyal anlamda geri kaldığını sandığımız doğu illerimizde gerçekten göz kamaştırıcı mağazacılık sistemleri kuruldu. Ancak onların da en büyük gelir kaynağı eğitim kitapları. Eğitim kitaplarının sekteye uğraması, satışlarının düşmesi ya da yapılamaması sektörümüzü çok olumsuz etkileyecektir.
Benzin istasyonu kitapçıya rakip olabilir mi?
Banu Ünal: Kitap perakendesi deyince odağımızda kitabevleri, kitap mağazaları var. Oysa son dönemde, özellikle popüler kitaplara çok farklı satış noktalarında da rastlıyoruz. Örneğin, geçen gün Getir uygulamasından su siparişi verirken açılan bir pop-up, bana suyun yanında Marquez’in bir kitabını da yollayabileceklerini hatırlattı. Öte yandan artık Opet’ten benzin alırken ya da Boyner’den bluz alırken tüketiciye kitap da hatırlatılıyor. Bu, kitap perakendesinde şu âna kadar pek alışık olmadığımız bir durum. Osman Bey, kitapların kitabevleri dışındaki perakende noktalarında da satılmasına nasıl bakıyorsunuz?
Osman Okçu: Bir ev düşünelim; içinde hem bir kütüphane, hem de çocuklar var. İlk modelde, bütün kitaplar kütüphanede olsun ve anne baba, çocuklarına sık sık kütüphaneden kitap almasını tavsiye etsin. İkinci modeldeyse kitaplar (özellikle çocuk kitapları), çocukların tüm yaşam alanlarına; oyun odasına, yemek yediği yere, yattığı odaya dağılmış olsun. Çocuk kendi kitaplarına ulaşabilsin. Kitabı yaşam alanlarında gören, bulabilen çocuğun okuma alışkanlığı kazanacağına şüphe yok. Bu örnekten yola çıkarsak, kitap her yerde olabilmeli. Düzenli kitap okumayan kişilerin bulunduğu her yerde kitap olabilmeli, kitap gözüne çarpmalı. Benzin istasyonlarında ya da giyim mağazalarında bulunan kitap çeşidi zaten kısıtlıdır. Kitapçının zenginliğini ya da rahatlığını sunamayan bu noktalarda genelde çok satan kitaplar talep edilebiliyor. Dolayısıyla kitapçıya rakip yerler değiller.
“Kitabı bir şekilde insanların gündemine getirmek rahatsız edici görülmemeli.”
Aynı şeyi fuarlar için de söyleyebilirim. Bazı kitapçılar kitap fuarlarının kendileri için sorun yarattığını düşünebilir. Bursa Kitap Fuarı 20 yıla yaklaştı sanırım; BKM gibi dört mağazayı doğurdu. Samsun Kitap Fuarı, kentteki mağazaların güçlenmesine neden oldu. Adana Kitap Fuarı, kentteki kitap mağazalarının sayısının artmasını ve büyümesini sağladı. Anadolu’da yapılan kitap şenlikleri, belediyelerin ya da özel sektörün düzenlediği kitap etkinlikleri insanların gündemine kitabı getirdi. Dolayısıyla marketler vb. başka noktalarda da kitap satılması kitapçıyı endişelendirmemeli. Kitabı bir şekilde insanların gündemine getirmek rahatsız edici görülmemeli.
Kitap mağazalarının en büyük sermayesi, bence nitelikli kitap satış sorumluları ve oluşturacakları okur datasıdır. Mümkün olan en çok sayıda okuyucunun bilgisini toplayabilir ve onlarla dijital ortamda iletişimlerini sürdürebilirlerse fevkalade büyük bir iş yapmış olurlar. Kitapçı, bulunduğu ilde, ilçede müşterisini, kitap okurunu kendine bağlayabilmeli. Müşterisini yeni kitaplardan, yapacağı etkinliklerden haberdar ederek sürekli kendine çekebilmeli. Pandemi döneminde bazı kitabevlerinin moto-kurye sistemiyle okuyucularına kitap ulaştırdığını gördük. Anadolu’daki perakendecilerin, kitabevlerinin ciddi anlamda bir müşteri datası var. Okullarla ilişkilerinden dolayı eğitimcilerle ilgili ciddi bir veriye sahip olmak işlerini kolaylaştırıyor. Kitapçı kendi bölgesindeki potansiyel kitap okuruna ulaşabileceği yolları bulmalı ve mağazasına çekebilmeli. Sadece mağazada, oturduğun yerde kitap satmakla olmuyor. Bir şekilde iletişim kurmayı başarabilmeliler.
Kitap çeşitliliği mağazalar için güç mü, yük mü?
Banu Ünal: Kitap satış noktaları açısından ürün çeşitliliği de önemli bir konu, bir güç aslında. Okur ne kadar çok çeşit görürse, aradığını bulursa o kadar iyi. Hatta son dönemde online satış mecralarının bu kadar büyümesine, öne geçmesine yol açan etkenlerden biri de bu. Tabii yıkıcı fiyat indirimlerini bir kenara koyarsak. Aradığını kitapçı rafında bulamayan okur, online mecralara yöneliyor. Öte yandan çok çeşit bulundurmanın bir kitabevi için önemli bir maliyet unsuru olduğunu da biliyoruz. Amazon, yakında İngiltere’den başlayarak “dört yıldız” konseptli mağazalar açacakmış. Bu mağazalarda sadece online’da okurlardan dört yıldız ve üzeri puan alan kitap çeşitleri bulundurulacak, diğer kitaplara yer verilmeyecekmiş. Yani e-ticaretten edindikleri müşteri eğilimi verisini bu mağazaları efektif ve verimli bir şekilde düzenlemek için kullanacaklar.
Ünal Bey, siz yıllardır kitabevleri yöneten bir yatırımcı olarak kitap çeşitliliğini mağazalarınız için güç mü, yoksa yük mü görüyorsunuz? Bu bağlamda raflarınızı nasıl yönetiyorsunuz?
Ünal Koçak: Bu nokta, nasıl kitapçılık yapmak istediğinizle ilgili aslında. Biz tercihimizi, mağazalara kitap almaya gelenlere iyi hizmet vermek üzerine kurguladık. Bu nedenle kitabevinde fazla çeşidin olması bizim için avantaj. Çünkü bize bir kitap almak için gelen 10 kitap alabiliyor. Ama dediğiniz gibi, bunun getirdiği ekonomik güçlük de var. Bu yükü taşımak, bizim gibi bağımsız kitapçılar için gerçekten ciddi sorun. Geçen ay başıma geldi; yayıncı yeni çıkan “çok satan” kitabını gönderdi, ertesi gün de ödemesini istedi. Kitapçıların taşıyabileceği bir yük değil bu. Büyük zincirlere sağlanan koşulların, bağımsız kitabevlerine verilmemesi, bağımsız kitapçıları ciddi sıkıntıya sokabilir, sokacaktır da. Biz bunu yapabiliyoruz, ama avantajımız yayınevlerinin desteğinin olması.
Sonuçta iyi kitapçılık yapmak istiyorsanız, çeşidinizin yüksek olması şart. Ancak çok satanla çok çeşit arasında da çelişki var: Kitap satışlarında, yeni çıkanlar ve çok satanlar önemli bir orana sahip. Eğer bu grubu kaybedersek kitapçının yaşaması çok zor. Çok satanın avantajından yararlanmak kaçınılmaz. O nedenle ben kitap her yerden alınır görüşüne katılmıyorum. Okur gitsin çok satanları marketten, oradan buradan alsın! O zaman kitapçı nasıl ayakta duracak? Ne satıp ayakta duracak? Bu kitapçı için gerçekten çok zor. Ben kitap kitapçıdan alınır diyorum.
Kitap çeşitliliği, okur yetiştirme anlamında da kitabevlerine avantaj sağlıyor. Örneğin, mağazalarda 15-18 yaş grubunun kullandığı yardımcı ders kitapları bölümünün yanına bilimkurgu kitaplarını koyuyorum. Yardımcı ders kitabı için gelen gençler oradan da bilimkurgu alıp okuyor. Eğer bu çeşidi bulunduramazsak, okurumuza bu olanağı sağlayamayız. O da ya ihtiyacını başka bir yerden giderir ya da böyle bir kitap grubu kalmaz. Söylemek istediğim aslında bu. Okur yetiştirme çabasını çok bilinçli sürdürmeliyiz. Okurun istediği ortamı sağlamak, istediği biçimi yaratmak, ona uygun kitap formatını oluşturmak. Bütün bunları bir araya getirebilirsek, hayatında hiç kitap olmayan insanlar bile kitap okuyabiliyor.
Kültür kitapları raflarda neden yer kaybediyor?
Banu Ünal: Okur yetiştirmek için yalnızca kitabevlerine değil, yayınevlerine de görev düşüyor. Son yıllarda sayıları giderek azalsa da okurlara kitapları merak ettiren, yollarını kitabevlerine düşüren kitap ekleri, edebiyat dergileri gibi çok sayıda mecra vardı. Oysa şimdilerde, potansiyel okurların yönelimlerinin neredeyse büyük bölümü internet ve sosyal medya üzerinden şekilleniyor. Osman Bey, bu dönemde kitaplarımızın perakendedeki satış gücünü arttırmak, kitaplarımızı okura daha iyi tanıtmak ve satın alınmasını sağlamak adına biz yayıncılar neler yapmalıyız?
Osman Okçu: Kültür kitapçıları, büyük mağazalarda da, orta ölçekli ve küçük mağazalarda da raflardaki yerini yavaş yavaş kaybediyor. Onların yerine yardımcı kaynaklar ve test kitapları geliyor. Bandrol verilerine bakıldığında, Türkiye’de ciddi bir artış var gibi görünüyor. Ancak asıl yükselen test kitapları, yardımcı kitaplar. Kültür kitaplarında gerileme var. Kitabevleri, satışıyla ayakta durabildiği yardımcı kaynaklara raflarında geniş yer verirken, kültür kitaplarının raflardaki yeri azalıyor. Bu koşullarda küçük yayınevlerinin yeni kitaplarının kitabevlerinde yer bulabilmesi çok zor. Bazen yeni bir kitabın sadece 15 gün sonra iade edildiğini görebiliyoruz. Büyük bir sorun bu aslında.
Eskiden basılı medyada kitaba ayrılan yer daha çoktu, evet. Şimdi bunun yerini dijital dünya aldı. Bu Batı’da da böyle, Türkiye’de de. Biz yazarlarımıza sosyal medyanın imkânlarından istifade etmelerini tavsiye ediyoruz. Çünkü sadece yayınevinin gücü yetmiyor artık. Instagram, Youtube, Twitter gibi ortamlarda kitaplara ve yazarlara yer veren, kitapları anlatan kişiler, yeni kanaat önderleri olabiliyor. Onlara yayıncı da, yazar ya da çevirmen de ulaşabilmeli; çalıştığı kitabı anlatabilmeli. Yayınevi kendi kurumsal hesaplarında da aynı şeyi yapabilmeli. Biz bütün bu imkânları kullanmaya çalışıyoruz.
“Kültür yayıncıları raflarda yer alabilmek ya da çok satanların altında ezilmemek için yeni çıkardıkları kitapları, yeni yazarlarını tanıtmak için dijital ortamın imkânlarından yararlanmak zorunda.”
Pandemi döneminde yazarlarımıza çocuklarla online buluşmalar sağladık. ZOOM üzerinden soru-cevaplı, kitap okumalı etkinlikler yapıyoruz. Birçok yayınevi gibi biz de bunu deneyimliyoruz. Tahminimce salgın sonrasında da dijital ortamı kullanmaya devam edeceğiz. Kültür yayıncıları raflarda yer alabilmek ya da çok satanların altında ezilmemek için yeni çıkardıkları kitapları, yeni yazarlarını tanıtmak için dijital ortamın imkânlarından yararlanmak zorunda. Yayınevleri bunun için artık ya bir ajanstan destek almak ya da kendi içinde kuracağı bir ekiple doğrudan yapmak zorunda.
Kitapçı her kitabın rafını bilebilir mi?
Banu Ünal: Teknoloji artık kitap perakendesine de büyük oranda girmeye başladı. Yine Amazon’dan bir örnek vereceğim: AmazonGo adıyla insansız kitap satış mağazaları açtı. Sistemi yapay zekâ yönetiyor; mağazaya, telefonunuza indirdiğiniz uygulamadan karekod okutarak giriyorsunuz; uygulama, raftan aldığınız kitabı ânında kredi kartınızdan tahsil ediyor, rafa geri bırakırsanız kartınıza iade ediyor. Ülkemiz için şu an belki uç bir örnek, ama yine de görünen o ki, işimizi daha iyi yapabilmek için bilişim teknolojilerinin nimetlerinden de hızla yararlanmak durumundayız. Ünal Bey, bilişim teknolojileri geleceğin kitap perakendesini nasıl şekillendirecek? Yüksek teknoloji, mağazalarda ne gibi alanlarda kullanılabilir?
Ünal Koçak: Ben bu konuda muhafazakâr biriyim. Hayatımız yeterince dijitalleşti. Artık daha fazla sosyalleşmeye, daha fazla yüz yüze ilişkiye ihtiyaç var. Kitap da zaten böyle bir şey. Eğer bir kitapçıda ihtiyacınızı dijital yollarla karşılıyorsanız, aynı şeyi internetten de yapabilirsiniz. Bence kitapçıya girdiğinizde, kitap konuşabileceğiniz bir kitap satış elemanı olmalı. Beylikdüzü’nden üç saat yol gelip bizden kitap alan müşterimiz var. “Oradan buraya gelinceye kadar kaç kitapçı var, niye bize geliyorsun?” diye sorduğumda cevabı, “İki üç saat yol önemli değil. Ben burada kitap konuşabiliyorum, saatlerimi dolu dolu geçiriyorum. Burada kitap konuşabildiğim insanlar var,” oluyor. Okurla kitapçı arasındaki dijitalleşme bence verimli olmayacak. Bu noktada iyi kitapçının çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Okur kitabı sorduğunda, kitapçı doğruca bilgisayara gidiyorsa bu kötü bir şeydir. İyi bir kitapçının, kitabın raftaki yerini bilmesi gerekir. Eğer kitapçı kitabın yerini bilmiyorsa yerine bir bilgisayar koyarsınız; okur kendi bakar, aradığının yerini bulur. Bilgisayarlar bunu çözebilir. Ama 30 yıllık tecrübeme göre, kitap okuruyla satış elemanı ya da kitapçı arasındaki sohbetin en güzel yanı kitaptır. Bunu başarabilirsek gerçekten verimli bir iletişim doğar.
Dijitalden yararlanmamız gereken başka alanlar var. Daha önce dediğim gibi, Bağdat Caddesi ve Maltepe mağazalarımızda 50 bin başlık çeşidine sahibiz. Ama geride belki 250-300 bin başlık kitap var. Bunu bir kitapçının bilmesi mümkün değil. Öyle bir bilgisayar programımız olsa ki, yayıncılar sisteme girerek kendi kitaplarını, eksiklerini, satanlarını takip etseler; kitapçılarımıza dijital ortamda doğru bilgileri verseler. İşte asıl bu, kitapçı için de çok faydalı, hepimizi bir adım ileriye taşıyacak bir çözüm olurdu.
Gelecek, veri ölçümlemede!
Banu Ünal: Geleceğin kitap perakendesine ilişkin hayallerimiz, kitaplarımızın satış ve stok verilerini alabilmenin, birbirimizden öğrenebilmenin ötesine geçemiyor. Çünkü henüz çok temel konularda eksiklerimiz var. Yıllardır pazar paylarımızı, pazar büyüklüğümüzü yalnızca bandrol verilerine dayanarak, onları birtakım katsayılarla, varsayımlarla harmanlayarak bulmaya çalışıyoruz. Bir anlamda fal bakıyoruz. Servet Bey, Türkiye Yayıncılar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi kimliğinizle size sormak istiyorum: Gelecek planlarımızı hâlâ bandrol verileri üzerinden yapmaya mı devam edeceğiz? Kitap pazarının büyüklüğünü ölçebilecek hale gelmemiz için zaman geldi de geçmedi mi? Neler yapılabilir?
Servet Düz: Öncelikle zaman geldi, geçiyor. Yayıncılar Birliği olarak yanlış hatırlamıyorsam 2015’te, bu işin uzmanı olan Nielsen firmasıyla görüşmelere başlamıştık. Sonrasında görüşmeler ekonomik nedenlerle kesintiye uğradı. Bildiğim kadarıyla bu firma birçok ülkede veritabanı çalışmalarını sürdürüyor; çeşitli şekillerde kodlanmış meta datalarla tüm dünyada 35 bin kitabevinin ölçümlerini yapıyor. Ölçümleri; pazar büyüklüğü, farklı kitap kategorileri, yazarlar, fiyatlar, stoklar gibi yayıncıyı çok ilgilendiren birçok konuyu kapsıyor. Türkiye’de bu girişim maalesef yarım kaldı, ancak bugün veritabanı uygulaması, sabit kitap fiyatı yasalaştırma sürecinde artık olmazsa olmaz bir konu. Yayınevlerine, özellikle büyük yayınevlerine ve meslek birliklerine önemli görevler düşüyor. Umarım kısa zamanda hayata geçiririz.
Banu Ünal: O halde panelimizi, gelecek hayalimizi belirleyen, kitap satışlarımızı ölçebildiğimiz, ölçümlediğimiz verileri toplayabildiğimiz güçlü bir kitap perakendesi pazarımız olmalı hedefiyle noktalayalım. Gelecekte yayıncısıyla, dağıtımcısıyla, perakendesiyle hepimizin daha olumlu bir etkileşim içinde, el birliğiyle çalışmasını dileyelim.
Soru-Cevap
SORU: Çok satan kitapları okuyucu mu belirliyor, yoksa kitap satış siteleri ve kitabevleri mi? Kitap satan fiziksel ve online satış kanallarının rafları satışı nasıl biçimlendiriyor, yönlendiriyor?
Osman Okçu: Bu listelerde genelde okuyucunun yoğun talep ettiği kitaplar sıralanıyor. Zaman zaman bunun manipüle edildiğini, bazen çok satmamasına rağmen ticari kaygılarla aralara başka kitapların da girdiğini görebiliyoruz. Yine de çok satanı ağırlıklı olarak okur belirliyor diyebiliriz.
SORU: Timaş çeşitli markalarıyla ayda ortalama 40-50 yeni kitap basıyor. Metrekaresi sınırlı bir kitabevinin her kitabınıza ideal bir raf ömrü ayırması nasıl mümkün olabilir? Yayınevi ve üretilen kitap sayısı artarken ve mevcut kitabevlerinin kitaba ayırdığı metrekare alanı daralırken, raf ömrünün ideal çözümü nedir?
Osman Okçu: Bazen kitabevlerine gittiğimizde, A kitabının rafta 10 adet bulunduğunu, B kitabınınsa hiç olmadığını görüyoruz. Kitabevlerine sık sık çok satan kitaplara rafta fazla yer ayırmak yerine çeşitliliği arttırmaya çalışmalarını hatırlatıyoruz. Raflara her başlıktan az sayıda kitap koyarak da çeşitlilik arttırılabilir. Ancak küçük kitabevlerinde bu büyük sorun. Bunu da hızlı sipariş yöntemiyle aşabilirler. Müşterisinin talep ettiği kitabı, hızla getirtip teslim etme gibi çözümler kullanılabilir. Yine de kitabevleri mümkün olduğunca geniş mekânlara ulaşmak için çaba göstermeli ve kültür kitaplarına daha fazla yer vermeli.
SORU: Bir yayınevi, hem dağıtım firması, hem kitabevleri hem de internet sitesi kurabiliyor. Yayıncının perakende satışa girmesi etik mi? (Bunun tam tersi de geçerli; yayıncılığa soyunan dağıtımcılar da var.)
Servet Düz: Türkiye’de yayıncılık böyle… Yayıncı, “Matbaaya çok para veriyorum!” deyip matbaacılığa giriyor; matbaacı, “Yayınevi çok güzel iş yapıyor,” düşüncesiyle yayıncılığa girişiyor. Ben yayıncının doğrudan okura kitap satmasını doğru bulmuyorum. Ancak yayıncının sadece kâr amacıyla farklı alanlara yöneldiğine de inanmıyorum. Mutlaka bir yerlerde süreç tıkanıyor, belki kitabın trafiğinde bir sorun oluyor. Yayıncı kitabını okura hızla ulaştırmak için bu yolu tercih ediyor olabilir. Son yıllarda ekonominin bozulmasından sektörümüz de etkilendi. Yayınevleri, sektörde büyük daralma yaşayan firmalar nedeniyle ekonomik anlamda kendini koruyabilmek için direk satış yapmaya başladı. Yine de ben bunu doğru bulmuyorum. Çünkü normal işleyişin yayıncı, dağıtımcı, kitabevi ve okur zinciri üzerinden yürümesi sağlıklı.