Okulu bir edebiyat mekânına dönüştürmek
Sait Faik, Sabahattin Ali ve Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi birçok usta yazarın kitaplarının editörü Sevengül Sönmez, öğretmenlik yıllarının deneyimiyle Türkçe ve edebiyat derslerinin, okulların mevcut olanaklarından yararlanılarak nasıl işlenebileceğini anlatıyor.
Öğretmenlik yaptığım yıllarda ve sonrasında hep şunu düşündüm: Bir insanın karşısına çıkabilecek en büyük şans, iyi bir öğretmenle karşılaşmasıdır. Hayattaki en büyük şansımız, bizi olduğumuz yerden başka bir yere taşıyabilecek öğretmenlerle karşılaşmak.
Eğitimcilik yıllarımın ilk çarpıcı deneyimi, Ankara Tevfik Fikret Lisesi’ndeki öğretmenlik süreciydi. O okul, edebiyat eğitimi ve öğretimi açısından, ufkumu fazlasıyla açan bir yerdi.
Sınıf yetmediğinde nereye?
Okulda yaptığımız bir uygulama, maceranın başlangıç noktası olmuştu. Öğretmenler olarak, derslikte sürekli edebiyat eğitimi verebilir ve orada malzemelerimizi bir araya getirebilirsek, temalarımızı öğrencilerimiz için somut ve ulaşılabilir kılarsak, anlattıklarımızı da onların zihninde somutlaştırabilir miyiz, diye düşünmüştük. Çok karmaşık gibi görünen ve öğrenciler için oldukça ağır görünen bazı dönemleri anlatmak için dersliği yeniden döşemeye başladık. Çetrefil dili nedeniyle lise yıllarındaki öğrencilerin en fazla yabancılık çektiği, ilgili kaynaklara hiç ulaşamadıkları Tanzimat dönemini anlatabilmek için bir edebiyat dersliği oluşturduk.
Evlerden getirdiğimiz kitap, dergi ve gazetelerden yaptığımız alıntılamalar aracılığıyla duvarlara astığımız bazı materyaller, öğrencilerin o dönemi biraz olsun solumasını sağlamıştı. Sonraki döneme geçerken, o malzemeden ürettiğimiz yeni materyallerle okul koridorlarına doğru açılmak kaçınılmaz olmuştu. Çünkü o derslik artık bize yetmeyecek hale gelmişti.
Hiç planlamadığımız ve birbirimize, şimdi ne olacak, nasıl anlatmalıyız, gibi sorular sorup, koridora çıkalım o halde, diye devam ettiğimiz o süreç, öğrencilerin, bir müzede dolaşırcasına ya da bir sergide edebiyat eserlerini seyredercesine, bütün zamanlarını geçirdikleri bir edebiyat koridorunun, aslında bir edebiyat tünelinin oluşmasını sağlamıştı.
Müzeleri yeniden tasarlamak
Tüm bunlar, derslerde anlattığımız, ama öğrencilerimizin, kendilerine çok yabancı ve tümüyle uzak hissettikleri bir dönemin içinde var olabilmelerini sağlamıştı. Bu hareket, bazı şeyler somutlaştırılarak nasıl anlatılabilir, sorusunu yüksek sesle düşünmemi sağladı. Bir edebiyat müzesinde eğitim verebilir miyiz, böyle bir müzede anlatılanlar öğrencilerimize neler kazandırır gibi yeni soruları çağrıştırdı.
Geçtiğimiz yıl Almanya’da, Essen Üniversitesi’nde, Türkçe öğretmenlerine eğitim materyalleri hazırlama konusunda ders vermeye gittim. Tevfik Fikret Lisesi’ndeki uygulamamızdan orada da bahsettim. “Edebiyat eğitimi için somutlaştırıcı ne tür çözümler olabilir?” ve “10 yıl önce aklımızdan geçenleri bugün nasıl geliştirebiliriz?” diye sorduğumda, öğretmen adayı olan öğrencilerimiz, bir yazar ya da kitap müzesi kurmanın, öğrenciler için değişik bir deneyim olabileceğini keşfettiler. Müze olmasa da, bir sergi düzenleyerek, seçtikleri bir yazarı ya da kitabı öğrencilerle beraber görünür kılabilecek bir yol aramaya başladılar. Öğretmen adaylarımızın edebiyat müzesi tasarlaması yolunda bir çalışmaya giriştik.
Müzede dijital geziler
Almanya’daki Türkiyeli çocuklara Türkçe öğretmek üzere bu bölümde okuyan geleceğin öğretmenleri, hayal güçlerini geniş tutunca çarpıcı sonuçlar elde ettik.
İlk olarak, var olan müzeleri yeniden tasarladılar ve öğrencilerini de içine yerleştirdiler. Sait Faik Abasıyanık Müzesi’ni bir haftalığına çocuk müzesine dönüştürmeyi önerdiler. Örneğin, müzedeki panoların yüksek oluşu nedeniyle çocukların okuyamadığını, o panoları sadece aşağı çekmenin bile yeterli olacağını fark ettiler.
Orhan Kemal’in var olan müzesini yeniden tasarladılar. Halide Edip’in Mor Salkımlı Ev’inden ilhamla, mor salkımlı bir müze kurdular. Öte yandan, teknolojiyi ve dijital ortamları da bu projenin içine yerleştirmişlerdi. Datça’daki Can Yücel’in evi olan Canevi’nin 3D (üç boyutlu) gözlüklerle gezilebilmesi için bir yazılım hayal ettiler. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın müze kütüphanesini uzaktan, dijital olarak gezebilmenin imkânlarını incelediler.
Bu vesileyle öğrencilerine hem Türkçe’yi, hem de edebiyatı aynı anda sevdirebilmenin olanaklarını bulmaya çalıştılar. Bir öğretmen adayımızın, Samipaşazade Sezai için bir müze kurmaya kalkışması ve Türkiye’de daha ismini bile doğru telaffuz edemediğimiz böyle bir yazarımızın Almanya’da bir müzesinin olması, bana çok çarpıcı gelmişti. Bütün bunları, sınıfta öğrencileriyle yazar üzerine konuşurken kullanmak için tasarladılar.
Kafka’yı ziyaret etmek
Müzeler sadece kendi tasarladıklarımızla değil, var olan halleriyle de edebiyat eğitiminde çok ciddi bir yer edinebilir. Örneğin Sait Faik Müzesi, İstanbul’daki öğretmenlerin öğrencilerini kolaylıkla götürebilecekleri, pek çok etkinliğin yapıldığı, çocuk ve çevre dostu bir müze. Sait Faik’i çok yönlü anlatabilen, 3D teknolojisiyle sanal olarak tamamı gezilebilen bir müze.
Sait Faik’in herhangi bir öyküsünü anlatırken, sınıfta ondan bahsederken, sınıf olanakları içinde, öğrencileri neredeyse müzenin içindeymiş gibi gezdirebilirsiniz. Benzer biçimde, Prag’daki Kafka Müzesi de animasyonları ve ilginç filmleriyle, dünyadaki en etkileyici dijital platformlardan birine sahip. Kafka için de benzer bir sınıf çalışması yapılabilir.
Materyal geliştirelim!
Öğrenciler, çok sevdikleri ya da severek okudukları bir yazar ve kitap için bir sergi ya da müzeyi nasıl hazırlayabilir? Pek çok alanı ve sanatı bir araya getiren; edebiyatı, resimle, müzikle, fotoğrafla, tarihle, sosyolojiyle birleştiren ve dayanışmayla yapılabilecek bir çalışma hayal ediyorum. Elbette, tüm bu çalışmalara öncülük edecek kişinin −yani iz bırakan, değiştiren, dönüştüren ve bambaşka yerlere götürebilen öğretmenin− en önemli özelliği, kendi hayal gücünü öğrenciye aktarabilmesi ve bunun için ilginç materyaller geliştirebilmesidir.
Sait Faik Abasıyanık Müzesi’ndeki mektup odası, materyal geliştirmeye örnek olarak verilebilir. Sait Faik’in mektuplarının sergilendiği bu oda, zaten çok ilgi gören müzenin en beğenilen odalarından biridir. Evi gezen, Sait Faik’le bir araya gelen ve onun dünyasını gören insanların kendi duygularını anlatabilecekleri mektuplar yazmaları için, oraya mektup kutusu koyduk. Her gün yüzlerce mektup alıyoruz. Zamanında o evi ziyarete gelen, ama şimdi uzakta olanlar, mektup ya da başka materyaller gönderiyor ve bunları zaman zaman bahçede sergiliyoruz.
Acaba öğrencilerimiz mektup yazma eyleminden yeteri kadar yararlanıyor mu? Geçmişte yaşamış edebiyatçılara, tıpkı Yeraltına Mektuplar kitabında olduğu gibi, çok sevdikleri ve bugün hayatta olmayan bir yazara mektup yazsalar, acaba ne sorarlar? Ne öğrenmek isterler? Acaba aynı dönemde yaşayan edebiyatçılar birbirleriyle ne yazışıyorlar? Bu soruların peşinden gidip, onlardan birinin yerine geçseler, yaşayan bir edebiyatçıya mektup yazsalar ne sorarlar, neyi tartışırlar, neyi değiştirmek isterlerdi? Mektup yazma pratiğini de güçlendirmesi açısından, Türkçe ve edebiyat derslerinde bu konuya odaklanıldığında, sadece müze ve sergi fikrinde değil, mektup türünde de gelişme kaydedebiliriz.
Yazarı sözlükten okumak
Bir başka materyal geliştirme örneği de sözlükler. Öğrenme ve öğretme keyfini çoğaltan ansiklopediler ve sözlükler, materyal geliştirme açısından büyük olanaklar veriyor. Hayatımızdan giderek çıksa da, öğrencilerin sözlükle barışması, hatta kendi sözlüklerini yazmaları sağlanabilir. Ali Püsküllüoğlu’nun eserlerinden yola çıkarak hazırladığı Yaşar Kemal Sözlüğü, Türkçe’nin eşsiz kitaplarından biridir ve yazık ki, çok az yazar için yapılmış bir çalışmadır. Derslerinizde, usta bir yazarın, örneğin Necati Tosuner’in sözcük sözlüğünü öğrencilerinizle hazırlamak nasıl olurdu?
Berna Moran’ın inceleme yazısında söylediği gibi Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf‘u, Türkçe’de ağaç adlarının en kapsamlı geçtiği romanlardan biridir. Onun izinden gidip, bir ağaç sözlüğü hazırlasak ve Kuyucaklı Yusuf’u bu ağaç sözlüğünden okutabilsek, öğrencilerimizin zihninde değişik bir iz bırakmaz mıyız?
Derslerdeki dönemsel içeriklerde, birbirine yakın dönemlerde yazılmış eserleri ve yine çağdaş, ama farklı coğrafyalarda yaşayan yazarların birbirleriyle ilişkisini anlatırken de bu geliştirilmiş materyalleri kullanmak mümkün. Divan şiirini okurken minyatüre bakmak, Anadolu topraklarında yaşayan Fuzulî’den konuşurken, Shakespeare’den de söz etmek gibi örneklerden söz ediyorum.
Müze tasarlarken, bir sergiyi açarken ya da mektup yazarken, edebiyatın bütün dillerde ve kültürlerde çok kıymetli olduğunu anlatabilmek, biz edebiyat öğretmenlerinin, öğrencilerin zihninde değiştirebileceği en önemli noktalardan biri olacak. Biliyorum ki, kitapla, yazarla, şairle ve her şeyden önce edebiyatla buluşabilen çocuklar ve gençler, öğretmenlerinin eseridir.