Pandemi Sonrası Yayıncılığın Geleceği
Yarım asırlık yayıncılık serüveninde birçok büyük yayınevinde üst düzey yöneticilik yapan, geçmişte İngiliz Yayıncılar Birliği’nin ve Uluslararası Yayıncılar Birliği’nin (IPA) başkanlığını da yürüten Richard Charkin, engin birikiminden süzdükleriyle pandemi sonrası dünyada yayıncılığın geleceğine ilişkin öngörülerini Türkiye’deki meslektaşlarıyla paylaşıyor.
COVID, başımıza gelip kesin saydığımız her şeyi yerle bir etmeden, tüm öngörülerimizle dalga geçmeden ve milyonlarca, hatta milyarlarca insanı ekonomik ve duygusal olarak yoksullaştırmadan önceki yıllarda bile… Tüm olayların belli bir şablona oturduğu ve dolayısıyla gelecek planlaması yapabileceğimizi düşündüğümüz zamanlarda bile… Yayıncılığın geleceğine ilişkin öngörülerde bulunmak nafile bir çabaydı. Şimdiye kadar endüstrimizin gidişatına ilişkin kaç öngörü tamamen yanlış çıktı, düşünsenize. Televizyon, internet, sosyal medya, çevrimiçi eğitim, okumanın ve kitapların sonunu getirecek; bizim gibi yayıncıların becerileri, ancak otomotiv çağında yaşayan bir nalbantın becerileri kadar işe yarayacaktı. Ne kadar da yanılmışız! Çünkü kitaplar gelişmeye, büyümeye, keyif vermeye ve eğitmeye devam ettiler.
Bu saptamayla başlamış olmakla birlikte benden asıl, 21. yüzyılın en zorlu musibetini atlattığımızda endüstrimizin nasıl değişeceği, dönüşeceği ve evrileceğine ilişkin öngörülerimle bir gelecek tablosu çizmem istendi. Öyleyse başlıyorum!
Öncelikle; havacılık, konaklama hizmetleri, spor etkinlikleri, sinema, konferans organizatörlüğü gibi son dokuz ayda %50, hatta %95 oranında gelir kaybına uğrayan sektörlerden birinde çalışmadığım için her gün Tanrı’ya şükrediyorum. Bizim ürünümüz, kitaplar, dergiler, veritabanları… büyük insan gruplarının bir araya gelmesine ya da ülkeler ve kıtalararası topluca seyahat edilmesine bağlı değil. Hatta fiziki bir perakende satış ortamına bile bağımlı değil. Çalışanlarımız, yüz yüze toplantılara az ihtiyaç duyarak, internet üzerinden çalışmalarını sürdürebiliyorlar.
Tabii COVID öncesi duruma geri dönebilmek çok daha iyi olurdu. Ancak bu dönemde çok iyi satış ve kârlılık rakamları açıklayan büyük ticari yapılar ve akademik yayıncılar, en azından Batı’da yayıncılık endüstrisinin bu durumdan etkilenmediğini gösteriyor ki, bu da harika. Yine de işsizlik giderek yükselirken, üniversite ve okul bütçeleri kısıtlanırken, bağımsız kitapçılar online e-ticaret devleriyle rekabette zorlanırken, hükümetler iş dünyasına desteklerini giderek azaltıp oluşan devasa borçlarını ödeyebilmek için vergi arttırma yöntemine dönerken, şu anda içinde bulunduğumuz neredeyse “çok rahat” bu durumun devam etmeyeceğini hissediyorum.
Endüstrimizin kendisini birçok farklı yönde ve boyutta yeniden değerlendirmesi gerekiyor. Burada birkaçına maddeler halinde değineceğim.
Her konuda tasarrufu hayal etmek…
HIZ: Her şey çok uzun zaman alıyor. Yazarın metninin hazır olmasıyla kitaplaşması arasında geçen ve genellikle bir yıla yakın olan süreyi kısaltmamız, belki üç aya belki de daha kısa bir süreye düşürmemiz gerekiyor. Hatta akademik yayıncılıkta bu sürecin daha da hızlanması gerekiyor. Dergi yayıncılığında, makalelerde yirmi dört saatten az, monografların ise bir ay içinde yayınlanması… Neden olmasın?
“Batı’da ticari bir kitap, potansiyel okuruna ulaşana kadar 20’den fazla el değiştiriyor. 20 kez el değiştirmek durumunda olan kitapların pahalı bulunması şaşırtıcı mı?”
VERİMLİLİK: Tedarik zincirimiz çok uzun. Batı’da ticari bir kitap, potansiyel okuruna ulaşana kadar 20’den fazla el değiştiriyor. 20 kez el değiştirmek durumunda olan kitapların pahalı bulunması şaşırtıcı mı?
FİRE: Depoları dolduran ve hiçbir zaman satılmayacak kitapların sayısı korkunç. 48 yıldır bu sektördeyim ve şimdiye kadar, içinde üstü katmanlar halinde toz tutmuş kitapların olmadığı hiçbir depo görmedim. O toz hep oradaydı ve ilelebet orada olmaya devam edecek. Matbaalar bana bu düşüncemden dolayı teşekkür etmeyebilir, ama belki de artık tüm baskı adetlerimizi yarıya indirmeli ve kitapçılardan gelen iadeleri kabul etmemeyi düşünmeliyiz. Belki de müşterinin bulunduğu yerde talep üzerine baskı yapılan bir sisteme geçmeliyiz. Bu yer bir şehir, bir kütüphane ya da bir kitabevi olabilir. Bu israfı önlemek için yapabileceğimiz herhangi bir şey çok değerli olacak.
GENEL GİDERLER: Satış yapmak için gerçekten seyahat etmemiz gerekiyor mu? Bu yıl Frankfurt Kitap Fuarı fiziki olarak gerçekleşmiyor. Ben de birçok insan da fuarı aşırı derecede özlüyoruz, ama yine de anlaşmalar yapmaya devam edebiliyoruz. COVID bizi mevcut satış tekniklerimizde uyarlamalar yapmaya zorladı ve bu hiç de kötü gitmiyor. İnsan gücü, enerji ve maliyet anlamında yapılan tasarrufu bir düşünün. Gerçekten de bu kadar büyük ofis alanlarına ihtiyacımız var mı? Evden çalışma birçok insan için çok iyi gidiyor. Tabii ki herkes için değil, ancak büyük çoğunluk için… Ofislerin hayatımızda hâlâ bir yeri var mı? Olduğuna eminim, ama bu kadar büyük alanlara ihtiyacımız var mı? Eskiden Londra’da kişi başına 10 metrekare düşen ofislerde çalışmaya alışkındık. Şimdi neden 5 olmasın, maliyet yarıya inmesin?
ÇEVRE: Hepimizin dünyaya verdiğimiz zararı düşünmeye başlaması gerekiyor. Bu da atıkları, ambalaj malzemelerini ve enerji kullanımını azaltmak anlamına geliyor. Makul düzenlemeler ve daha iyi tasarımlar sayesinde kitaplarda daha az sayfa kullanabilir miyiz? Ağaçları ve enerjinin tüm formlarını korumamız gerekiyor. İngiliz yayıncılar, kitaplarını Avusturalya’ya uçakla göndermek için yüksek miktarda para harcıyor ve bu kitapların büyük bir kısmı hiç satılmıyor, bazen de geri gönderiliyor. Hidrokarbonun bütünüyle boşa kullanılması…
Yayıncının kendini yeniden yaratması gerekliliği…
İNSAN: Sürekli insana dayalı bir iş yaptığımızı söylüyorum ve bu çok doğru. Ancak gerçekten şu anda sahip olduğumuz kadar katmanlı bir yönetime ihtiyacımız var mı? Daha az katmanlı yönetimlere ve daha güçlendirilmiş ve kendi başına hareket edebilen yayıncılara ihtiyacımız var. Merkezi kontrol ve kumanda sistemleri artık kesinlikle işe yaramıyor. Eğitimli, rekabetçi ve hevesli insanlara ihtiyacımız var. Aksi takdirde en iyilerini bize rakip olan komşu sektörlere kaptıracağız.
REKABET: Kimleri rakip olarak görüyoruz? Asıl rakiplerimiz olarak diğer yayıncıları görmeyi bırakmalıyız. Dönüşüm dönemleri yeni fırsatlara gebedir ve bu fırsatlar, genellikle tarihçesi ve geçmişle bağlı olmayan “yeni gelenler” tarafından geliştirilir. Amazon’un, Apple’ın ya da Microsoft’un kuruluşunu düşünün. Her biri, bizlerin acemi çaylak ve çömez olarak adlandırdığımız şekilde işe başladı. Belki bizim de kendimizi artık birer çömez olarak görmeye ve bu şekilde davranmaya başlamamız lazım. Kendimizi yeniden yaratmamız lazım.
DİJİTALLEŞME: Bu konuyu en sona bırakmamın nedeni, bunun geleceğin en önemli ya da en önemsiz konusu olması değil, dijitalin artık yayıncılığın geneline nüfuz etmesi gerekliliği. Dosya kabulünde, editörlükte, tanıtımda, üretimde, lojistikte, yönetimde, iletişimde, muhasebe ve planlamada… Dijitale artık sadece yeni neslin ya da destek masası çalışanlarının anladığı bir bilinmezmiş gibi davranamayız. İşimizin merkezinde, yatırım, strateji ve risk yönetimi kararlarımızın odağında olmak zorunda.
Önümüzdeki birkaç yıl içinde İstanbul’a gelebilmeyi umuyorum. Eğer gelebilirsem büyük olasılıkla bugün birçok yanlış tahminde bulunduğum için sıkıştırılacağım. Ama en azından ZOOM’un sanal dünyasında değil, gerçek dünyada sıkıştırılacağım.