Ticaret Savaşlarının Gölgesinde Kitap Dünyasının Geleceği

Ticaret Savaşlarının Gölgesinde Kitap Dünyasının Geleceği

Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı ve Uluslararası Yayıncılar Birliği (IPA) Yönetim Kurulu Üyesi Kenan Kocatürk, yayıncılık sektörümüzde pandemi öncesi ve sırasında yaşanan büyük dönüşümün geleceğe etkilerini yorumluyor. Günışığı Kitaplığı Genel Müdür Yardımcısı Banu Ünal’ın sorularını, kitap pazarımızı güçlendirecek çağdaş önerilerle yanıtlıyor.

Banu Ünal: Kitap dünyasının geleceğine ilişkin sağlıklı öngörülerde bulunabilmenin yolu geçmişi sağlıklı analiz etmekten geçiyor elbette. Biz de kitap piyasasının yakın geçmişine damga vuran önemli gelişmeleri değerlendirmekle başlayalım. 2018’den beri neredeyse her yıl büyük bir dağıtımcımız konkordato ilan ediyor. Bunun temel nedeni neydi ve bu durum sizce kitap dağıtım süreçlerimizi nasıl etkiledi?

Kenan Kocatürk: Dünya geneline ya da gelişmiş ülkelerdeki yayıncılık sektörüne baktığımızda, yapısal sorunlarını çözmüş ve organizasyonlarını buna göre tamamlamış yapılar görürüz. Yayıncılığa başladığım yıllarda, uluslararası yayıncılarla iletişim kurdukça öncelikle organizasyonlarının bizden çok farklı olduğu dikkatimi çekmişti. Yayınevlerinin kendi satış pazarlama ekipleriyle dağıtımcılar, kitapçılar ve okur arasında zincir kurabilen bir ağ vardı. Her yayınevi dağıtım operasyonunu, kendi seçtiği tek bir dağıtıcı firmayla yapıyordu. Her yayınevinin kitabını birden fazla dağıtımcının dağıttığı bizdeki sistemle neden farklı olduğunu ve bu sisteme neden ihtiyaç duyduklarını merak edip araştırdım.

Yapısal sorunlarını çözmüş ülkelerdeki yayıncılar, ürettiğinin anlamının ve değerinin bilincinde olarak, kitabının yolculuğunu izlemek istiyor. Kimse kaybolup unutulacak, değersiz hale gelebilecek bir ürün yayımlamak istemiyor. Yayınevleri, ürettiği her kitabın tanıtımını ve sipariş toplama sürecini kendi satışçıları kanalıyla yürütürken, lojistik hizmeti veren bir dağıtımcıyla anlaşıyor. Çok büyük yayıncılar kendi dağıtımlarını yapsalar da, büyük çoğunluk belli bir komisyon karşılığında hizmet veren dağıtımcılarla çalışıyor. Bu sayede, ödeme koşullarından nerelere dağıtıldığına kadar kitabın yolculuğunu izleyebiliyorlar.

Tedarik zincirimiz nasıl kırıldı?

Ülkemizde kitap sayısının da yayınevi sayısının da daha az olduğu dönemlerde, yurtdışıyla birebir aynı olmamakla birlikte, az sayıda dağıtımcıyla yürüyen bir süreç vardı. Batı’daki dağıtımcıların lojistik hizmet bedeli olarak aldığı komisyon bedeli gibi, bizdeki dağıtımcılar da kendi aralarında bir oran belirliyordu. Yayıncıdan %35 indirimle aldığı kitabı %25 indirimle kitabevlerine götürüyorlardı. Vade kavramı yok gibiydi; satılanın değil, teslim edilen ürünün parası en çok bir ay sonra ödenirdi.

Peki, bu yapı nasıl ve neye dönüştü? Büyük dağıtım şirketlerinin sektöre girmesi bu dengeyi bozdu. Büyük firmalar müşteri kazanma uğruna, indirim oranları üzerinden rekabet ederek, kazançlarını önce beşe, sonra ikiye, sonra da sıfıra, yani kârsız satışa kadar düşürdüler. Kargo bedellerini bile karşılar hale gelerek gereksiz bir rekabete girdiler. Bu rekabet, yayıncıların ürünlerinin nereye, ne adette dağıtıldığını ve satış oranlarını izleyemediği, kitabının yayınevinden okura giden süreçlerini bilemediği bir düzensizliği getirdi. Böylelikle yayıncının değil, salt dağıtımcıların belirlediği koşullarda yürüyen kitap ticareti bambaşka bir noktaya vardı.

Tedarik zincirinin kırılması ve hesapsız kitapsız çalışan dağıtımcılar nedeniyle kitap ticareti maalesef sürdürülebilir bir yapı olmaktan çıktı. Bugün ülkemizde, yayıncıların kendi kitaplarının yolculuğunu takip edemediği, satış ve tedarik koşullarını belirleyemediği, vadelerin sürekli uzatıldığı, kaygıyla izlenen bir yapı var. Batı’da da herkesin birbirinin kredisini kullandığı, yayıncının kararıyla yürümeyen yapılar var elbette, ama hiç olmazsa yayıncılar dışlanmıyor ve bütün konular sektör içinde tartışılabiliyor.

Yayıncılığı itibarsızlaştıran indirim savaşları…

Banu Ünal: Artan dağıtımcı sayısıyla birlikte pazar paylaşımı ve iskonto savaşları temel sorunlarımızdan biri. Bunun yanı sıra tedarik zinciri bozulduğu için biz yayıncılar, artık konkordato ilan eden ve faaliyet gösteremeyen dağıtımcılar nedeniyle yeni kitaplarımızın ilk dağıtımlarını yapamaz hale geldik. Doğrudan kitabevleriyle çalışmak zorunda kaldık ve bu artan cari sayısına paralel olarak, yayınevlerinin lojistik yükü de arttı. Dağıtımcı dostlarımızın birbirinin peşi sıra maddi zorluklara girmelerinin altında, sizin de belirttiğiniz gibi, yayıncının kontrolünden çıkan ve dağıtımcıların kendi aralarında süren bir iskonto ve vade rekabeti yatıyor.

Son dönemde gündemimizin merkezindeki bir diğer konu da online satış mecraları. Son 10 yıldır kitap perakendesi bu anlamda bir dönüşüm içinde. Özellikle son 2 yıldır pandeminin getirdiği koşulların da etkisiyle hızlı bir yükselişe geçen online mecralar, okurlar açısından büyük fiyat avantajları sunuyor. Ancak verdikleri indirimler, bağımsız kitabevlerinin varlığını tehdit eder noktaya geldi. Peki, nasıl oluyor da e-ticaret firmaları yayıncıdan aldığı indirimin büyük bölümünü -kimi zaman daha fazlasını- okura verdiği indirime yansıtabiliyorlar?

Kenan Kocatürk: Türkiye’de yılda 89 bin yeni başlığın üretilmesi, hiçbir kitabevinin bütün bu başlıkların tamamını sergileyemeyecek olması, giderek artan dijital kullanım pratiği ve değişen satın alma alışkanlıkları düşünülünce, online mecraların önemli bir fırsat alanı oluşturduğu açık. Tüm kitapların bir arada bulunduğu bu mecralar, okura oturduğu yerden seçim ve alışveriş yapma imkânı sunuyor. Dünyada da gidişat bu yönde.

Uluslararası yayın dünyasında kitabevlerinin de kitaplarını online mecralardan satabilme ve her yere ulaştırma şansları var. Çünkü çağdaş ülkelerde yayıncılık bir kamu hizmeti olarak görülüyor. Aslında 1970’li, 80’li yıllarda ülkemizde de durum böyleydi. Bugünkü gibi kitap fiyatlarının kötücül biçimde tartışıldığı bir ortam yoktu. Batı, “kamu hizmeti” olarak kabul ettiği yayıncılığı yasalarla düzenlemişti. İster online kanaldan isterse kitabevinden satılsın, kitabın yayıncının belirlediği fiyattan satılmasını sağlayan düzenlemeler ya da bazı indirim istisnaları getirilmişti. Almanya’da hiç olmayan bu indirim oranları; Fransa’da %5, İtalya’da %10, İspanya’da ise %15 dolaylarındadır.

İndirim dışındaki düzenlemeler de önemli. Fransa Kültür Bakanlığı tam da bugünlerde, asıl işi kitap satmak olmayan büyük global bir satış kanalının kargo ücreti almadan yaptığı yüklü miktardaki satışları engellemek adına özel bir yasa çıkarma hazırlığında. Kültürel çeşitliliği korumak ve yayıncı-kitapçı-okur zincirinin halkalarının kırılmaması için çalışıyor. Bu işin yıpratıcı bir rekabete dönüşmemesi için okurları fiziki ya da online yollardan doğrudan kitapçılara yönlendiriyorlar. Türkiye’de “Yazılı Kültürü Koruma Kanunu” diye bir düzenleme olmadığı için kitap ticareti de kontrol edilemez hale geldi.

Bazı internet siteleri, bazı yayınevlerinin kitaplarında %50’den %70’lere kadar varan indirimler uyguluyor. Bu bir illüzyon. Okur ucuza kitap aldığı için seviniyor belki, ancak biz bu filmi geçmişte de görmüştük. Ucuza kitap satanlar “kahraman”, yayıncılarsa “açgözlü” mü? Hayır, değil. Zararına satışa kadar varan bu gidişat, kültürel çeşitliliğimize darbe vuruyor. Editörün, çevirmenin, yayınevi çalışanlarının, kitabı okura ulaştıranların emeğini yok sayan, yayıncılık işini itibarsızlaştıran bir sorun bu.

Ucuza kitap satanlar “kahraman”, yayıncılarsa “açgözlü” mü? Hayır, değil. Zararına satışa kadar varan bu gidişat, kültürel çeşitliliğimize darbe vuruyor.

Biz yayıncılar sadece ticaret yapmıyoruz. Karşı karşıya kaldığımız, tepki duyduğumuz, kültür hizmetinin itibarsızlaştırılması, tedarik zincirini bozan ve okurla yayıncı arasındaki sıkı bağı zedeleyen bir ortam. Oysa böylesi ucuz ticaret savaşlarına heba edilemeyecek kadar değerli bir kültürel birikimimiz var bizim.

Korsana alan açan online “pazar yerleri”!

Banu Ünal: Yalnızca kitap satan mecraların dışında bir de “pazar yeri” olarak adlandırılan online mecralar var. Buralarda herkes sanal dükkân açarak istediği ürünü istediği fiyata satıyor. Yine bu mecralarda korsan satışı da aldı başını gitti. Üstelik, mevcut yasalarla şimdilik bu sorunlarla hukuken baş etmenin bir yolu yok gibi. Meslek örgütlerinin bu konudaki girişimleri ne aşamada?

Kenan Kocatürk: Türkiye’de “pazar yerleri” dediğimiz bu mecralar, küresel bir e-ticaret firmasının Türkiye’de satın aldığı bir markayla daha büyük bir yapıya kavuştu. Büyüyen bu çalışma modeli, herhangi bir ticari kimliği olsun olmasın herkesin burada dükkân açmasına neden oldu. Yayıncılık sektörü, fiziki korsanla uzun yıllar geniş çapta süren mücadelesini belli bir noktaya getirmişken, artık bu “pazar yerleri”ndeki dükkân, dolap gibi dijital alanlarda korsan yayınların satıldığını görüyoruz. Dolayısıyla bu yolla suç işlendiğini düşünüyorum.

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre, bir alanda korsan ürün satılıyorsa, bu satıştan o alanın sahibi sorumludur. Ancak bu mevzuatta da bir karışıklık var. Bazı hukukçular, “Pazar yerlerindeki korsan satışlarında satıcı suçludur, platform değil,” diyor. Ama bu da Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’yla çelişiyor. Kanuna göre korsan satışa alan yaratan kimse, o suçludur.

Kardeş kuruluşumuz YAYBİR (Yayıncılar Telif Hakları ve Lisanslama Meslek Birliği) bu firmalarla birtakım görüşmeler yaptı. Önerilerimiz doğrultusunda bu “pazar yerleri”nde korsan kitap satan sanal dükkânlar kapatıldı. Ancak her gün yenileri açılıyor; hepsini takip etmek ve kapattırmak için uğraşmak da ayrı bir yük. Önümüzde; meslek örgütlerinin bu “pazar yerleri”ni sağlayan firmalara topluca bir dava açması, dava kaybedilse bile Yargıtay’a götürebileceğimiz örnek vakalar sunulması, Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla yeni mevzuat çalışmaları geliştirilmesi, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun tekrar gözden geçirilmesi gibi ödevlerimiz var. Bu anlamda, meslek örgütlerimizin aktif takipçi olması ve sonuç almaya yönelik hızlı çalışmalar yapması gerekiyor.

Sabit Fiyat Yasa Tasarısı’nda son durum…

Banu Ünal: Biz yayıncıların bireysel olarak açtığımız davaları da doğru zeminde ve hakkıyla yürütebilmemiz için meslek örgütlerinin yan yana ve sağlam durmaları, mevzuatla ilgili açık noktaları çözmeleri çok önemli. Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı olarak tüm sektörü temsil etmenin yanı sıra uzun yıllardır kitap dünyasına hem yayıncı hem dağıtımcı olarak emek veren birisiniz. Pandemi öncesinden bu yana sektörümüzün en önemli gündemlerinden biri olan Sabit Fiyat Yasa Tasarısı çalışmasına da büyük emek veriyorsunuz. Bu yasa, kitabın okura hangi fiyattan ulaşacağını yayıncısının belirlediği bir model öngörüyor. Yasayla ilgili son durum hakkında bir güncelleme yapsanız…

Kenan Kocatürk: “Sabit fiyat” sektörün bileşenleriyle yaklaşık üç yıldır tartışıp konuştuğumuz bir konu. Yazarlar, çevirmenler, yayıncılar, kitap dağıtıcıları, kitabevleri, online mecralar… Bütün meslek örgütleri, yayıncı dernekleri, yazar örgütleriyle birlikte sürdürdüğümüz çalışmalarda, Batı’da yapılmış olan kanunların bize uygun olabilecek taslaklarını önümüze koyduk. Sonuçta “yazılı kültürü koruma kanun taslağı”mızı, Alman Yayıncılar Birliği, Fransız Yayıncılar Birliği ve Hollanda Yayıncılar Birliği üyelerinin hem kitap fuarları sırasında hem de düzenlediğimiz Yayıncılık Kurultayı sırasında verdikleri bilgiler çerçevesinde geliştirdik.

Bu çalışmada mesele sadece kitabın fiyatı değil. Başta da belirttiğim gibi, aslında yayıncılığın bir kamu hizmeti olmasıyla da ilintili. Kamu hizmeti derken, bütün çağdaş ülkelerde olduğu gibi yayıncılığın, eğitimde, kültür yaşamında, kitap okuma zevki kazanmada çok önemli bir değerler zinciri yaratmasından, dolayısıyla yayıncıların da teşvik edilmesinden söz ediyoruz. Bu anlamda toplumsal yaşamı dizayn edecek şeyler yapıyorlar. Örneğin yalnızca iyi öğretmen yetiştirmekle kalmayıp, iyi okul ve sınıf kütüphaneleri de kuruyorlar.

Gelişmiş ülkelerde devlet, “Ben nitelikli kitapları öğretmenimle, kütüphanecimle seçeceğim ve seçtiğim kitabı da yayıncının belirlediği fiyattan istisna olarak yalnızca %10 indirimle alacağım. Böylelikle hem kamu hizmeti veren yayıncılığı desteklemiş olacağım hem de insanların kültüre ve kitaba erişimini ücretsiz hale getirecek bir yapı kuracağım,” diyebiliyor. Bütün bunları yapabilen bir yapı, toplumun en nitelikli ve entelektüel kadrolarını yayıncılık hizmetinde bir araya getirebiliyor; çocukların da toplumun da genel kültürünü geliştirmek için önemli bir adım atabiliyor.

Yalnızca iyi öğretmen yetiştirmekle kalmayıp, iyi okul ve sınıf kütüphaneleri de kuruyorlar.

Bu süreç, bazı istisna indirim oranlarıyla yürütülüyor. Kişisel kitaplığına kitap almak isteyenleri kitabevlerine çekerek, kitapçıları ayakta tutacak bir ekosistem geliştirmiş oluyor. Hatta kamu kütüphanelerine ve okul kütüphanelerine yerel kitapçılar üzerinden kitap satışını organize eden bazı ülkelerde bu ekosistem giderek büyüyor. Kıta Avrupası’nı dolaştığınızda, küçücük köylerde bile bin metrekarelik alanı olan ve çevresine online satış da yapabilen kitabevlerini görebilirsiniz. Kısacası, hazırladığımız ve 2020’de Kültür ve Turizm Bakanı’na teslim ettiğimiz taslak yasa, sadece fiyata endekslenmiş bir yasa değil.

Öte yandan yasa çalışmasına ilişkin, “Yürürlüğe girerse kitap alamayız, fiyatlar da korsan yayıncılık da artar,” gibi yorumlar da yapılıyor. Bunların %90’ının online satış sitelerinin sahte ya da troll sosyal medya hesapları üzerinden yapıldığını düşünüyorum. Kültürel ekosistemi geliştirecek, kütüphanelerin zenginleşmesini sağlayacak yasa taslağımızı rekabet hukukçuları da değerli görüyor. Yazılı kültürü koruma anlamında bu taslağı hayata geçiremezsek, kültür hayatımızı ve yayıncılığımızı çok zor günler ve koşullar bekliyor.

Diğer ülkelerden hiçbir eksiğimiz yok. Çok iyi yayıncılarımız ve nitelikli kitaplar bekleyen iyi bir okur kitlemiz var. Pandemide bunu çok açık gördük. Edebiyatın iyileştirici gücünü okurun artan talebinde gözlemledik.

Kimse kimseye tehdit oluşturmadan, hep birlikte…

Banu Ünal: Yanlış anlamaları önlemek açısından altını çizmek gerekiyor sanırım. Sabit fiyat yasasını savunmak demek, online mecraların yaşamayacağı, var olmayacağı, yalnızca bağımsız kitabevlerinin var olacağı bir ortam demek değil. Bu piyasa düzenlemesi, yalnızca bağımsız kitapçıları korumak için değil, tedarik zincirinin tüm halkalarını korumak ve faaliyetlerini kârlı yürütmelerini sağlamak için çok önemli. Biz yayıncıların, kitaplarımızı Türkiye’nin ve dünyanın neresinde olursa olsun, okurlarımıza ulaştırabilmek için zincirin tüm halkalarına ihtiyacımız var. Örneğin online mağazalar olmasa, pandemi döneminde kitaplarımızı okurlarımıza nasıl ulaştıracaktık? Kimseye karşı ya da kimseden yana değil, hep birlikte… Ticaretin kurallarına göre, birbirimiz için tehdit oluşturmadan yaşayacağımız bir yayıncılık ekosisteminin arkasındayız.

Kenan Kocatürk: Çok doğru söylüyorsunuz. Hiçbir indirimin olmadığı Almanya’da online satışların oranı %20-25 civarında. WIPO (World Intellectual Property Organization) raporuna göre, bizim gibi sabit fiyat uygulamasını kullanmayan ülkelerden olan İngiltere’deki online satış oranı %68’e çıkarken, 20 yıl önce 4.500 olan kitapçı sayısı da 854’e düşmüş. Yasayı uygulayan Fransa’da 2.500 olan kitapçı sayısıysa 3.500’e çıkmış. Kitapçıların da online kanallardan satış yapması söz konusu. Online satış yapan arkadaşlarımıza karşı değiliz; bu pazarı ve sektörü itibarsızlaştırmadan çalışmalarını istiyoruz. Ticaret savaşlarının olmadığı bir yapı hayal ediyoruz.

Dijital formatlar, abonelik modelleri…

Banu Ünal: Kitap dünyasının geleceğini, dijital kitap formatlarından bağımsız düşünmek mümkün değil. Henüz ülkemizde anlamlı bir büyüklüğe ulaşmamış olsa da dijital formatlar da kitap dünyasının geleceğinde yer alacaklar. Dijital kitap dünyasına baktığımızda, kitap fiyatı, kitap birim fiyatı, kitap referans fiyatı gibi şeylerin konuşulmaz hale geldiğini görüyoruz. Sesli kitaplar zaten abonelik modeli üzerinden işliyordu, ama e-kitapta etkili bir pazar oluşamadığı için birim fiyat üzerinden satış modeli de pek işlemedi. Yeni bir habere göre Amazon, başlattığı Kindle Unlimited uygulamasıyla aylık abonelik bedeli ödeyen tüm üyelerine 1 milyondan fazla e-kitap ve sesli kitabı açacağını anons etti. Artık kitabın dijital tüm formatlarında gidişat, abonelik modelleri yönünde gibi görünüyor. Abonelik modeli gibi kitap fiyatından bağımsız ticari modeller, uzun vadede yayıncılıkta bir dönüşüme yol açabilir mi?

Kenan Kocatürk: Basılı kitap ticaretine doğrudan bir yansıması olacağını düşünmüyorum, ama abonelik modeli dijital kitap pazarını geliştirebilir. E-kitap konusunu 2009’dan itibaren konuşmaya başladık. Hatta 2012’de uluslararası yayıncı arkadaşlarımdan biri, “Kenan, hesabını doğru yap. 2014’ten itibaren basılı kitap yapmayacağız, e-kitap yapacağız,” demişti. Tabii ki gerçekte öyle olmadı. Basılı kitabı okumakla, e-kitabı ya da sesli kitabı okumak aynı değil. Amerikan Psikologlar Derneği’nin bir araştırmasına göre, basılı kitabı okurken bir sayfadan diğer sayfaya geçtiğimizde beynimiz başka bir dünyaya geçişi algılıyormuş.

E-kitabın tekil biçimde satışı için çeşitli formatlar denendi, birçok yayıncı arkadaşımız kitaplarını dönüştürmek için yatırımlar yaptı, ama anlamlı bir pazar oluşmadı. Sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde de e-kitap modeli çok gelişemedi. Müzikte, sinemada ya da sesli kitapta geliştirilen ve giderek yükselen abonelik modelleri e-kitap için de yeni bir açılım oldu.

Öte yandan dünyanın büyük akademik yayıncıları, kitaplarını interaktif hale getirdiler. O büyük içerik havuzunu dönüştürerek teknoloji firması haline geldiler. Nasıl oldu bu? Dünya genelinde akademik yayıncılıkta fiziki kitap bugün artık neredeyse hiç satılmıyor. Öğrenciye bir dijital kod veriliyor. Öğretim üyesinin anlattığı dersin tamamının yer aldığı, sınavların yapıldığı, soruların çözüldüğü ve öğrenciyi interaktif bir yapının karşıladığı dijital portallar üzerinden işleniyor kitap. Sözünü ettiğim çok da ucuz sistemler değil.

Amerikan Psikologlar Derneği’nin bir araştırmasına göre, basılı kitabı okurken bir sayfadan diğer sayfaya geçtiğimizde beynimiz başka bir dünyaya geçişi algılıyormuş.

ABD’de bir ders kitabının fiyatı 250-300 dolar civarında. Üniversite öğrencileri bir yıl boyunca bu kitaplara abone oluyorlar, ama kitabı edinemiyorlar. Edinmenin fiyatı daha farklı. Anlatılan konunun altını çizmek, öğrenciyle pekiştirici soruları çözmek, öğretim üyesinin çeşitli zamanlarda sınavları farklılaştırarak yapması gibi modeller geliştirildi. Kısacası, akademik yayıncı birdenbire teknoloji firmasına dönüştü.

Kültür yayıncılığına yönelik tekil yapılarda, müzik, sinema ve dizi sektöründen esinlenerek birtakım abonelik sistemi denemeleri yapılıyor. Bunların gelişebileceğini düşünmekle beraber basılı kitabı engelleyeceğini sanmıyorum. Okuma eylemi dinlemekten daha farklı. Dijitalleşme, örneğin müzik endüstrisinde önemli bir sıçrama yarattı. Müziği başka bir şeyle meşgulken dinleyebilirsiniz, ama okumak, konsantrasyon gerektiren bir eylem. Bence basılı kitabın yerine geçmeyecek, birer türevi olarak yaşayacak. Bu gelişmeleri, içeriğin farklı format seçenekleriyle okura sunulması olarak görüyorum. Geçmişte sesli kitap, cep boyutu, ciltli baskı seçeneklerinin bir arada oluşu gibi.

Artan maliyetler, zorlu ve gergin süreçler…

Banu Ünal: Tabii dijital kitap piyasası, yalnızca ürün kitabı dijitalleştirmeyle oluşacak bir şey değil. Tüm bileşenlerin dijitalleşmesi gerekiyor. Satış platformlarının ya da iş modellerinin biri gelişmediyse sistemin bir ayağı aksıyor. Yayıncının, satıcının ve hatta okurun da dijitalleşmesi, yani dijital teknolojilere, dijital okumalara alışması gerekiyor. Bu nedenle, dijitalde anlamlı bir piyasa büyüklüğüne erişmek için yürüyecek uzunca bir yolumuz var.

Son dönemdeki sıcak gelişmelerden birine de değinmek isterim. Basılı kitap maliyetlerini ve dolayısıyla fiyatlarını etkileyen dövize endeksli kâğıt, baskı ve telif maliyetleri, kitap dünyamızın geleceğinin şekillenmesinde nasıl bir rol oynayacak sizce?

Kenan Kocatürk: Fiyat artışları oldukça kaygı verici bir durumda maalesef. Eskiden kitabı oluşturan maliyetler içinde neredeyse üçte bir oranında gördüğümüz kâğıt ve baskı maliyetleri, bugün korkunç bir noktaya geldi. “Kitap fiyatları pahalı” tartışmaları ve tezviratları arasında, bir kitabı basıp basmama kararından perakende satış fiyatını belirlemeye kadar çok ürkütücü ve gergin süreçlerden geçiyoruz.

Tüm dünyada dijital yapıların ötesinde okurla yayıncı arasındaki tedarik zincirinin kısalması tartışılıyor. Biraz önce sözünü ettiğimiz sesli kitap ve e-kitap gibi dijital formatlar bu tedarik zincirini kısaltacak çözümler olabilir. Zorlu maddi süreçler, bu gibi yeni çözümleri tartışmaya itebilir bizi.

Kâğıt, stratejik bir ürün. Ülkemizde 1930’larda 40’larda kurulmuş kâğıt endüstrisinin 13 fabrikası, özelleştirme furyasına kurban gitti ve kapatıldı. Bunlardan sadece ikisi halen üretim yapıyor. Milli bir ekonomi için mutlaka kâğıda ihtiyacımız var. Başka ülkelerden daha ucuz koşullarda kâğıt alabilmemizin önü kapanırken dünya genelinde selüloz fiyatları da artıyor. Üstelik pandemi sürecinde tedarikteki navlun ve taşıma maliyetleri bambaşka bir seviyeye yükseldi.

Geçtiğimiz haftalarda Koreli yayıncılarla bir araya geldik. Kore’nin kendi ürettiği kâğıdı olduğunu, ama yetmediği için Çin’den kâğıt ithal ettiğini belirttiler. Bu hammadde meselesi yayıncıların değil, ülkeyi yönetenlerin çözebileceği bir konu. Üç yıl önceki Eskişehir Kitap Fuarı’nda, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’a bu hammadde sıkıntımızı söylediğimizde, hem teknolojinin geliştirilmesiyle hem de uluslararası kâğıt firmalarını Türkiye’ye davet etmekle ilgili çözüm planları olduğundan söz etmişti.

Geleceğin yayıncılığı için cesur adımlar!

Banu Ünal: Uluslararası Yayıncılar Birliği (IPA) Başkanı Bodour Al Qasimi, bugün konferanstaki konuşmasında gelecek için “umut” vizyonundan söz etti. Ancak bu umudun gerçekleşebilmesi için, yayıncıların uyum becerilerini geliştirmelerinin ve “olağan iş” yaklaşımlarını yeniden düşünecek kadar cesur olmaları gerekliliğinin altını çizdi. Siz Uluslararası Yayıncılar Birliği’nde de ülkemizi temsil ediyorsunuz. Sizce kitap dünyasının geleceği için ne gibi cesur adımlar atılmalı? 

Uluslararası yayın dünyası olarak hepimiz bir gemideysek, matbaasından yayıncısına, dağıtımcısından kitabevine, online satış sitesinden yazarına, illüstratöründen çevirmenine, editöründen yayınevi çalışanlarına kadar hepimizi kuşatan bir umut olmalı.

Kenan Kocatürk: Bodour Al Qasimi’nin sektöre değer katan, okuma kültürünü geliştiren projeler sunmasını ve yayıncılık endüstrisinin sağlıklı bir yapıya kavuşması için gösterdiği çabayı çok değerli buluyorum.

Dünyayı saran dijitalleşme akımının iki önemli noktası var. Dijital dönüşümün daha tamamlanmadığını düşünüyorum. Yayıncıların bu dönüşümün içinde içerikleriyle birlikte nasıl konumlanacakları, okurla bağlarını geliştirebilecekleri yapıları en ekonomik ve hızlı biçimde nasıl kuracakları gibi ödevler var. 2018 yılında katıldığım Dünya Yayıncılık Kongresi’nde bu anlamda çok ayrıntılı tartışmalar olmuştu. Yayıncıların, dijitalleşmeyi bir tehdit değil, fırsat olarak gördükleri; teknoloji firmalarının da içeriğin değerini anladıkları bir döneme geldik. Yakın geçmişte, içeriğin hiç öneminin olmadığı, teknolojinin esas belirleyici olacağı gibi bir algı vardı. İkinci önemli nokta da teknolojik gelişmeyi yok sayarak ilerleyemeyeceğimizi anlamak oldu. Teknolojiyi en verimli, en hızlı ve en rahat kullanabilecek, yaratıcılıkla çalışan sektörlerden biriyiz.

Uluslararası yayın dünyası olarak hepimiz bir gemideysek, matbaasından yayıncısına, dağıtımcısından kitabevine, online satış sitesinden yazarına, illüstratöründen çevirmenine, editöründen yayınevi çalışanlarına kadar hepimizi kuşatan bir umut olmalı. Tedarik zincirinin kısalması, okurla bağın geliştirilmesi, kitaba erişimin kolaylaşması, yaratıcı yanlarımızın törpülenmemesi gibi hedeflerin yanı sıra, devlet kurumlarıyla ilişkilerin ve yapıların geliştirilmesi gibi ödevler de var. Gelişim için ortak hareket etmek, ortaklaşa işler yapmak, ortak bir baskı unsuru olmak gerekiyor. Benim umuttan kastım, dünya büyüklerinin dayatacağı yapılarla değil, küçük ve orta ölçekli, gelişmekte olan ülkelerin birlikte, ortaklaşarak yapabilecekleri yayıncılık faaliyetlerinin var olabilmesi.

Pandemi sonrası yayıncıların kendini yenilediği ve yeni fırsatlar yaratarak işlerini geliştirdiği bir döneme yürüyoruz. Dünya da bunu tartışıyor, biz de bunu tartışıyoruz. Yepyeni ümitlerle hem içeride hem dışarıda daha çok yan yana gelmeliyiz.