Yayıncılık da sular altında, yayıncılık da çölleşiyor!

Yayıncılık da sular altında, yayıncılık da çölleşiyor!

İklim, ekoloji ve çevre konularındaki kitaplarıyla tanınan Yeni İnsan Yayınları’nın kurucularından, genel yayın yönetmeni Aytaç Timur, “Yayıncılığın Değer Zincirinde İklim Krizi”ni yayıncı gözüyle ele alıyor.

Yeni İnsan Yayınları’ndaki yayıncı kimliğimin yanı sıra uzun yıllardır bir iklim aktivisti ya da daha genel anlamda söylersem, yaşam savunucusuyum. Önceleri bu krize “küresel ısınma” diyorduk. Sonra buna “iklim değişikliği” demeye başladık. Şimdilerde “iklim krizi” diyoruz. Demek ki doz iyice arttı.

İklim krizi, ulusal bir mesele değil!

“İklim kriziyle” ilgili somut şeyler aktarmak istiyorum. İklim krizi, öyle çok uzaklarda değil, birkaç on yıl içinde Karadeniz sahil kesiminde su baskınları ve çekilmeyen seller demek. Türkiye’nin bütün güney kuşağında dayanılmaz sıcaklıklar ve denizin yükselmesi demek. İç ve Doğu Anadolu’da kuraklık ve açlık demek. İstanbul’un sular altında kalması demek, çünkü dünyada sular altında kalacak ilk 35 şehirden biri de İstanbul.

İklim krizi, ulusal bir mesele değil, bütün dünyayı ilgilendiriyor. Bu nedenle de krizi ancak dünya vatandaşları durdurabilir. Ne küresel şirketler ne hükümetler ne Birleşmiş Milletler ne de başka kurumlar… Bunu ancak dünya vatandaşları durdurabilir. Durdurmak için de hepsinin ayağa kalkması gerek. Bugün oturmaya devam ediyorlar, ama yarını bilmiyoruz.

İklim krizi, biyoçeşitliliği yok edecek bir süreç. Yeryüzündeki türleri her gün, tek tek ve geri dönülemez bir şekilde yok ediyor. Bu nedenle, yayıncılık ve iklim krizini biyoçeşitlilik üzerinden konuşmalıyız. Yayıncılık basılı kitaba dayanıyor. Kitap demek kâğıt demek, kâğıt demek de ağaç demek. Türkiye’de bugün yayıncılıkta kullandığımız kâğıdın tamamını dışarıdan getiriyoruz. Öyleyse bir de taşımacılık demek. İster gemiyle ister uçakla ister karayoluyla taşıyın, bu da fosil yakıt tüketimi, yani karbon ayak izi, yani atmosfere gezegeni ısıtan moleküllerin salınması demek.

Kâğıdın matbaadan yayınevine taşınması, yayınevinden dağıtıcıya taşınması, dağıtıcıdan kitapçılara taşınması, dağıtıcıdan ya da yayınevinden kargoyla okura ulaştırılması da karbon ayak izi demek. Kitabın matbaadaki süreçleri de enerji tüketimi, yani karbon ayak izi demek. Tüm bu süreçler, matbaacılık ve kitap basımı için sürdürülebilir değil.

Ne zaman? İstanbul sular altında kaldığında mı?

Dünya vatandaşları, muhtemelen iklim krizi kemiğe dayandığı zaman ayağa kalkacaklar. Ben bu noktayı şehirlerin sular altında kalması ya da açlık olarak düşünüyorum. Örneğin, İstanbul’un sular altında kalabileceğini arkadaşlarımla paylaştığımda bazıları, “Ben üçüncü katta oturuyorum, o kadar yükselmez,” ya da “Ben Kayışdağı’nda oturuyorum, oraya kadar gelmez,” diyorlar. Bir şehirde yaşam, su seviyesi yükselip sadece yeraltındaki temiz su ve kanalizasyon şebekesini bastığında bile biter. Çünkü ister Kayışdağı’nda oturun ister Levent’te, evinize artık su gelmeyecek ve tuvaleti kullanamayacaksınız. Sular biraz daha yükselip yolları kapattığında, artık o şehre yiyecek sevkiyatı da kesilir.

Sular bastığında ya da açlık baş gösterdiğinde, dünya vatandaşları ayağa kalktığında iki ihtimal oluşacak: Ya bu hareketi demokratik yöntemlerle yapacaklar ya da ekofaşist yönetimler işbaşına gelecek. Hangisi iktidara gelirse gelsin, matbaacılık ve basılı yayıncılık (özellikle kitap özelinde söylüyorum) faaliyetlerini durduracaklar.

Peki o zaman kitap okumayacak mıyız? Neyse ki, bizim için hazırda bekleyen ve pek kullanmadığımız elektronik kitap yayıncılığı seçeneği var. Bu seçenek, kâğıt ve nakliye derdini içermiyor. Dolayısıyla, yayıncılığın bu yolla saldığı karbonu sıfırlıyor. İklim krizi nasıl biyoçeşitliliği tehdit ediyorsa, mevcut yayıncılık yapısı da benzer bir şekilde yerel bilgi üretimini yani kültürel çeşitliliği yok ediyor.

“Kenar etkisi”ni kaybetmek…

Türkiye’de yayıncılık İstanbul’a sıkışmış durumda. İstanbul dışında biraz Ankara’da, biraz İzmir’de var. Buradan hareketle “kenar etkisi” diye tanımlanan ve yaratıcılığı körükleyen bir kavrama gönderme yapmak istiyorum. Kenar etkisi diyor ki, bahçe ya da tarlanızı ektiğinizde, diğer bahçe ya da tarlayla sınır bölgenizi gözlemleyin. Çünkü orada çeşitler karşılaşıyor ve doğa orada size sürprizler, yeni şeyler sunuyor. Sunulan ne? Yaratıcılık.

Kenar etkisi, kültürler için de geçerli. Dünyada yaratıcılığın %97’si şehirlerde meydana geliyor, çünkü farklı kültürler şehirlerde yan yana geliyor. Türkiye’de yayıncılığı İstanbul’da toplayarak, kitap yaratıcılığının da kenar etkisini kaybediyoruz. Oysa elektronik kitap yayıncılığı, Rize’de, Hakkari’de, Denizli’de, Türkiye’nin her yerinde yayıncılık yapmayı mümkün kılıyor. Hatta self-publishing denilen kendi kendine yayıncılığı da mümkün kılıyor. Böylece, bilginin demokratikleştirilmesi sağlanmış oluyor. Doğa terimleriyle ifade edersek, yayıncılığın biyoçeşitliliği sağlanmış oluyor.

Her gün yayıncıların önüne dünya kadar başvuru dosyası geliyor. Bunların büyük çoğunluğu, kitaplaşma şansını bulamıyor. Yayıncılar, “Okurdan çok yazar var!” diyerek aralarında işi şakaya vuruyorlar, ama belki de pek çok nitelikli eser, o curcunada kaybolup gidiyor. Oysa nitelik, niceliğin içinden çıkar. Ne kadar çok eser yayımlanırsa, nitelikli olanların sayısı artar ve aradan sıyrılabilirler.

Elektronik kitap yayıncılığı, paralel olarak bağımsız yayıncılığın da önünü açıyor. Kitap yayımlamak için sermaye yerine entelektüelliği öne çıkarıyor. Bir fikri ya da hayali olan herkes, yayıncılığa soyunabiliyor. Bana kalırsa, bu fırsat eşitliği muazzam bir imkân. Biz bunu, basılı gazetecilik kaybolurken, kitap ekleri tek tek kapanırken yaşadık. O kitap ekleri, büyük sermaye sahibi yayıncıların kontrolü altındaydı, çünkü sadece onlar eklere reklam verebiliyordu. Kitap ekleri de onların kitaplarını tanıtıyordu. Bu yayınlar görünmez olunca, ülkede “çoksatan” kavramı da kayboldu. Geçenlerde Ankara’da bir dağıtımcıdaydım, “Artık hiçbir kitap çoksatmıyor, hepsi biraz satıyor,” dedi. Çünkü sosyal medyada şanslar eşit; iş yaratıcılığa, ince zekâya, sezgiye ve duyguya kaldı.

Yayıncılık çölleşiyor, okur yabancılaşıyor!

Biz ekolojistlerin çok sevdiği, çoğumuzun da bildiği bir kavramla yaratıcılık terimini birleştirmek istiyorum: “Yavaş yayıncılık”. Elektronik kitap yayıncılığının, “yavaş yayıncılığı” da coşturacağını düşünüyorum. Çünkü yavaş yayıncılığın karşıtı fast publishing. Burada İngilizce’sini kullanıyorum, çünkü fast food bile Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne girdiği için artık “hızlı yemek” demiyoruz. O yüzden, ben de fast publishing diyebilirim.

Kenar etkisi diyor ki, bahçe ya da tarlanızı ektiğinizde, diğer bahçe ya da tarlayla sınır bölgenizi gözlemleyin. Çünkü orada çeşitler karşılaşıyor ve doğa orada size sürprizler, yeni şeyler sunuyor. Sunulan ne? Yaratıcılık.

Fast yayıncılık”ta kitap, gündeme göre hazırlanıyor. O sırada popüler kültürde ne konuşuluyorsa, o tür kitaplar basılıyor. Kültür endüstrisi de böyle doğuyor, geleneksel yayıncılık da böyle şekilleniyor. Sonuç olarak, okur yabancılaşıyor. Bu tıpkı monokültür tarım gibi. Dekarlarca alana aynı tür bitki, örneğin mısır ekiliyor ve o alandaki biyoçeşitlilik ölüyor. Arılar o bölgeyi terk ediyor ve peşi sıra çölleşme geliyor. Kültürde de çölleşme fast yayıncılıkla büyüyor.

Korona salgını mı var? Yaz bir Veba Geceleri! Abdülhamit mi gündem? Yaz bir Kaplanın Sırtı! Sonuçta, çölleşen, yaratıcılıktan uzaklaşan, hızla okunup tükenen, yarına kalmayan kitaplar yapılıyor. İşte bu, bilginin merkezileşmesidir. Bilginin merkezileşmesi, bilginin demokratikleşmesinin tersidir.

Okurun kitaba yabancılaşması, bugün Türkiye’nin dört bir yanında düzenlenen fuarlarda da pekiştiriliyor. İstanbul’daki kitap fuarının Tepebaşı’nda düzenlendiği zamanları hatırlayın. Stantlarda editörler, yazarlar, yayın yönetmenleri olurdu. Üniversitede öğrencilik yıllarımızdı, gider onlarla kitapları konuşurduk. Bugün çoğu yayınevinin standında yayınevinden kimseyi bulamıyorsunuz. Stantta çalışan emekçiler de sadece kitabın fiyatı ve iskontosu hakkında bilgi verebiliyor.

Eğitim Bakanlığı ne yapabilir?

Kültürel değişim, tıpkı iklim krizi gibi beklenenden çok daha hızlı gerçekleşiyor. 10 yaşındaki kızım, “Baba, eskiden insanlar televizyon seyrediyormuş,” diyor; 20 yaşındaki oğlum, daktiloyu müzelerden bildiğini söylüyor. Yeni nesil için televizyon ve daktilo çoktan müzelik araçlar oldu.

Bizde hep “geri dönüşüm” konuşuluyor, ama artık Dünya’da “ileri dönüşüm” konuşuluyor. İleri dönüşüm, mevcut bir malzeme işlevini yitirdiği zaman, onu başka bir malzemeye dönüştürmektir. Enerji tüketmeden eski bir gömleği çanta yapmak, kot pantolondan saksı yapmak gibi. Geri dönüşüm için enerji tükettiğinizde de karbon salıyorsunuz. Bunu minimalde yapmak öneriliyor.

Bu noktada Eğitim Bakanlığı da öğrencilere ders kitapları ve yardımcı kitaplar yerine, e-kitap okuyucuları dağıtabilir. Bu okuyuculara her yıl öğrencinin yeni sınıfının kitapları yüklenebilir. MEB’in bunu elektronik yayınlarla çözmesini neden öneriyoruz? Çünkü Türkiye’de yeni bir çalışma yapıldı: İlk, orta ve lisede okuyan mevcut öğrencilerin %89’u basılı kitabı tercih ediyor. Sadece %3’ü e-kitabı, %4’ü sesli kitabı tercih ediyor. Neden böyle? Çünkü öğrenciye hâlâ basılı kitap veriyoruz. Okulların, okuma alışkanlığını değiştirme gücü var. Bize göre, başka bir okuma kültürü mümkün. Elektronikten okuma alışkanlığı edinmiş bir okuma kültürü bu.

Okul kitaplarının dijitalleştirilmesi yönünde en büyük engel yine yayıncılık. Çünkü eğer e-çözümlere geçilirse, büyük bir kazanç kaybı olacak. Bu durum, bilginin demokratikleştirilmesi bağlamında sermayenin kültür endüstrisini nasıl yönettiğinin çok iyi bir örneği. Sermayenin ürettiği iklim krizi, insanlığı ve biyoçeşitliliği yok ederken, kültür endüstrisi de kültürel çeşitliliği yok ediyor.

Şimdi, yaşadığımız bu zamanda, iklim krizinin tehdit gücünü tam olarak kavrayamayan hükümetler görevde. Ama olacak olan geliyor! Başını kuma gömen, genellikle fosil yakıt üreticilerinin güdümündeki bu hükümetler, birdenbire hiç beklemedikleri kadar devasa -ülkelerindeki insanların, halkların sürdürülebilir olmasını imkânsız kılacak kadar devasa- felaketlerle karşılaşacaklar. İşte o zaman, panik içinde en sert kurallara yönelecekler. Biz yayıncılar olarak, o zamanı beklemeyelim. Mevcut kurumlarımızla, kamuyla, yerel yönetimlerle işbirliği halinde, hep beraber çok iyi bir altyapıyla elektronik kitap yayıncılığına geçelim. İklim krizi için bizim yapabileceğimiz en temel değişiklik ve en kalıcı çözüm bu.