“Yeni Normal”in Yarattığı Okuma Fırsatları
Ülkemizin değerli eğitim uzmanlarından, MEF Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Özcan, engin birikiminden süzdükleriyle “yeni normal”in yarattığı fırsatları, okuma kültürü ve kitaplar ışığında ele alıyor.
İnsanı tanımanın yolu kitaptan, okumaktan geçer. Roman insanı anlatır, hikâye insanı anlatır, bütün edebi eserler insanı anlatır. Kitap okumak, insan okumaktır.
Okuma eylemine daha geniş bir açıdan bakarsak, kitap okumanın, okuduğunu anlamadaki etkisini görebiliriz. Başka bir deyişle, okuma sayesinde anlamayı öğreniriz. Gerek sınav sonuçları gerekse araştırmalar, bu konuda çok da iyi olmadığımızı gösteriyor.
PISA (Programme for International Student Assessment – Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) 2018 sonuçlarına göre, okuma alanında 50 ülke arasında 40. sıradayız. Çocuklarımızın okuduğunu anlama gücü, yeteneği ve becerisi bakımından çok da iyi bir yerde değiliz. Peki bu bir kader mi? Elbette değil; değiştirebilir, geliştirebilir, fark yaratabiliriz.
Çalıkuşu’yla Anadolu’yu gezdim.
Burada atılacak adımlardan önce kendimize sormamız gereken önemli sorular var. Eğitimcilerin, öğrencilerin ve anne babaların birlikte cevaplaması gereken sorular: En son hangi kitabı okudunuz? Ne zaman okudunuz? İsmini ve konusunu hatırlıyor musunuz? En sevdiğiniz, sizde iz bırakan kitaplar hangileri?
Son soruyu ben de kendime sordum. Çocukluk ve gençlik yıllarımda nelerden çok etkilendiğimi hatırladım. Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı romanı, Yaşar Kemal’in İnce Memed’i, Kurban Said’in Ali ve Nino’su… Aradan 40 yıl geçse de bu kitapları hatırlıyorum, bende bıraktığı izleri görüyorum. Çünkü kitap insanı şekillendirir, zihnini formatlar, hayallerine biçim verir.
Bu kitapları neden çok sevdiğime bakınca, onlar sayesinde hayaller kurduğumu görüyorum. Çalıkuşu’nu okurken Feride’yle birlikte Anadolu’yu gezdim, meşale oldum, öğretmenlik yaparak ülkeme ve insanıma hizmet ettim. Benim için bir rol modeldi. İnce Memed’i okurken büyüdüm, haksızlığa isyan ettim, dağlarda gezdim. Ali ve Nino’yu okurken aşkı duyumsadım, aşkı sevdim. Daha sayabileceğim çokça kitap var, ama bunlar çocukluk ve gençlikteki temel duygularımı oluşturan kitaplardı.
“Kitap okuma sevgisi” diye bir gen yoktur. Kitapları ve okumayı sevmeyi öğreniriz. Büyürken öğreniriz, evde öğreniriz, okulda öğreniriz… Büyüdüğüm evde hiç kitap yoktu. Evdeki tek kitap babaannemin Kur’an-ı Kerim’iydi, o da duvarda asılı durup dururdu. Babaannem, dedem, annem okuma yazma bilmezlerdi. Babam ilkokul mezunu bir esnaftı. Sabah erkenden işe gider, akşam geç vakit gelirdi. Evde elektrik de yoktu zaten.
Aileler de okumaya hemen başlamalı!
İlkokulda çok iyi bir öğretmenim vardı. Sınıfımıza bir kitaplık kurmuştu. Tertemiz kaplanmış, üstündeki etikette isimleri yazan kitaplar kilitli bir dolapta dururdu. O dolaptan kitap ödünç alırdık. 3. sınıfta öğrenciler arasında tatlı bir rekabet oluşmuştu bile. Çok okuyanlar daha çok övülüyordu sınıfta. Kitap okumayla böylece, ilkokulda tanıştım. Eve götürdüğüm kitapların içeriğini annemle ve kardeşimle paylaştım. Hiç unutamayacağım güzel duygular yaşadım.
Şimdi bugüne, tam da pandemiyle birlikte tepeden tırnağa değişen gündelik hayatımıza dönelim. Pandemi birçok insanı ve sektörü olumsuz etkiledi. Ancak çocukları ve gençleri çok daha fazla etkiledi. Henüz öğretmenini göremeyen öğrenciler var. Onlarla sürekli dijital ortamlarda buluşuyoruz. Evet, pek çok açıdan kötü etkilendik, ama her koşuldan çıkarılacak iyi bir şeyler, iyi işler de vardır.
Pandemi bize zaman verdi. Yollarda harcadığımız zamanı artık çoğunlukla “oturarak” kullanıyoruz. Akşamdan akşama birbirini gören ev sakinlerine birbiriyle, özellikle çocuklarıyla daha çok zaman geçirme fırsatı verdi. Unutmayalım, evimiz ilk okulumuz, anne babalarımız da ilk öğretmenlerimizdir. Anne babaların rol model olmama şansı yoktur. Onlar eline bir kitap alıp okursa, çocuklar da bunun güzel bir şey olduğunu düşünür. Sırf merak ettiği için bile okur. Ailenin yetişkinleri okumuyorsa hemen başlamalılar; yarın geç, bugün başlamalılar! Kendi başlarına okumalı, çocuklarıyla birlikte okumalılar. Okuyan aile bireyleri övülmeli, daha da çok heveslendirilmeli.
Öğretmenin fırsatları…
“Yeni normal” denilen bu dönem, öğretmene de bazı fırsatlar getirdi. Öğrenci dostu kütüphaneler yaratmak, dijital araçları ve mecraları daha verimli kullanabilmelerini sağlamak açısından eşsiz bir olanak. Öğrencilerin bu kütüphanelere ve mecralara girdiğinde, kendi odasına girer gibi güvende hissetmesi önemli. Hem okumayan öğretmenler için hem de dijital olanakları kullanmayan öğretmenler için önemli bir fırsat. Öğretmen okursa, öğretmen bu olanakları kullanırsa, öğrenciler de ona katılır. Güzel şiir okuyan bir öğretmene, öğrencisi de katılır ve şiir okumaya özenir.
Bu vesileyle “yeni normal” döneminde kütüphaneler de yeni roller üstlenmeli. Örneğin, kütüphaneler ailelerin kullanımına da açılabilir. Madem öğrenci okula gelemiyor, kütüphane eve gidebilir. Basılı ve dijital yayınların aileler tarafından kullanımı için kolaylaştırıcı çözümler üretilmeli.
Öğretmen adayı öğrencilerime mesleğe başladıklarında, öğrencilerine okumayı ve kitabı nasıl sevdireceklerini soruyorum. “Okullar açılmadan 10 gün önce bir duyuru yapıp, herkesin okulun ilk günü en sevdiği kitabı yanında getirmesini isteyebiliriz,” diyen, “Sınıfı bir kütüphane gibi düzenleyebiliriz,” diyen oldu. “Sınıfımızı kütüphaneleştirelim benzeri bir proje hazırlayıp, öğrencilerin kendi listelerini yapmasını ve kendi kütüphanelerini oluşturması için çabalamalarını sağlayabiliriz,” diyen oldu. Ancak bütün bunların gerçekleşebilmesi için önce öğretmenin okuması gerekiyor.
Geçmişte Köy Enstitüleri’nde eğitim gören öğretmen adaylarından her yıl 24 kitap okuması istenirdi. Öğrenciler için özgür okuma saatleri vardı. Okuduklarını paylaşıp tartıştıkları ortamlar sağlanıyordu. Atatürk, savaş meydanlarında geçirdiği zamanın dışında genelde kitaplarının arasındaydı. Kütüphanesi çok zengindi.
Bütün bu tabloya, örneklere ve yöntem önerilerine bakıldığında, tek bir anahtar sözcük öne çıkıyor: değişmek! Biz değişmeden, kimseyi değiştiremeyiz ya da değişime ikna edemeyiz. Önce biz samimiyetle buna inanmalıyız. Anne, baba, öğretmen, kütüphaneci, kim olursak olalım, çocukların okumasını istiyorsak önce bizler okumalıyız.