Şiir Bilinci: Şiir, Dil ve Düşünce İlişkisi

Günümüzün en önemli şairleri arasında anılan Gonca Özmen, dilin estetik olanaklarıyla düşüncenin felsefi yapısının harmanlanmasıyla oluşan şiir bilincini irdeliyor. Eğitimci kimliğiyle de şiire, dile ve düşünceye somut bir yaklaşım getiriyor.

“Şiir Bilinci: Şiir, Dil ve Düşünce İlişkisi” başlığındaki her kavramı uzun uzun konuşmak, farklı açılardan ele almak ve irdelemek mümkün. Amaca yönelik bir içerik olması için kuramsal bir çerçeve çizdikten sonra, eğitimci arkadaşlarıma şimdiye kadar farklı yaş gruplarında ve sınıf seviyelerinde gerçekleştirdiğim uygulamalardan da bahsetmek isterim.

Dil bilinci nasıl yaratılabilir? Dil ve düşünce ilişkisini irdelerken neler yapabiliriz? Dil, düşünce ve şiir birbirini nasıl besliyor ve geliştiriyor? Şiir neden bir dil işçiliğidir? Şiirin bize kazandırdıkları nelerdir?

“Dil, varlığın evidir!”

Dil, insanın içinde var olduğu dünyayı bulgulama, anlama ve betimleme aracıdır. Heidegger, “Dil, varlığın evidir,” der. Çünkü yeryüzü ve diğer insanlarla ilişkilerimiz, varoluşumuz dille mümkündür. Biri bize seslendiğinde, kendi gerçekliğimizi daha net kavrarız. Biri bizimle konuştuğunda ya da biz birine bir söz söylediğimizde, bir ileti gönderdiğimizde varlığımız dilin içinde bir anlam kazanır. Dil de zaman içinde değişir, gelişir ve yenilenir. Durağan değildir dil, devingendir.

Dil, bir düşünme aracıdır. “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır,” der Wittgenstein ve dilin dünyayı biçimlendirdiğini söyler. Bir kültür taşıyıcısıdır dil. Kültür de geçmişi, şimdiyi ve en önemlisi geleceği belirleyen bir değişimler ırmağıdır. O akışın içinde biz de varlığımızı dil yoluyla anlamlandırırız. Toplumun ortak bilincinde herkes için aynı olan ses, sözcük ve kurallarıyla gündelik dil, birbirimizle anlaşabilmemizi, bir iletişim kurmamızı sağlar. Yazınsal iletişim ise metinlerin biçimlediği kurmaca dünyanın okurlar tarafından alımlamasına dayalıdır. Bu bağlamda yazınsal dil, gündelik konuşma dilinden farklılıklar gösterir.

Dil kullanımının yetkin örneği olarak yazınsal metinler, kültür taşıyıcıları olarak, çocuğun kültürel donanımına, dilsel, düşünsel, duygusal ve toplumsal gelişimine, dünya, doğa ve insanlarla ilgili gerçekliği daha derin bir bakış açısıyla kavramasına, evrensel değerler kazanmasına katkı sağlar. Dil bilinci ve duyarlığı edinmede, dili nitelikli kullanmada, okuma etkinliğini alışkanlığa dönüştürmede, estetik beğeninin oluşumunda nitelikli yazınsal yapıtların rolü büyüktür.

Başat bir dil taşıyıcısı olarak eğitimci…

Dil bilincinin temeli çocuklukta, okuma öncesi ailede, daha sonra okulda atılır. Ebeveynlerinden sonra çocukların dil bilincini öğretmenler geliştirir. Bizler, birer dil taşıyıcısıyız ve bu bilinçle davranmamız, dil kullanımımıza oldukça özen göstermemiz gerek.

Bilginin üretilmesi, yayılması ve aktarılması dille mümkün. Okumak da bilgi edinmenin en temel yolu. Bilimsel, tarihsel ve sanatsal bilgiye okumayla ulaşıyoruz. Evrene, insana, doğaya ve dile uyanık bir bilinç, okuma edinimini içselleştirmiş, üretici bir bilinçtir. Bu nedenle öğrencilerin duygusal, düşünsel ve dilsel gelişim düzeylerine uygun metinlerle buluşması oldukça önemli.

   

Toplumumuzdaki insan-kitap ilişkisine baktığımızda, ne yazık ki evlerde okuyan anne-baba ve kitaplık sayısının oldukça az olduğunu, okul eğitiminin de çoğunlukla okuma sevgisi ve alışkanlığı veremediğini görüyoruz. Çoğu veli ve kimi öğretmenin, “gereksiz” gördükleri yazınsal kitaplar okumak yerine çocuklara ders çalışma ve test çözmeyi önerdiklerini biliyoruz. Oysaki edebiyatın, edebi metinlerin çocuğun gelişim sürecindeki dilsel ve estetik bilinçlenmesindeki yeri son derece önemli.

Yazarlar da seslendikleri yaş grubundaki çocukların dünyalarını, çevreleriyle ilişkilerini, ilgi, merak ve coşkularını bilmeli; ele aldıkları konuyu kurgusu ve olay örgüsüyle, sözcük seçiminden anlatımına dili kullanmadaki becerisiyle okuyanların da duygusal, düşünsel, sorgulayıcı, eleştirel, etkin ve yaratıcı katılımını sağlayacak biçimde açık, akıcı ve yalın bir dille anlatmalılar. “Neden?” sorusunu sordurabilmelidir yazar. Hem içinde yaşadığımız nesnel dünyayı hem de metinlerde yaratılan kurmaca dünyayı anlamamızı sağlar neden diye sormak.

Dünya… Açık duran bir kitap!

Nitelikli yazınsal metinlerin, özellikle de şiirin, okurundan yoğun emek ve yaratıcı çaba beklediğini görüyoruz. İlk gençlik yıllarımdan beri dünyayı, açık duran bir kitap olarak görüyorum. Yazık ki kötü yazılmış bir kitap. Biraz da bu nedenle şairler ve yazarlar olarak bu dünyayı yeniden yazma, onu yeniden kurgulama, yeniden anlamlandırma çabası içindeyiz. Dünya biraz daha güzelleşsin; daha adil, daha eşit, daha şefkatli ve merhametli bir yer olsun diye yazıyoruz.

Her kitabın bir başka dünya tasarısı olduğunu düşünüyorum. İki kapak arasında okurunu bekleyen kurmaca bir dünya. Benim bu kurmaca dünyayla ilişkim, çok sıkılan bir çocuk olmam nedeniyle başladı. Gündelik hayattan, gündelik dilden, gündelik ilişkilerden hâlâ sıkıldığımı söyleyebilirim. Sıkıldıkça da, farklı dünyalar, farklı kişiler, farklı yaşantılar özlemiyle o iki kapak arasındaki zengin dünyalara kaçtım. Şanslı bir çocuk olduğumu söylemeliyim. Çok zengin kitaplığı olan bir evde doğdum. Okuma kültürünün önce evlerde başladığının altını bir kez daha çizmek isterim. Çocukluktan itibaren çoğunlukla taklit ederek öğreniriz ve kuşkusuz sevdiklerimizi taklit ederiz.

İşte, o iki kapak arasındaki kurmaca dünyanın zenginliğiyle karşılaşan bir öğrenci, o tutkunun peşinden gidecektir; bunu çok kez deneyimledim. Her yazınsal metin, bir iletişim biçimi ve her metin, okurunu bulduğunda yaşamaya başlıyor. Yazınsal iletişim, metinle okur arasında devingen bir diyalog. Dilin, başta iletişim ve bilgi verme işlevleri arasında, farklı duygu, düşünce, tasarım ve düşlemler oluşturma, estetik coşku ve haz verme işlevi de var. Şiir dili, alımlama ve çağrışımlar yönünden çokanlamlılığa açık, okurun da katılımıyla yeniden üretilip anlamlandırılabilen bir dildir.

Şiir dili… Şiirin düşünce üretimine katkısı…

 Şiir bize yeni gözler, yeni kulaklar ekler. Farklı görmeyi ve farklı duymayı öğretir. Şiir dili, duygunun ve düşüncelerin, duyarlığın yoğunlaştırıldığı, az sözle çok şey anlatabilen, dilin anlatım olanakları ve inceliklerini geliştiren, zenginleştiren bir dildir. Şiirde ne söylenildiğinden çok nasıl söylenildiği önemlidir. Sözcüklere alışılmışın dışında yeni yükler ekleyerek yepyeni çağrışım ve anlamlar yaratan şiir dili, oyunbaz bir dildir çoğunlukla oyunbaz bir aklın kurduğu. Bundandır şiirin çocuk diline yakınlığı.

Cemal Süreya, “Gözleri göz değil, gözistan” dizesindeki özgün, ilginç benzetmesiyle sevgilinin gözlerinin büyüklüğünü, o gözlerin kendisi için taşıdığı anlam ve değeri bir ülkeye eş değer gördüğü için vazgeçilmezliğini belirtmiş; “göz” sözcüğünden yeni bir sözcük türeterek ona büyük bir anlamsal derinlik, çağrışım gücü ve etkililik kazandırmıştır.

Dili sevdirmek için şiirler okutulmalı. Fransa Eğitim Bakanlarından biri, çocuklara Fransızca’yı sevdirmek için şiirler okutulması gerektiğini söylemiştir. Çocukları barışa, arkadaşlık ve dostluğa, insana sevgi ve saygıya, doğa sevgisine yönlendiren; yaşamı, insanları ve kendilerini tanımalarına, özgür düşünce ve kişiliğe sahip bireyler olmalarına katkıda bulunan; geleceğe umutla bakan insanların mutlu yaşadığı, adaletin olduğu güzel bir dünya özlemi yaratan yapıtlar, bir güzel geleceği sunar. Savaşların, ırkçılık ve dinsel ayrımcılıkların, zorunlu kitlesel göçlerin, totaliter devletlerde siyasal baskı, işkence ve yasakların, emperyalist ve kapitalist sömürünün olduğu, ötekileştirme, yabancılaşma, bencillik, iletişimsizlik ve yalnızlıkların arttığı, çoğu değerin yozlaştığı ya da yok olduğu, haksızlıkların, yalan ve aldatmaların her alana yayıldığı günümüzde şiirin işlevinin daha da önem kazandığını düşünüyorum.

En önemli sorulardan biri kuşkusuz hangi şiirlerin okutulacağı, metin seçiminde hangi ölçütlerin dikkate alınacağı. Yalnızca bir iletisi olduğu, öğreticiliği için ilköğretim öğrencilerine hece sayısı ya da uyak tutturularak alt alta getirilmiş satırları şiir diye okutursak; liselerde gençlere, bir yabancı dil öğretir gibi, Osmanlıca gazellerdeki söz sanatlarını ve bunların aruz kalıplarını ezberletirsek nasıl bir şiir sevgisi, dil hayreti, dil duyarlığı ve bilinci kazandırabiliriz? Bugünün çocuk ve gençlerinin duygu ve düşünce dünyasına, duyarlık, ilgi ve beğenilerine uzak metinlerle çocukların estetik beğeni düzeylerini yükseltmelerine nasıl yardımcı olabiliriz?

Disiplinlerarası bir yaklaşımla, günümüzde yazılan şiirin diğer sanat dallarıyla kurduğu ilişkiyi irdelemenin iyi bir yol olduğunu düşünüyorum. “Şiir ve Müzik”, “Şiir ve Sinema”, “Şiir ve Resim”, “Şiir ve Dans” konulu etkinliklerin, öğrencilerin ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Şiirin performans sanatlarıyla olan yakın ilişkisini incelemek, nitelikli örneklerle şiir performanslarını değerlendirmek de yeni bir yaklaşım olacaktır.

Şiirle aradaki mesafeyi daraltmak…

Şiir, bir yoksunluktan doğuyor çokça. Bir şey oluyor; bir cam kırılıyor, bir çocuk düşüyor, bir çığlık kopuyor, canımız yanıyor, sevdiğimiz bir yerden veya kişiden uzak kalıyor ya da çok büyük bir coşku, bir mutluluk, bir taşkınlık yaşıyoruz. Şiir işte tam da bu çatlaklarda, bu gediklerde filizleniyor. Şiir, insanın kendini, yeryüzünü ve dili yeniden kurması. Şiir, dilde yeni deyişler, yeni anlamlar yaratma, dilin olanaklarını genişletme çabası. Şiir, sözcükleri verili olan alışılagelmiş temel anlamları dışında, yeni bağlamlarda, yan anlamlarda da kullanarak dilin sınırlarını genişletir. Kimi zaman sözdizimini değiştirerek dilin kullanım olanaklarını arttırır, böylece dili zenginleştirir. Birbirine uzak alanlardan sözcükleri yan yana getirerek onlar arasında alışılmadık bağdaştırmalar, ilginç benzetme, eğretileme, mecaz ve özgün imgeler oluşturur. Kimi zaman da verili sözcüklerle yetinmeyen şair, yeni sözcükler üretir ya da yepyeni tamlama ve bağdaştırmalarla sözcüklere yeni anlamlar yükler. Okurların duyarlıklarını, düşlem dünyalarını zenginleştirir.

Tam da bu nedenle şiir, bizim özgürlüğümüz. Şiir, bizim direnişimiz, başkaldırışımız, aşkımız, tutkumuz, arzumuz, özlemlerimiz. Hissettiğimiz duyguyu, düşünceyi daha iyi anlatmamız için elimizden tutan yakınımız. Şiirin yakınımız olduğunu, bize dost, bize arkadaş olabildiğini öğrencilerimize hissettirmek önemli. Zamanında bir karşılaşma, mesafeleri daraltabilir. Küçük bir fısıltı, büyük bir gürültüyü tetikleyebilir.

Türkçe öğretmeni olarak çalıştığım dönemde, her gün tahtaya dizeler yazıyordum. Yazdıklarımla ilgili pek bir şey söylemiyor, o günkü konuyu işliyordum. İkinci haftanın sonlarına doğru umutsuzluğa kapılmış ve kimsenin yazdığım dizelerle ilgilenmediğini, hiçbir öğrencimin dikkatini çekemediğimi düşünüp bu sessiz etkinliği ‘sessizce’ sonlandırdım. Birkaç gün sonra öğrencilerimden ikisi, “Öğretmenim, neden artık tahtaya şiirler yazmıyorsunuz? Biz onları defterimize yazıyorduk,” diyerek bana defterlerini gösterdiler. Onlarla paylaştığım her dizeyi yazmışlardı defterlerine.

Hiçbir öğrencime, “Kitap okumalıyız,” demiyorum. Her gün sınıfa ders kitaplarım dışında bir dergi, roman, şiir ya da öykü kitabı ile giriyorum. Elbette tüm öğrenciler, “Öğretmenim, ne okuyorsunuz?” diye heyecanla sormuyor. Ama birkaç öğrenci muhakkak ilgileniyor ve okumak isteyenler oluyor.

“Sen hangi sözcüksün? Hangi sözcük olmak istersin?” etkinliği ilkokullarda yapılabilecek bir çalışma. Sözcüklerle biraz daha içli dışlı kılıyor onları bu etkinlik. Bu soruları arkadaşlarını anlatmak için de kullanabilirler. “Bu arkadaşım hangi sözcük? Neden?” gibi sorularla, sözcüklere ve dile daha yakın hissedebiliyorlar.

Şiir kulübü öğrencilerimin falla çok ilgili olduklarını gördükten sonra onlarla “Şiir Falı” bakıyorduk. Memet Fuat’ın hazırladığı iki ciltlik Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi’nden rastgele sayfa sayısı söyleyerek şiirler okuyup yorumluyorduk. Antolojiyi böyle bir yöntemle çalıştık.

Şiirdeki düşünce, çaydaki şeker gibi.

Melih Cevdet Anday, “Şiir Yazmak” adlı şiirinde kimi şiirlerini yazarken düşünceden yola çıktığını belirtir: “Kimi bir sözcükten yola çıkarım / Aç kalmış güzel bir kurttur o / Kimi bir düşünden ki / Kör bir gül gibi dönenir.” Ahmet Haşim ise düşünceyi düzyazıya özgü görür. Fransız şair Stéphane Mallarmé, çok ilginç, çok güzel düşünceleri olduğunu ama bunları bir şiir biçiminde yazamadığını söyleyen ressam Edgar Degas’ya “Şiir düşüncelerle değil, sözcüklerle yazılır,” demiştir. Şiirde duygu ve düşünce birbiriyle kaynaşmış durumdadır. İyi bir şiirde düşünce, şiire yedirilmiş; onun içinde eritilmiştir. Çaydaki şeker gibi. Valery de şiirin içindeki düşüncenin elmanın içindeki gıda gibi gizli olması gerektiğini söyler. Paul Eluard, “Bir gün gelecek, şiir kafayla okunacak,” der. Şiir yalnız esin ve duyguyla yazılmadığı gibi, salt bir düşünceyi iletmek için de yazılmaz. Şiirde yalnızca güzel ve etkili bir söyleyiş, boş güzellikler üretmek yetmez, bir felsefi taban, sosyolojik, tarihsel art alan gibi içeriği oluşturacak duygu, düşünce ve duyarlık önemlidir.

Bu nedenle de çoğu şiiri anlamlandırmak çok kolay olmayabilir. Okurundan da bir donanım, bir birikim bekler bazı şiirler. Şairler kimi zaman dilbilgisi ve yazım kurallarından uzaklaşır, sözdizimsel, biçimsel ve anlambilimsel sapmalara başvurabilirler. Böylesi durumlarda anlamak değil de sezmek, duyumsamak da yeterli sayılabilir. Anlamı çözmek için uğraşmak da… O yaratıcı çaba, nice yeni pencereler açacaktır genç zihinlerde. Cemal Süreya ile devam edelim mi? “Saat çini vurdu birden: pirinççç / Ben gittim bembeyaz uykusuzluktan” ya da “Aşkımız şimdi görklü bir hayatın / Yabancaya berbat bir çevirisi”.

Yazınsal iletişimi kolaylaştırabilecek birkaç kaynak da önermek isterim. Özcan Yalım’ın Türkçe’de Yakın ve Karşıt Anlamlılar Sözlüğü ile Yusuf Çotuksöken’in Türkçe Anlamdaşlar ve Karşıt Anlamlılar Sözlüğü. Özellikle yan anlamı öğretmede yetersiz kalıyoruz. Oysa yan anlam, şiir dilinin en temel özelliklerinden. Akşit Göktürk’ün Okuma Uğraşı ve Sözün Ötesi adlı kitaplarını, Nermi Uygur’un denemelerini, Necmiye Alpay’ın Türkçe Sorunları Kılavuzu’nu ve Baki Asiltürk’ün Yazılı Anlatım – Metin İnceleme ve Oluşturma’sını hararetle tavsiye ederim.