Edebiyatın çeviri durağı
Edebiyat ve tiyatro alanındaki büyük verimiyle önemli kuşaklar yetiştiren çevirmen, editör ve eleştirmen Seçkin Selvi, 62 yıllık çeviri serüveninden süzülen deneyimiyle, Yapı Kredi Yayınları editörü, yazar Murat Yalçın’ın sorularını cevaplıyor.
Murat Yalçın: Edebiyat çevirisi denildiğinde, bugünkü edebiyatımızı, dilimizi, kültürümüzü oluşturan ustalar aklıma geliyor. 15. yüzyılda Farsça’dan Kâbûsname’yi çeviren Mercimek Ahmet’le başlayan, Tanzimat’ın Tercüme Odası’ndan Cumhuriyet’in Tercüme Bürosu’na kadar uzanan süreçte, çeviri hamlelerimiz genellikle devlet siyasetinin güdümünde ilerlemiştir. Çevirmenlerimiz, aynı zamanda aydınlar, yazarlar, eğitimciler, sanatçılar, gazeteciler, sözlükçüler ve yayıncılardır. Çeviri, edebiyatımızın ve yayıncılığımızın her zaman en güçlü ayaklarından biri olmuştur.
Goethe, ünlü eseri Faust’un Fransızca çevirmeniyle ilgili yazdığı bir mektupta çeviriyle ilgili şöyle bir tanım yapıyor: “Geçen, kırda biraz çiçek topladım. Düşüne düşüne evime getiriyordum. Yanan parmaklarımın arasında kuruyan zavallı çiçeklerin taç yaprakları yolda eğik duruyordu. Evde su dolu bir vazoya koydum onları. Öyle ani bir değişim oldu ki, çiçekler hâlâ toprağında gibiydi. Şiirimin yabancı bir dile konuştuğunu duyduğumda bana da öyle geldi.” Çeviriyle ilgili çok güzel bir benzetme bu. Walter Benjamin de kırık parçalardan yaratılmış bir vazoya benzetiyor çeviriyi. Seçkin Hanım, siz çevirinin tanımını nasıl yapıyorsunuz?
Seçkin Selvi: Çevirmen, tek meslek sahibi birisi değildir; doktordur, eleştirmendir, yazardır, kaportacıdır, fahişedir, tiyatrocudur, öğretmendir, çocuktur, kadındır, erkektir, ressamdır. Çünkü çevirdiğiniz her kitapta, kahramanınız her kimse onun ağzından konuşmak zorundasınız. Bu nedenle, çevirmen çok değişik türlerde konuşabilen kişidir. Çeviri de çok değişik tarzda yazarları ve üslupları okura aktarır.
Çeviri uğraşı, tiyatroda rejisörün yaptığı iş gibidir. Yazarın yazdığını, sahnedeki oyuncularla yeniden yorumlayarak izleyiciye sunmaktır. Müzikte, sol anahtarından fa anahtarına transpoze ettiğinizde notalar değişir, ama kulağa gelen tını değişmez. Çevirmen de yazarın yazdığı dildeki incelikleri, nüansları, esneklikleri ve kıvraklıkları kendi dilinde, ama üslubu bozmadan vermek zorundadır. Çünkü bir yazarı yazar yapan, üslubudur. Çevirmen, bir yazarı üslubundan çıkararak kendi diline çevirirse, yazara da okura da saygısızlık etmiş olur.
MY: Çevirmen tanımınızda tiyatro ve müzik gibi alanlara dair benzetmeler kullandınız. O halde, çevirinin yaratıcı bir uğraş olduğunu, yaratıcı yetenek gerektiren bir iş olduğunu söyleyebilir miyiz?
SS: Yaratıcılık demeyelim. Şöyle sınıflandırayım: Yazar yeteneğini konuşturarak bir şey yaratır; bu yaratıcılıktır. Kitabın okura ulaşmasını sağlayan yayınevinin ve matbaanın çalışanları, alınteri döken insanlardır. Çevirmenler ise akıl teri döker. Bu yüzden yetenek bağlamında bir tanımımız yoktur.
Türkçe biliyor musun?
MY: Çeviri deyince iki taraflı düşünmek gerekiyor. Çevirmenin hangi dili bildiği kadar, Türkçe’yi ne kadar bildiği de önemli. Usta çevirmenlerimizden Azra Erhat, 1940’lı yıllardaki Hasan Âli Yücel’in MEB çeviri klasikleri dönemiyle ilgili, “Türkçe’nin bile doğru dürüst olmadığı yıllar,” yorumunu yapıyor. Gıpta ettiğimiz, örnek gösterdiğimiz, harf devrimiyle birlikte yeni bir kültür ve anlayışın geldiği, yoğun bir çeviri faaliyetinin olduğu yıllar. Anadilini bilmeden ikinci dili ne ölçüde iyi olabilir bir çevirmenin?
“Çevirmen, tek meslek sahibi birisi değildir; doktordur, eleştirmendir, yazardır, kaportacıdır, fahişedir, tiyatrocudur, öğretmendir, çocuktur, kadındır, erkektir, ressamdır. Çünkü çevirdiğiniz her kitapta, kahramanınız her kimseonun ağzından konuşmak zorundasınız.”
SS: Çok haklısın. Editör olarak da çok yakındığım bir konu bu. Son yıllarda herkes sular seller gibi yabancı dil konuşuyor, ama Türkçe bilenlerin sayısı aynı oranda artmıyor. Bunun başlıca nedeni, 1970’lerden sonraki tek boyutlu insan yetiştirme politikasıdır – ki devletin kültür politikası konusunda en başarılı olduğu konudur. Tek boyutlu insanlar yetiştirildi, o insanlar belirli kalıplarla düşünmeye ve konuşmaya alıştırıldı. Dahası, teknolojiyle ve yeni iletişim araçlarıyla gelen, dili kısaltmalarla konuşma problemimiz de ortaya çıktı. İstanbul Türkçesi ya da Türkiye Türkçesi dediğimiz dili konuşanların sayısı giderek azaldı.
Tercüme yapmak için bana danışmaya gelenlere, hangi dili biliyorsun diye sormam, muhakkak bir dil biliyordur. Türkçe biliyor musun, diye sorarım. Türkçe bilenle gerisi daha kolay. İyi edebiyat çevirisi için, çevirmenin kafasında iki kompartıman olmalı. Biri çevirdiği dil, diğeri kendi dili. Birinden biri dilbilgisi anlamında aksarsa, başarılı bir iş çıkamaz ortaya.
Şiir çevirmek şairin işi.
MY: Cemal Süreya’nın dediğine geliyoruz yani; “Türkçe bilenin işi rast gider,” diyor. Çevirmeninki daha da rast gider. Çevirinin birikim işi olduğunu, çevirmenin bir kültür insanı olması gerektiğini düşünüyorum. İyi sözlük kullanmak ya da dilbilgisine hâkim olmak dışında, çeviri yapacağı alana dair bilgili olması gerekiyor. Çevirdiği metne bağlı olarak neler aranmalı çevirmende?
SS: Çevirdiğiniz dildeki birtakım incelikleri çok iyi bilmeniz gerekir. Kaynak dili çok iyi bilmek, kusursuz çeviri için yeterli olmuyor. Bu nedenle yabancı dilden çeviri yapanların, Türkçe bilen yabancılar değil, anadili Türkçe olan kişiler olması gerektiğini hep söylerim. Aynı biçimde, dilimizden yabancı bir dile çeviri yapanlar için de geçerlidir bu. Anadiline çeviri yapan kişi, o dilde kıvraktır. 1960’lı yıllarda Boris Pasternak’ın Doktor Jivago’su yeni çevrilmişti. Çalıştığım şirkette Kırım Türkü bir çalışma arkadaşım vardı. Birinci cümlesini okuduktan sonra kitabı bıraktığını söyledi. “Mezarlıktan eve dönerken 11 numaralı tramvaya bindiler,” cümlesinin çağrışımı, bizdeki 28 numaralı Fatih – Harbiye tramvayı zannediliyor. Oysa, Rusça dilinin inceliğine hâkim biri, bunun asıl karşılığının “tabanvay” olduğunu bilebilirdi. Tıpkı İngilizce’deki “gözümün elması”na, bizim “gözümün bebeği” dememiz gibi…
MY: Edebi türlerde çeviriye gelirsek, roman, şiir ya da tiyatro eseri çevirmek arasında ne gibi benzerlikler ve farklar var?
SS: Hepsinin çevirisi çok farklıdır. Bunları üç bölümde incelemek gerekir. Şiir ve edebiyat çevirisi, kuramsal çeviri, teknik çeviriler. Edebiyat çevirisinde, daha önce söz ettiğim manevralar öne çıkıyor. Bugüne kadar 170 kitap çevirdim, ama tek satır şiir çevirmedim. Çalıştığım bazı kitaplarda önüme çıkan dörtlüklerin çevirisi için Cevat Çapan’ dan ya da Talât Sait Halman’dan yardım rica ederdim. Çünkü şiir çevirmek şairin işidir. Çevirmen tanımlarımdan birinde belirttiğim gibi, iyi bir çevirmen, yazar kumaşı olan insandır. Yoksa herkes dil biliyor, ama yazar kumaşı olmazsa olmuyor. Edebiyat ve şiir çevirisinde bu ayrımı yapıyorum.
Tiyatro metninde, sahnedeki oyuncunun ağzından çıkan söz, izleyicinin kulağına gelinceye kadar, yani ses hızı içinde algılanabiliyorsa geçerlidir. Yoksa hiçbir anlam ifadeetmez. Eskilerin deyimiyle, edebiyat yapmamak gerekir. Tiyatroda sayfalar dolusu cümle olmaz, gündelik yaşamda nasıl konuşuyorsak öyle olmalıdır.
Kuramsal çeviri daha farklıdır. Çünkü çevirmen bu kez, yazarın öne sürdüğü bir fikri, savunduğu tezi aktarmak zorundadır. Üslup kullanılmamalıdır. Teknik çeviri ise hepsinden farklıdır ve dilimizde yarattığı zorluklar vardır. Teknik ürünlerin çoğu başka ülkelerde üretildiği için bizde tek sözcüklük karşılıkları yoktur. Bu yüzden, sözlüklerdeki çevirilerin çoğu benzetme yoluyla yapılır. İnşaatta kullanılan “T” biçimli borunun Türkçe karşılığının “T borusu” olması gibi.
Turuncu sokak mı, portakal sokak mı?
MY: Editör, çevirmen işbirliği denildiğinde ne anlamalıyız? Birlikte çalışmanın, müdahalenin sınırları neler? Bazen editör o kadar çok redaksiyon yapar ki, metindeki işaretlemeler gelincik tarlasını hatırlatır…
SS: “Gelincik tarlası” tamam, ama ben bazılarına “kırmızı halı” diyorum. Aslında editörün dokunuşları müdahale değil, yazarın ve okurun hakkını savunmaktır. Editörlüğümde, ilk kez çalışacağım, tanıdığım bir çevirmen bile olsa deneme çevirisi verirdim. Bir keresinde, deneme çevirisinden çok keyif aldığım biri, sular seller gibi okunan bir metin verdi önüme. Harika bir Türkçe kullanılmış. Ama metnin orijinaliyle ilgisi yok. Bu yüzden, editörün müdahalesi yoktur, editörün okur ve yazar için yürüttüğü hak savunuculuğu vardır.
MY: Bazen yazarlar, yayınevindeki editörünü kendi belirlemek ister. Çevirmen de editör seçebilir mi, seçmeli mi?
SS: Benim başıma öyle bir şey gelmedi. Ama bir yerde editöre biraz teslim olmak gerekir. Bazı çevirmenler düzeltilmiş kopyayı görmek isterler, gösteririz. Bazı çevirmenlere uyarıda bulunulur. Mesela bir arkadaşımız, “turuncu bir sokak”tan bahsederken “portakal sokağı” demiş. Aradım, yazarın orada “turuncu sokak” dediğini anlattım. Bana, “Ben turuncuya ‘oranj’ diyorum, o yüzden ‘portakal’ diye çevirdim,” dedi. Oysa yazar “portakal” dememiş, “turuncu” demiş. Çevirmeni bu gibi noktalarda uyarmak zorundasınız.
MY: Akademik yayınlardaki makaleleri, çeviribilim disiplini altında yapılan çalışmaları ayrı tutarak, bugün güncel edebiyat ortamında, gerçek anlamda bir çeviri eleştirisi var mı? Çeviri eleştirisinden ne beklemeliyiz?
SS: Ben bunu 62 yıldır bekliyorum. 62 yıldır çevirdiğim kitaplarla ilgili gazetelerin eklerinde, dergilerde eleştiri yazıları yayımlandı. Bir kişi de çıkıp, “Bu çeviri kötüdür!” desin, ben razıyım. Övünmek gibi bir derdim yok. Yaptığım işin bir şekilde teraziye koyulmasını istiyorum. Bir emek verilmiş, o emeğin iyi ya da kötü olduğu neden söylenmez, anlamıyorum. Acaba kitabı eleştirme yetkisini kendinde gören insanlar, çeviri eleştirisi yapmak için bir dil yetkisini kendinde göremiyor mu? Kötü söylemli olsa da beğenilmese de tutarlı bir eleştiri olması gerekir.
Ben aynı zamanda tiyatro eleştirmeniyim ve öğrencilerime, “Sözünüzün gerekçesini muhakkak söyleyin,” diyorum. Aksi halde, “beğendim” ya da “beğenmedim” gibi yorumlar okurun da söyleyebileceği şeylerdir. Eleştirmenliğe soyunmuşsanız, sözünüzün arkasında duracak somut bir gerekçe sunmalısınız.
Ustalığında kimi çevireceksin?
MY: Ahmet Cemal bir sohbetimizde, 1980’li yıllarda Tomris Uyar’la birlikte YAZKO Çeviri dergisinin editörlüğünü yaptığı zamanlardan bir anısını anlatmıştı. Tomris Uyar, çeviri yapmak için filoloji bölümünden gelen genç öğrenciye, “Çeviriye hangi yazarla başlamak istiyorsun?” diye sormuş. Genç kız, Virginia Woolf çevirmek istediğini söylemiş. Tomris Uyar da dayanamayıp hiddetlenmiş, “Peki kızım, usta bir çevirmen olduğunda kimi çevirmek isteyeceksin?” diye cevap vermiş. Aslında bu, çevirinin ihtiyacı olan kültür birikimi, yetenek ve yaratıcılığa dair iyi bir anekdot. Bu bağlamda hangi yazarı çeviriyorsak, o yazarın uzmanı olmak gerekmez mi? Tek bir kitabı çevirmek mi, yoksa bütün külliyatı bilmek mi gerekir?
SS: Yazarın tüm kitaplarını yayımlayan bir yayıneviyseniz, aynı çevirmenle çalışmakta yarar var. Böylece dil birliği sağlanır. Aksi halde, farklı çeviriler olabilir ve yazarın bütünlüğü ortaya çıkmaz. Çeviri, kolay bir uğraş zannediliyor galiba, birikim aranmıyor maalesef. 35-40 yıl önce usta bir tiyatrocu abimiz, “Seçkin, ben yabancı dil bilmiyorum. Bana şöyle 20-25 tane oyun çevir, ben de okuyup aralarından seçeyim,” demişti. Çeviriyi böylesine basitleştiren bir bakış açısı var. Oysa, her yazarın üslubu ayrıdır ve çevirmen her çeviride, yazarın çektiği doğum sancılarını tekrar çeker.
MY: Bu noktada, yayınevinin seçimleri mi, çevirmenin seçimleri mi ön planda olmalı? Tomris Uyar örneğinde olduğu gibi, çevirmenliğe başlayanlar bu işe Virginia Woolf çevirme hayaliyle soyunabiliyor. Öte yandan, bugün yayınevlerinin koleksiyonları ve telif düzenlemeleri var…
Sütüne havale etmek…
SS: Ben bu işe bir oyun çevirisiyle başladım. Ankara’da bir tiyatro (Sahne Z) kurmuştuk. Güner Sümer’in isteğiyle, ilk kez William Saroyan’ın Merhaba Dışardaki oyununu çevirdim. Tiyatroya da çeviriye de öyle bulaştım. Yaptığım işlerden dolayı ben biraz ayrıcalıklı bir durumdayım. Bana çeviri için birkaç kitap verilir ve ben arasından seçim yaparım. Yayınevinin, çevirmeni çok iyi tanıması gerekir. Örneğin, bana verilecek kitap vardır, verilmeyecek kitap vardır. Ancak, genç çevirmenlerin editöre tamamen teslim olması gerekir. Çünkü editör, belirli birikimi ve donanımı olan insandır.
MY: Aynı kitabı farklı çevirmenler de çeviriyor. Özellikle klasiklerde sık rastlanan bir durum bu. Yayıncı, çevrilmiş metnin intihal olmadığına, özgün olduğuna nasıl karar verebilir?
SS: Amiyane bir tabirle, sütüne havale etmek zorunda. Çünkü bilinmezlik var ortada. Yıllar önce bir yayınevi, Rusça’dan derleme hikâyeler yayımladı. Kitap çıktıktan sonra inceledim. Mihail Kalinin’in kitaptaki hikâyesinin orijinali şöyle başlıyor: “İki arkadaş meyhanede oturdular, bir şişe votka açtılar. Sohbet giderek kızıştı ve sonra kavgaya dönüştü.” Çeviri ise şöyleydi: “İki arkadaş meyhanede bir şişe votka üzerinde ısınırlarken kavga etmeye başladı.” Bu gibi örnekler, mesleki deformasyon nedeniyle gözüme çok çarpıyor. Cümleyi önce İngilizce’ye, sonra Türkçe’ye çeviriyorum; sonra da bırakıyorum. Bu yüzden, çeviri kitap okumakta çok zorlanıyorum.