Fuar ruhuna dönüş: yıkmak ve kurmak.
April Yayınları editörü Nazlı Berivan Ak, yayıncıların kitap fuarı hallerinin portresini çıkarıyor ve fuar arası yayıncılık yapan sektörün ihtiyaç duyduğu yeni yaklaşımları ve kurguları ele alıyor.
Fuarcılık, 18. yüzyılda tam anlamıyla adı konulan ticaret kapitalizminin en önemli kurgularından biri. Tüccarların farklı şehirlerde sanatlarını sergileme ve satmaya girişmesiyle sanayi devriminin beraberinde getirdiği dinamizm, fuar ruhunu oluşturdu ve günümüze kadar gelen bir fuar geleneği gelişti. Fuarcılık, zamanın ruhuna göre biçim değiştirse de aslında ilk ortaya çıkış amacının tekrarını yaşıyor ve yaşatıyoruz günümüzde de.
Yeni ürünlerimizi vitrine çıkarıyoruz, sergiliyoruz, anlatıyoruz. Sektörün bileşenleriyle, dağıtımcılarla, ajanslarla, yayıncılarla, çevirmen ve tasarımcılarla, hatta kimi zaman dosyasını elden teslim etmek isteyen yazar adaylarıyla bir araya geliyoruz. Her şeyden önce ve öte, kitabın asıl muhatabıyla, okurla birebir sıcak temas halinde oluyoruz. Kitaplarımızı anlatıyor, kitaplarımızı okurundan dinliyoruz. Sektörde yükselen trendleri, fırsatları değerlendiriyor, dünyada ve ülkede alanımızla ilgili olup bitenleri gözlemliyoruz.
Seminerler, etkinlik ve söyleşiler, kapalı toplantılarla günü ve günceli konuşuyor, farklı yaklaşımları dinliyoruz. Fuarın “sıcak kitapları” ile hazırlanmış listeleri tarıyor, yeni yazar ve kitap lansmanları yapıyoruz. Dahası, basınla da bir araya geliyoruz; çoğunlukla okunmayan bültenlerle, en iyi ihtimalle ayraç olarak kullanılan editör mektuplarıyla, ilgilisine ulaşıp ulaşmadığı meçhul kargolarla değil, kitaplarımızı yüz yüze anlatıp paylaşıyoruz. Ürünlerimizi ve sağladığımız servisleri tanıtıyoruz. Gün boyu devam eden networking çoğunlukla akşam parti ve yemeklerine, buluşmalarına dönüşüyor, etkileşim de asıl bu noktada başlıyor. Bu yönüyle, ticaretin ötesinde kültürel etkileşim için de fuarlar bize büyük imkânlar sunuyor. Ülkemizi, dilimizi, dilimizin edebiyatını farklı coğrafyaların yayıncılarına anlatıyoruz. Kısacası fuar dinamizm demek, etkileşim demek, yayının yayımı demek.
Bahsettiğim kurgu Frankfurt, Londra, Sharjah gibi dünya fuarları için de geçerli şüphesiz. Türkiye fuarları söz konusu olduğunda sıcak satış odaklı bir yaklaşımla, profesyonel fuardan ziyade satışı merkezine alan ve panayır ruhuna yakın bir kurguyu yaşıyoruz.
TÜYAP fuarları, şehir fuarları, kitap şenlikleri, belediye destekli fuarlar çoğunlukla depodaki kitapları eritmek, indirimli kitap satışıyla sıcak para akışı sağlamak gibi kaygı ve niyetlerle düzenleniyor. Yazar imza ve söyleşileriyle kültürel ortam desteklenmeye çalışılsa da günün sonunda kazananın kim olduğundan emin değiliz. Her ne kadar son yıllarda TÜYAP fuarlarının profesyonel yönünü de geliştirmek için çalışmalar (Onur Ülke, Konuk Ülke, TEDA buluşmaları, serbest çalışan sektör paydaşlarıyla profesyonelleri bir araya getiren etkinlikler, panel ve seminerler) sürse de henüz yolun başındayız.
Fuarların, tüm avantajlarının yanında büyük bir işgücü ve maliyeti de beraberinde getirdiğini biliyoruz. Profesyonel fuarlarda yayınevini, yayınevinin yazarlarını temsil edecek editör, telif hakları sorumlusu; satış odaklı fuarlarda ise yeterli ve donanımlı satış ekibi stantlarda hazır bulunmak zorunda. Stant, standın yer alacağı fuar alanı ve metrekare fiyatı, kitapların lojistiği, ekibin ulaşımı, konaklaması, harcırahı, ilk ve en önemli başlıklar. Dahası okura ve paydaşlara ulaşma noktasında hazırlanan yan ürünler, kataloglar, özel baskıları da maliyet hesabı yaparken gözden kaçırmamak gerekiyor. Çoğunlukla yayınevi editörlerinin, hatta yayın yönetmenlerinin de fuarda hazır bulunduğu düşünülürse, maliyet hesabı yaparken kayıp işgücü ve mesaiyi de doğru değerlendirmeli.
Fuar arası yayıncılık yaptığımız, yıllık fuar programlarına her gün yeni şehir ve etkinliklerin, dahası ülkelerin eklendiği günümüzde, yayınevlerinin fuar kurgusu üzerinde tekrar düşünmesi gereken bir zamana geldik. Bu noktada, bağımsız kitapçı görüşmelerimde seslendirilen bir öneriyi kayda geçirmek gerekli diye düşünüyorum. Yıkıcı indirimlerin, internet satışının, zincir mağazaların baskısıyla her geçen gün daha da çok kan kaybeden bağımsız kitapçılar, yayıncıların fuar çalışmalarında kurtarıcı bir rol üstlenebilir. Gerek kitaba hâkim olmalarıyla, gerek sıcak satış deneyimleriyle, gerekse de şehrin dinamiklerini yılın belirli günleri değil her gün yaşamaları nedeniyle bağımsız kitapçılar, yayıncıların kitap satışı noktasında sorumluluğunu alabilirler. Hem yayıncının hem kitapçının hem de okurun kazanacağı bu kurguyu önümüzdeki günlerde daha çok tartışacağız. Artık heybeyi devretmenin vakti geldi.
“Fuar arası yayıncılık yapan yorgun yayıncının gündemine yeni bir kurguyla, anlayış ve yaklaşımla fuarı koymamız gerekiyor. Kitap heybeden taşıyor, alanlar daralırken okur çoğalıyor, belli ki günü ve geleceği yeniden kurgulamamız gerekiyor.”
En çok kitabın kazandığı bir şölen…
Yayıncıyı yurtdışı ve yurtiçinde gerçekleşen profesyonel ve satış fuarlarına hazırlamak, tanıtımdan pazarlamaya, sergiden satışa donanımlı bir noktaya getirmek ve yayınevlerinde fuar için özel birimler oluşturmak da yine hem yayıncı meslek birliklerinin hem de yayıncıların akademiyi de işin içine alarak düşünmesi, çalışması gereken bir konu. Uluslararası fuarlarda konuk ülke olmak, Türkiye yayıncılarını yeni coğrafyalarla tanıştırmak, devamında Türkçe edebiyatın da dünyaya ulaşması anlamına geliyor. TEDA’nın desteklerinin son derece sınırlı kaldığı günümüzde alternatif fon ve destekleri de konuşmamız, çalışmamız gerekiyor. Tüm bu fikir egzersizlerinin alanı da buluşma noktalarımız olan fuarlar.
Hâlâ sektör olup olmadığımızı konuştuğumuz bir dönemde belli ki en başa dönerek kurgumuzu gözden geçirmemiz gerekiyor. Yaptığımız, en basit haliyle kültür ve ticaret yolculuğuysa, fuarları yük olmaktan çıkarıp en çok kitabın kazandığı bir şölen haline getirmek için çalışmalara başlamamız, kitapçısıyla, yayıneviyle, yazar ve okuruyla otoriteleri de işin içine katarak, olanı yıkıp baştan kuracağımız bir fuar anlayışında birleşmemizin tam zamanı.